Adliyeye siyaset girince

Sayısı sürekli artan tutuklu gazetecilerden biri de Gültekin Avcı. İzmir Barosu’ndan avukat arkadaşları, 60’ların Ağır Ceza Hâkimi Arif Hikmet Korkmaz’ın “siyaset mahkeme salonlarına girdiğinde adalet kaçar.” sözlerinin bugün gerçekleştiği kanaatinde.

izmir baro av

Gazeteci, aynı zamanda bir hukukçu olan Gültekin Avcı’yı kimi yazdığı yazılarından, kimi ise yaptığı televizyon programlarından tanıyor. Ama Gültekin Avcı, son zamanlarda hukuksuzlukta sınır tanımayan hadiselerden biriyle gündemde. Avcı, 7 köşe yazısından dolayı yaklaşık 40 gündür tutuklu. 18 Eylül günü, küçük oğluyla cuma namazına giderken gözaltına alınan ve tutuklanan Avcı’ya isnat edilen suçlar ise bir ‘guguk’ devletinde olacak cinsten. Köşe yazılarıyla hükümete darbe yapmak, terör örgütü kurmak, devlet sırlarını siyasal-askerî casusluk için temin etmek gibi hukuki hiçbir dayanağı olmayan suçlar. Avcı’nın isnat edilen suçları işleyip işlemediğini anlamak için onu sadece ekrandan veya yazılarından takip etmenin yetersiz olacağını düşünenler olabilir. Ancak onu yakından tanıyan, gözaltına alındığı günden bu yana bir an olsun yalnız bırakmayan İzmir Barosu’na kayıtlı avukat arkadaşlarından dinleyince birçok konu netlik kazanıyor. Tutsak edilmeden evvel her çarşamba çeşitli ideoloji, düşünce ve inanç dünyasına sahip isimlerden oluşan Sweet Wednesday (Tatlı Çarşamba) ekibiyle bir araya gelirmiş Avcı. Şimdilerde bu görüşmelere Avcı yerine temsilen ceketi eşlik ediyor. Gültekin Avcı’yı avukat arkadaşlarından dinlemek üzere çıktığımız yol bizi her zaman buluştukları adrese, İzmir Alsancak’a götürdü. Avcı’nın dört avukat arkadaşı Yusuf Akın, Deniz Sezen, Muzaffer Uzlaş ve İbrahim Çankaya, görüşmede Türkiye’de hukukun geldiği noktayı resmetti. Karşılaştığımız tablo hukukun sefaletini, yaşanan vahameti gözler önüne seriyor.

Avukat Yusuf Akın’ın, Avcı’nın yaşadıklarını anlamak için empati yaptığı, yaşananları kendi içinde anlayıp anlatmaya çalıştığı her hâlinden belli oluyor. Hiç beklemeden giriyor söze: “İnanç temelli bir özgürlüğe böylesine düşkün birinin, tek başına bir odada kalması çok zor. Gültekin, tanıştığı her insana yaşam arzusu aşılayan biri. Yaşamın diğer renklerinden mahrum kalması, onun beyniyle düşününce zor. Empati yapmaya çalışıyoruz ama yaşamadan empati yapılmıyor. Ama ben 15 Kasım’da çıkacağına inanıyorum.”

Daha ne olduğunu anlamadan avukat Akın’ın verdiği 15 Kasım tarihi düşündürüyor. “Bir bildiği olmasa bu kadar net konuşmaz herhâlde?” derken Akın, mevcut sosyal yapıya, iktidarın içinde bulunduğu psikolojiye dayanarak bu tarihi verdiğini söylüyor. Nokta dergisinin yayımladığı AKP Günlükleri’ni üç  kez okuduğunu söylüyor ve orada gördüğü tabloyu tek bir cümleyle özetliyor: “Altlarındaki zeminin kaydığını görüyorlar.”

