Allah kötülüğü iyilikle yok eder

Allah kötülüğü iyilikle yok eder

TUĞBA KAPLAN – İSTANBUL

22 Kasım 2013, Cuma

Karşınızdaki insanın olumsuz bir davranışıyla karşılaştınız. Ne yaparsınız? Aynıyla  mukabelede mi bulunursunuz, yoksa beddua edip Allah’a mı havale edersiniz?  Allahü Teâlâ, İlahî Beyan’da ve Resûlü aracılığıyla böyle bir durumda sadece tek bir şeyi öğretiyor biz kullarına: “Kötülüğü, iyiliğin en güzeliyle ortadan kaldır.”

İnsan var olduğu sürece zulüm de var olmuş, iyilik ve güzellikler kadar kötülük de yaşanmış. İnsana verilen sınırlı irade, hayır kadar, şerre ve kötülüğe  de yönelmesine imkan tanıyor. Dolayısıyla muhatap olduğumuz insanların zaman zaman zulüm olarak ifade edilebilecek olumsuz davranışlarıyla karşılaşabiliyoruz. Kötülükler karşısında içimiz öfke ve gazapla doluyor. Bazen ilk işimiz, kötülük sahibini lânetleme ve bedduâ etmek oluyor.  Hatta fiilî zarar verme imkanına  sahipsek, gözümüzü hiç kırpmadan, muhatabımızın haddini bildirmek gerektiğine hükmettiğimiz de oluyor. Oysa içimizdeki bu dayanılmaz tepkiden hareketle susturamadığımız vurma, kırma, dökme ve zarar verme isteğine, şeytanın sûret-i haktan görünerek yaklaşıp, ruhumuzu ve duygularımızı altüst etmesinden başka bir anlam vermek mümkün değil. İçimizden geçen bu hareket tarzı, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan’ın bizden istediği tarz değil.

Meşhur kıssadır anlatılır: “Bir defasında, adamın biri Hz. Ebu Bekir’e gelip sürekli hakaret etti, o hakaret ettikçe Hz. Ebu Bekir dinledi, cevap vermedi. Orada bulunan Peygamber Efendimiz (sas), tebessüm ediyordu. Nihayet, Hz. Ebu Bekir dayanamayıp sert bir karşılık verince Hz. Peygamber’in çehresi değişip oradan ayrıldı. Hz. Ebu Bekir peşinden koşup ayrılmasının sebebini sorunca, ‘Sen sükût ettikçe bir melek senin yerine ona cevap veriyordu, fakat sen ağzını açınca yanına şeytan geldi. Ben şeytanın olduğu yerde bulunmam’ dedi.” Bu kıssada görüldüğü üzere, kötülüğe kötülükle karşılık vermek, Peygamberimiz’i (sas) ve melekleri hoşnut etmezken, şeytanı nasıl da sevindiriyor.

‘Onlara yumuşak söz söyleyin’

Samsun On Dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Osman Güner, bir kötülük ya da zulüm karşısında müminin ilk yapması gereken şeyin o zulmü engellemek olduğunu söylüyor. Başkasına zulüm etmekten nasıl sakınıyorsak, başkasına veyahut kendimize yapılan haksızlığı ya da zulmü engellemenin İslami ölçüleri de mevcut. Her konuda ümmetine örnek olan Nebiler Serveri (sas), bu noktada davranış ve sözleriyle yine önümüzdeki en güzel örnek. Osman Güner, bu hususta ‘bir kötülük, bir haksızlık görüldüğünde onun el ile olmazsa dil ile önlenmesi, o da olmazsa kalben o işe karşı olmakla mukabele edilmesi’ni Peygamber Efendimiz’in (sas) emrettiğini söylüyor.  Bu hadisi ise şöyle yorumluyor: Kötülüğü el ile men etmek elinde hükmetme gücü olanlar  ya da hukuk yöntemiyle müdahale edebileceklerin vazifesi. Dil ile men etmek âlimlerin, bu konuda bilgi sahibi olan kişilerin medyada, kitapta, TV’de doğruyu çıkıp anlatma, söyleme ve yazması; yapılan zulme taraftar olmayıp, destek vermeyeceğini beyan etmesi. Elinde bir yetki olmayan, kötülüğü dil ile önleyecek ilim gücünden de mahrum bulunan kimselerin ise kalpleriyle buğz etmeleri gerekir. Yani bunların hiçbirini yapamasalar da, ‘Zulme asla taraftar olmam!’ diyerek  içten içe zulme karşı durmalılar.

