Ağaçsa, Yapamayacağım Saz Yok

 

Çoğumuzun dinlerken dalıp uzaklara gittiği bir şarkı mutlaka vardır. Her dinleyişimizde, sözlerine, bestekârına ve yorumcusuna methiyeler dizmekten kendimizi alamayız. Oysa o şarkının arka planında tınısını işittiğimiz enstrümanlar ile onu yapan ustalar da vardır.

TUĞBA KAPLAN – 27 Ekim 2012

Türk sanat müziği denince akla ilk gelen, yıllar geçse de unutulmayan şarkılar ve sözleri olur. O sözleri güzelleştiren, bestesi kadar arkaplandan ses veren  enstrümanlar ve ustalarının şarkıya yansıyan ruhudur. Enstrümanlardan çıkan her notada daha bir anlam kazanır o sözler. Mızraplı çalgılar ustası Mustafa Copçuoğlu, tınılarıyla şarkıları güzelleştiren zanatkârlardan biri. Tokatlı enstrüman ustası, daha ilkokul yıllarında, sesi güzel olduğu için hocalarının şarkı söyletmesiyle müzikle iştigal etmeye başlar. İlçenin şartları gereği konservatuar ya da güzel sanatlar okuluna gitme şansı olmaz. Çok ilgisi olmasa da meslek lisesinde motor bölümü okur. Ama müziği hiç bırakmaz. Lise yıllarında  müzikle uğraşan bir grup arkadaşıyla, ilçelerde konserler verir. Bir gün edebiyat öğretmeninin “Bu yeteneğini köreltmeden İstanbul’a git, konservatuvar oku.” diye teşvik etmesiyle hayatı değişir.

Hikâyesine geçmeden sakin ve bir o kadar da ağır bir duruşu olan bu ustaya soy ismini sormadan geçmek olmuyor. Soy isminin küçüklüğünden beri hep dikkat çektiğini söyleyen Copçuoğlu, hocalarının hiçbir zaman ismiyle hitap etmediğini, dedeleri asker kökenli olduğu için bu soy ismini kullandıklarını anlatıyor:  “Bu işi yapıp da sinirli, hırslı olmak gibi bir durum zaten söz konusu değil. Ben hep sakindim ama udları yontarken kendimi de yonttum. Bu yaşıma kadar kimseyle kavgam olmadı. En kızdığım insana bile kötü söz söylemedim. Aksine ‘Allah’ım Sen onun gönlüne güzellikler ver.’ diye dua ettim. Hatta arkadaşlarım insan çatlatan bir sabrım olduğunu söyler.”

Motor bölümünden konservatuvar sıralarına

1982’de İstanbul’a gelen Mustafa Copçuoğlu, ismi Üsküdar Musiki Cemiyeti’yle özdeşleşen bestekar ve eğitimci Emin Ongan ile tanışır.  7 ay cemiyette eğitim alır. Konservatuvarlar daha önceleri Kültür Bakanlığı’na bağlı olduğu için üniversite  sınavına girmez, ama o sene İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlanınca Mustafa Copçuoğlu hiçbir yere yerleşemez.  Bir arkadaşının “Konservatuvar lisesi okursan, üniversitede bu bölüme daha kolay girebilirsin.” tavsiyesiüzerine, 18 yaşında ikinci kez liseye gider. Okuldaki en iyi bölümün enstrüman yapımı olduğunu duyar. Eli yatkın olduğu için hocalarının da yönlendirmesiyle bu bölümde okur. Copçuoğlu, bu yatkınlıkta meslek lisesinde motor bölümü okumasının faydası olduğunu söylüyor. Lise bittikten sonra yüksek eğitimine de aynı bölümde devam eder:“Oysa sesim çok güzeldi ses sanatçısı da olabilirdim ama Cenab-ı Allah’ın bana bunu uygun gördüğünü düşünerek bırakmadım. Enstrüman yapmak, benim için şarkı söylemekten daha kıymetli. Geride faydalı olacak şeyler bırakmak istedim.” sözleriyle neden bu tercihi yaptığını açıklıyor. Mustafa Copçuoğlu, bölümünü üçüncülükle bitirdiği için, 1990’da  sınavla girilen yüksek lisansını sınavsız tamamlar. İlk udunu 1983’te armut ağacından yaptığını söyleyen usta, “İhtiyacım vardı sattım. Baktım harçlığımı çıkarabiliyorum, hep ud yapıp satmaya başladım.” diyor.

Mustafa usta udu sadece yaptığını söylese de çalıyor da. Israrlara dayanamayıp, eline aldığı udun telini titretmeye başlıyor. Sonunda da bir not düşüyor: “Her ud yapan onu iyi çalamaz. Çünkü bu enstrümanı yaparken parmaklarda kaslar oluşuyor. İcra yapanların ellerinin yumuşak olması gerekiyor. Yapım işine girince icra verimsiz olur. Ben de çalıyorum ama orta seviyede. Hem enstrüman yapıp hem de dört dörtlük çalmak zordur.”