Hukuk suç silahı olursa…

Yusuf Akın’ın bu umut dolu sözlerinden sonra sözü avukat Muzaffer Uzlaş alıyor. Avcı’nın gözaltına alınıp tutuklanmasına çok da şaşırmadıklarını söylüyor. Havuz medyasında tetikçi Cem Küçük’ün aylar öncesinden hedef gösterdiğini, yine bir Tatlı Çarşamba ortamında tutuklanabileceğinden bahsettiğini, bir anlamda beklediğini anlatıyor: “Star’daki Cem Küçük’ün Avcı ve Faruk Mercan’ı işaret ederek ‘Vatan hainleri sıra size de geldi, yaptıklarınızın bedelini ödeyeceksiniz’ yazısından sonra Gültekin rahatlıkla İstanbul’a ifade vermeye gitti. Savcılık tebligat göndereceğini söyledi ve ifadesini almadı. Göstere göstere gelen bir tutuklama olacağını anladık. Ve Gültekin cuma günü namaza giderken gözaltına alındı.”

Gazeteci ve bir hukuk adamı olan Avcı’nın başına gelen bu hukuksuzluğu avukat arkadaşı İbrahim Çankaya, adalet dağıtması gereken hukukun, bugün suç enstrümanı olarak kullanılması olarak yorumluyor. Avcı’nın ifadelerinde uluslararası hukuk açısından yargı kararlarını örnek vermesine rağmen, bile bile üstüne gidildiğini anlatan Çankaya, organize bir şekilde hukukun kullanıldığı bir yapıdan bahsediyor: “Şu an hukukun iskeletiyle, ana hatlarıyla oynanıyor ama yakın gelecekte hücre değişikliğine, hatta organ iptaline kadar gidecek.”

Avukat Deniz Sezen ise bugün yaşadıklarımızın bir-iki günlük bir şey olmadığı, daha önceden bir altyapı oluşturulduğu kanaatinde. Özellikle son 10 yılda Türkiye’nin temellerini sarsacak şekilde hukuk uygulamaları olduğuna dikkat çekiyor Sezen: “Medyanın bir kısmı görülen davaların avukatı, bir kısmı savcısı oldu. Savcısı olanlar lehe olan delilleri görmedi, avukatı olanlar ise aleyhe olan delilleri… Dolayısıyla hâkim-savcılar da bundan etkilendi. Vicdanları sorgulayan kararlara imza attılar. Gültekin Avcı’ya geldiğimizde de aynı şeyi görüyoruz. Önceki yargılamalarda en azından delil vardı, Gültekin abide bu da yok. İktidarın bu kadar şatafatla sarhoşluğa girmesi, yargıyı ele geçirip siyasallaştırması toplumsal sarsıntıya sebep oldu.”

Deniz Sezen devam ediyor: “2002’de iktidara gelen AKP döneminde demokrasinin yerleşmesi ve birtakım vesayetlerle mücadele anlamında görünürde bir ilerleme sağlandı. ‘Acaba gizli bir ajanda mı var?’ sorusu ise hep zihinlerdeydi. Çizilen görüntü zoraki demokratlık görüntüsüydü aslında. Kuvvetli bir iktidar, bunların gerçek yüzlerini ortaya çıkardı. Aslında iktidar, insanları değiştirmiyor, insanların gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor.”

Gültekin Avcı’nın avukat arkadaşlarının birçok hukuk duayeninden referans alarak yaptıkları ve mutabık oldukları yorum ise yargının hiç olmadığı kadar siyasallaştığı. 60’ların hızlı ağır ceza hâkimi Arif Hikmet Korkmaz’ın mahkeme salonuna büyük puntolarla yazıp astırdığı “Siyaset mahkeme salonlarına girdiğinde adalet kaçar.” sözlerinin bugün gerçekleştiği kanaatindeler. Avukat Yusuf Akın, yargının bile bile siyasallaştırılmasına “Siyaset hukuklaşabilir ama hukuk asla siyasallaşamaz. Bu anlamda politikleşemez.” sözleriyle tepki gösteriyor. Akın, son dönemde insanların tutuklanma sebeplerine bu kadar üzülmelerini ise siyasal düşüncenin yargılayıcı pozisyona geçerek mahkemelerin yerine yargılama yapmasına bağlıyor. Asli görevi kamu düzenini korumak olan yargının kamu düzenini bozarak hata ettiğini söylüyor. Ona göre mevcut iktidar, kendi güvenliğini sağlamak için bütün kamu düzen ve hukukunu yok sayıyor: “Eric Hoffer’ın Kesin İnançlılar’ı gibi kesin inançlı bir kitle var. Her şeyi onlar biliyor, her konuya hâkimler, biz hiçbir şey bilmiyoruz. Aslında yaşam hakkımız da yok. Oturduğumuz yerde beslenmemiz, barınmamız bizim için yeterli!”