Osman Güner, daha sonra Hz. Musa ve Firavun örneğini vererek zulmü asıl engelleyenin kim olduğunu hatırlatıyor. Firavunun yaptığı zulümler, ne kadar zalim olduğunu gösteriyor; peki, zalime bir peygamber nasıl davranmıştır? “Hz. Musa ve Hz. Harun’a Allahü Teâlâ diyor ki:  ‘Firavun ve hanedanı artık azdı. Kendilerini tanrılaştırdılar. Onlara varın ve yumuşak söz söyleyin.’ Yani ‘Ey Musa, Firavun’un sonu geldi. Onların işini bitirmenin tek yolu, ona yumuşak söz söylemek.’ Aslına bakarsanız sır burada gizli. Sen peygamberce davran, işini yap, Allah onun işini bitirecektir. Demek ki zulmü esasen biz engellemiyoruz. Allah’ın esas ve emirleri doğrultusunda davranıp insanlığımızdan ödün vermediğimizde Allah onun işini bitiriyor.”

Kötülük yapana iyilik yap ki iyiliğin, güzelliğini görsün

Bütün bunlar sonuç verse de vermese de, insanın başvurduğu bir diğer yöntem ise beddua etme, tel’inde bulunma veya hakkını helal etmeme oluyor. Oysa insan kendisine zulmedenin Hak katında bile cezalandırılmasını istememeyi, Allah’a havale etmemeyi erdem haline getirebilmeli. Güzel dilekte bulunmak varken, tel’in ya da kahır okumanın, beddua etmenin ne anlamı olabilir. Kaldı ki, insan kendisine kötülük yapana iyilik yaparak, ona iyiliğin güzelliğini gösterebilir. Bunu yapmak söylendiği kadar kolay değil elbette.  Bu noktada da devreye sabır giriyor. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de dediği gibi “Sabır karşınıza çıkıp, yine mi sabır deyince, seni çatlatıncaya kadar sabır.” düsturunu içselleştirmekten geçiyor. Bir de unutulmaması gereken bir nokta var. O da Resûlullah’ın (sas) “Ben lânetçi olarak gönderilmedim.” diyerek, ‘bir mü’mine lânet (Beddua) etmenin, onu öldürmek gibi’ olduğunu bildirmesi. Buradan Efendimiz’in beddua etmekten kaçındığı anlaşılıyor. Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylediği biliniyor. Belki zulme karşı  iyilik yapmak imkansız gelebilir kalplere ve akıllara.. Ancak bizlere ‘ümmetim’ diyen Allah Resûlü gibi peygamberane duruş sergilemek için dua etmek, zulüm karşısında böyle bir tavır sergilemek için mücadele etmek mümkün.

Bize düşen, ne olursa olsun insanların hayrını dilemek

Prof. Dr. Osman Güner: Müminin vasfı kötülüğü iyilikle savmak, kötülüğe iyilikle muamele etmektir. Allahü Teâlâ, “Kötülüğü, iyiliğin en güzeliyle ortadan kaldır!”  ayetinde, kötülüğü kısa yoldan yok etmenin ancak iyilikle mümkün olduğunu öğretiyor, gösteriyor. Bize zulmedene ‘Sen bana beş söyledin, ben sana on söyleyeceğim.’ diyerek çözüme varamayız. Mesela Mevlânâ buna güzel bir örnek.  Mevlânâ, Moğolların toplumu birbirine kırdırdığı, Müslümanlara zulmettiği bir dönemde yaşıyor. Erdemli ve iffetli bir duruş sergiliyor, insanlara insan olduklarını hatırlatan kuşatıcı tavırlarıyla: ‘Siz siz olun düşmanınıza bile yedirin, doyurun. Düşmanlığından vazgeçer. Vazgeçmese bile kalbi yumuşar.’  Mevlânâ dersini, Efendimiz’den (sas) alıyor. Kötülüğe kötü mukabele yapınca İslam’ın aydınlık çehresini karartmaktan başka bir şey yapmış olmayız.  Böyle bir durumda insanlar ne Müslüman ne de İslam’ı dinler. Bunun yanı sıra, ‘Her kim bir kardeşini tel’in ederse, karşısındaki kardeşi buna layık değilse, tel’ini kendisine geri döner.’ diyor Allah Resulü.  Biz kendimizden bile emin değiliz ki. Ya karşındaki senin sözlerine layık değilse. Bize burada düşen ne olursa olsun insanların hayrını istemektir. Güzellikle mukabelede bulunmaktır. Zulüm karşısında insanların hayrını Allah’tan dilemek. Bize yaptığı bir şeyden dolayı, o insanın cezalandırılmasını istememeliyiz. Biz nereden bileceğiz, onun cezalandırılmasının hayır mı şer mi olduğunu?

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>