Yurtdışına enstrüman ihracatı

“Ağaçsa yapamayacağım saz yok; ancak ağaç değilse hiç işim olmaz.” diyen Copçuoğlu, uzun yıllar bağlama, gitar, ud, kanun, keman, klasik kemençe ve lavta gibi birçok mızraplı  çalgı aleti yapar.  El işçiliğiyle yapılan bütün eserlere sanatçının ruhunun yansıdığına inanır.

Onun yaptığı enstrümanlar bir süre sonra yurtdışından da talep görmeye başlar. El yapımı enstrümanın farkını ve ondan çıkan sesi sanatçının ruhunu yansıttığını düşünen birçok müşteri kazanır zamanla. Ama daha sonra  “10 şeyi aynı anda yapmaktansa bir tanesini adam akıllı yapayım.” der ve  sadece çok sevdiği udun yapımına odaklanır. Yunanistan, İspanya, İtalya, Avusturya, Avustralya, Kanada, Amerika,  İsrail, Suudi Arabistan, Irak ve Dubai gibi ülkelerde onun yaptığı sazlar var. Birçok müşterisi internet aracılığıyla ya da başkalarından duyarak talepte bulunuyor. 1992 yılında Gaziantep Üniversitesi’ne akademisyenlik yapmak üzere gider. Kendisiyle beraber üç arkadaşının da desteğiyle çalgı aleti yapım bölümünün kurulmasını istese de, yöneticilerin “Buradan mezun olacaklar ne işe yarar ki?” önyargısı yüzünden hocalık serüveni yarım kalır. 1994’te askere gider ve askerliğini bando takımında ud çalarak yapıp gelir. Gelir gelmez kendi işini, Kadıköy’de Osmanağa Mahallesi’ndeki atölyesini kurar.

Çırakları da artık usta

Mustafa Copçuoğlu’nun yanında çok fazla çırak olmamış bugüne kadar. Nedeni ise gelen çırakların usta olup ayrılana kadar yanında kalması. İlginç olan ise onun sadece yurtiçinden değil, yurtdışından da çırağının olması.

1995’te ilk kalfası, tekstille uğraşan Ramazan Calay’ın yeteneğini keşfeder. O yıllarda Topkapı Sarayı’ndan Amerika’ya gidecek Kanuni Sultan Süleyman Sergisi için  Osmanlı döneminden kalma enstrümanların bakımı kendisine verilir. Ramazan’ı da yanında götürür. “İyi bir ustanın yanında yetiştiğimden tüm ağaç enstrümanların yapımını gördüm.” diyen Ramazan Calay, ustası okullu olduğu için onun konservatuvar çevresinin hep içinde bulunur. Calay, 2000’de da kendi atölyesini kurar.

65 yaşında Amerikalı Hank Lewin, Copçuoğlu’nun uluslararası çırağı. Amerika’da antika enstrümanların bakımını yapan Lewin, sık sık İstanbul’a gelip ustasından detaylı bilgiler alıyor.  

Şimdilerdeki çırağı Murat Yerden ise evinin balkonunda kendi kendine klasik kemençe yapmaya çalışırken yolu tesadüf sonucu Mustafa ustanın atölyesine düşer. “Mustafa usta bana fırsat verdi.” diyen Yerden, başlangıçta onun yanında yöresinde dolaşırken, şimdilerde dükkanda kendine ait bir köşesi var. Ustasından, “El sanatına önem verir ve makine işinden hiç hazzetmez.” diyerek bahsediyor.

Görüşmeye başladığımız andan itibaren yaptığı işi kendisine öğreten birçok ismi anmadan geçmiyor Mustafa Copçuoğlu. Her kelamında mutlaka bir üstadın adını zikrediyor. Ali Galip usta, Manol usta, Üsküdarlı Mustafa usta, Mehmet Emin, Osman Nuri Özköken, Mehmet Emin Dikmez, Serhat Ayan, Cinuçen Tanrıkorur, Faruk Türünz… Dünyada en iyi ud yapan ustaların Türk olduğunu söyleyen Copçuoğlu, bu işin bir vefa ve devam işi olduğunu anlatıyor. Ona göre, musiki devam ettiği sürece enstrüman yapımı bitmeyecek. Sanatçılıkta emekliliğin olmadığını söyleyen usta resmiyette emekli. Ama o “Gücümün yettiği yere, son nefesime kadar bu ağacın tozunu yutmaya devam edeceğim.” diye sonlandırıyor konuşmasını.

[email protected]

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>