Avukat Muzaffer Uzlaş da laboratuvara giremeyecek kadar olağan dışı bir dönemde olduğumuzu düşünüyor. Gerçeklik duygusunu yitirmiş birinin bütün topluma baskı uygulamasıyla bizlerin de gerçek dışı şeyler yaşadığı görüşünde. Ona göre, 17-25 Aralık’tan sonra yaşananlar, şu ana kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yargının kötü gidişatının bir devamı olarak görülemez. Zira bu bambaşka bir şey ve bu dönem alıp çıkarılacak.

Hukuk değil, siyaset ne der?

Hukukun geldiği noktayı, yaşanan hukuksuzlukları konuşurken avukat Yusuf Akın, o an herkesin dikkatini çeken bir yorumuyla aslında bugünkü hukuksuzlukları özetliyor: “Şu an biz bir meseleyi, tutuklamayı, gözaltını ya da bir hükmü konuşurken hukuki terimlerle konuşamıyoruz artık. 20 yıllık meslek yaşamımız içinde meseleler önümüze geldiğinde arkadaşlarımızla istişare ediyorsak, tartışıyorsak mutlaka bakmamız gereken şey hukuktu. Alınan emsal kararlar, Yargıtay’ın onayladığı kararlar, uluslararası sözleşmeler. Hukuk adına söz sahibi olan bilge, profesör, konunun uzmanları olurdu. Oysa biz son dönem gerçekleşen hukukla ilgili hiçbir gelişmede bunları konuşamıyoruz. ‘Hukuk, yargı buna ne der?’ diyemiyoruz. Hepimizin konuştuğu tek bir şey var: Siyaset buna ne der?”

Gültekin’in Avcı’nın savunmasını bilen ve duruşmasına giren arkadaşlarına, sorgu hâkimini soruyorum. Avcı’nın hâkimlik sorgusunu davalı olduğu 2. Sulh Ceza Hâkimi Durmuş Karaçalı yapıyor. Hâkimin Avcı’ya tutuklama kararı vermesi, âdeta kendi hesabını görmüş izlenimi uyandırıyor. Avukat Deniz Sezen böyle bir durumda hâkimin kendiliğinden çekilmesi gerektiğini belirtiyor. Yusuf Akın ise başka bir hâkim olsa da sonucun değişmeyeceğini, Avcı’nın yine tutuklanacağını söylüyor. Ona göre şu anda Türkiye’de yargı, iddia anlamında savcılarda, yargılama anlamında hâkimlerde, savunma anlamında avukatlarda değil, iktidar medyasında: “İlk önce medyanın, gazetecilerin, köşe yazarlarının ve bu konuda beyanda bulunan araştırma kuruluşu denilen ne idüğü belirsiz kuruluşların bir kere yargıdan elini, kolunu, her şeyini çekmesi gerekir. Bir insanın tutuklanmasına, gözaltına alınmasına ya da tutukluluğunun ortadan kaldırılmasına medya karar veremez. Görevi değil, hele haddi hiç değil.”

Akın’a göre son yıllarda bu ülkenin savcısı da, hâkimi de, avukatları da medya mensupları oldu. Birileri köşesinde bir şey yazıyor, ertesi gün savcılık hemen harekete geçiyor. Gültekin Avcı’ya isnat edilen suçlar, ülkenin bütünlüğünü ortadan kaldırmak, terör örgütü kurmak gibi süresiz, katalog suçları. Böyle bir suçta savcı, iki yıl boyunca hiçbir işlem yapmamış. Bir gün bir tetikçi köşesinde “Sen ihanet ettin” diyor. Ertesi gün yargı harekete geçiyor. Bu durumda referans hukuk, anayasa, yasalar, kanun değil de köşe yazılarıysa, bu bizi çok büyük bir karanlığa götürür.

Suçsuzluğunu ispat et!

Akın’ın sözlerini “Ceza hukukunun temel prensibi yıkıldı.” diyerek destekliyor Deniz Sezen. “Müddei, iddiasını ispatla mükelleftir. Ama şu anki durumda iddia var. Ama söylenen şu: Senin hakkında böyle bir iddia var. Sen suçlusun. Suçsuzluğunu bana ispat et.”

Şu an yasama, yürütme ve yargının hükümetin emrinde olduğunu düşünen Sezen, ortaya bir kaos çıktığında suçlu arandığına da dikkat çekiyor: “Ankara Emniyet Müdürü’nü alıyor görevden. İyi de sen atamıştın zaten. Daha önce askerî vesayete, bürokrasiye atıyordu suçu. O engeller kalktı. 17-25 Aralık’tan sonra başka bir düşman icat etti kendine. Asıl amacı her anlamda eğitim olan bir camiayı hedef aldı. Ve sorumlu, suçlu ilan etti. Ama kimseyi inandıramadı. Şimdi bir terör katliamı yaşadık  Ve İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı sorumluluğu atacak bir yer bulamıyorlar.”

Yargıya güven endeksinin yüzde 20’lerde olduğunu anlatan Yusuf Akın da insanların güvenebileceği hiçbir mekanizmanın olmadığını ifade ediyor. Cezasızlık durumunun yaygınlaşması üzerinde de önemle duruyor: “Adam hırsız. 30’a yakın suç kaydı var. Ama ‘Paralel hâkim beni tutukladı’ diyor. Saçmalamaya başlıyor toplum, şizofrenleşiyor, bölünüyor. Bir köşe yazısından, twitten korktuğu kadar, bir canlı bombaya hukuku uygulamamaktan korkmuyorlar. İşte burada büyük bir sorun var. 100 kişi ölüyor ve 400’e yakın yaralı var. Orada bulunan binlerce insan bunun travmasını yaşayacak. Ama çok komik bir şekilde siz bunu ‘Eylem yapmamışsa yakalayamayız’ diyerek daha da komik bir duruma düşüyorsunuz. Son iç güvenlik yasasında somut şüphesinin ötesinde makul şüphenin getirilmesinin nedeni zaten terörize eylemleri kaldırmak. Bir köşe yazısında ya da tweette devletin bütün temeliyle oynandığını görecek kadar makul şüphe algınız açık ama canlı bomba konusunda kapalı. İnsanlarla dalga mı geçiyorsunuz?”

İbrahim Çankaya da yaşananlara artık “Kimin adamı, amacı ne?” diye bakıldığını söylüyor: “Bir duruşmada tutuklanacaklar listesini gördük. Artık duruşmada hâkime ‘Size liste geldi değil mi?’ diye soracak hâle geldik. Çünkü ‘Kaç İsmail’leri gördük.” Deniz Sezen ise hâkimlerin hukuksuz tavrını “Bizi yargılayacak olanlar bu kadar pervasız olamayacak. Bize nasıl olsa hukuku uygulayacaklar.” rahatlığına bağlıyor.

GÜLTEKİN AVCI, BU ÜLKENİN HENRY THOREAU’SU

Görüşme boyunca tansiyon Yusuf Akın sayesinde hiç düşmüyor. Sorularıyla, yorumlarıyla toplum adına âdeta savunma yapıyor. İtidali sağlamak ise Tatlı Çarşamba’nın kurucusu İbrahim Çankaya’ya düşüyor. Ülkedeki hukuksuzluğu, mevcut durumun tamirini konuştuktan sonra söz nihayet Gültekin Avcı’nın nasıl bir insan, arkadaş, hukukçu ve gazeteci olduğuna geliyor.

Söz yine Yusuf Akın’da: “Gültekin, Türkiye’nin belki de entelektüel anlamda yetiştirdiği nadir insanlardan biri. Yaşam, insan, felsefe, tiyatro, sinema, hayat, din konularında gerçekten tarafsız, özgür ve insana dayalı görüş ve düşünceleri önemseyen, hayatın içinde ötekinin yaşam hakkına sonuna kadar saygılı. Buna bağlı olarak da gözünü budaktan sakınmayan bir insan.”

Akın, Avcı’nın savcılık görevini yaparken baktığı davalardan örnekler vererek nasıl bir hukukçu olduğunu, yanlış verdiği karar olduğunda, o karardan anında nasıl döndüğünü, canı pahasına, sürülecek olmasına rağmen bir davayı nasıl takip ettiğini anlatıyor. Akın, “Gültekin Avcı, bu ülkenin Henry Thoreau’su. Diğerleri de Waldo Emerson’u.” diyor. “Gültekin Avcı niçin içeride?” diyenlere Henry’nin Waldo’ya sorduğu gibi “Siz neden içeride değilsiniz?” sorusunu yöneltiyor. “Savcılık, hâkimlik, avukatlık, gazetecilik hayatı içinde bir başkasına zarar vermekten kaçınan, aksine karşısındakinin hayatına katkıda bulunmak isteyen birinin bugün hücrede olması, hayata onun gibi bakan biz arkadaşlarını üzüyor.” diyor. Ama mutlak surette hakkın tecelli edeceğine, meslektaşının en kısa sürede hürriyetine kavuşup aralarına döneceğine inanıyor. Akın, Avcı’nın dertlendiği iki konuyu da söylemeden edemiyor. Birincisi, gözaltına alındığında Doğan Medya Grubu’nun bu durumu ‘Paralel operasyonu’ diye vermesi. İkincisi ise birlikte mesai yaptığı çalışma arkadaşlarının gerekli özveriyi göstermemesi. En azından o ilk birkaç gün Çağlayan’a, Silivri’ye giderek destek vermelerini beklediğini ifade ediyor.

SEN BU HUKUKSUZLUKLAR YAŞANIRKEN NASIL SUSABİLDİN?

Deniz Sezen, Avcı’nın renkli kişiliğine, vizyonuna dikkat çekiyor ve bir anısını anlatıyor: “Gültekin abinin ilk defa arabasına binmiştim. Edvin Marton dinliyordu. Kemancıymış, hiç duymamıştım, garipsemiştim. Meğer o genelde onu dinlermiş.”

Sezen, Gültekin Avcı’ya olan yakınlığından dolayı çevresinden uyarılar aldığını da söylüyor: “Dikkat et, bu kadar kendini gösterme dediler. Ama daha sonra iki çocuğum yüzüme bakıp ‘Sen bu hukuksuzluklar yaşanırken, sen bu insana bu kadar yakınken nasıl susabildin?’ diye sorarsa düşüncesiyle Avcı ile olan arkadaşlığıma devam ettim. Hepimizden bir parça var Gültekin Avcı’da ve hepimizde de bir parça var Gültekin Avcı’ya ait.”

Sezen, insanın vücudundan bir parçası koptuğunda hissettiği acıyı hissettiklerini, bir parçalarını içeride bıraktıklarını anlatıyor. Avcı için gözyaşı döktüğünü kimseye aldırış etmeden söylüyor.

İbrahim Çankaya ise Sezen’in bu duruşu Mustafa Balbay gözaltına alındığında, “9 aylık Deniz’imden ayrılıyorum.” dediğinde de sergilediğini hatırlatıyor. Ergenekon ve Balyoz davalarını tartışırken ayrı düştükleri zamanlar olmasına rağmen ortak noktalarının “Bir suç varsa hukuk ilkelerine göre ortaya konsun. Ama masumlar bu işin içine karıştırılmasın. Kurunun yanında yaş da yanmasın.” olduğunu vurguluyor.

AHLAK VE TUTARLILIktAN HİÇ TAVİZ VERMEDİ

Muzaffer Uzlaş’a göre, Gültekin Avcı’nın tutarlılığı ve ahlâkı onun en büyük özelliklerinden. Ahlâkından taviz vermeden içeriye girdiğini söyleyen Uzlaş, “Tatlı Çarşamba sohbetlerine gelenler söz verdikleri gibi aynı yerde duruyorlar. Aynı yerde durmaya da devam edecekler.” diyor. Ayrıca, Gültekin Avcı’nın tutuklanmasının aralarındaki arkadaşlığı daha da pekiştirdiğini ifade ediyor: “İlk günden bu yana onu yalnız bırakmamak için elimizden geleni yapıyoruz. O sebeple onun ismiyle bir web sayfası hazırlamaya, sosyal mecralarda bilgilendirmeler yapmaya, yani Gültekin üzerinden nelere ön yargı ile baktığımızı belki daha iyi anlamaya yarayacak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.”

Tatlı Çarşamba (Sweet Wednesday) grubunun kurucusu avukat İbrahim Çankaya da Gültekin Avcı’nın bilgi birikimiyle, insana bakışıyla bu gruba büyük katkısı olduğunu, toplu giremeseler de bu sohbetleri zaman zaman Avcı içeride bulunduğu sürece Silivri’de yapacaklarını, ondan öğrenecekleri çok şey olduğunu söylüyor.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>