Allah’tan razı mısınız?

Allah’tan razı mısınız?

TUĞBA KAPLAN

18 Ekim 2013, Cuma

Rıza, kulluğun en önemli mertebesi, hakiki mü’min olmanın yolu. Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, resûl olarak da Hazreti Muhammed’den” razı olmakla alâkalı hadis-i şerifi, biz kulların rıza ufkuna erebilmesi adına bir yol haritası görevi üstleniyor.

İnsanoğlu, ne kadar tevekkül etse de kimi zaman neticeye razı olmakta zorlanabiliyor. İstediğimiz bir şeyi hayalimizde canlandırdığımız şekliyle elde edemediğimizde bir an oyuncakçı önünde annesine istediği oyuncağı almadığı için vaveyla koparıp sorun çıkaran bir çocuğa dönüşebiliyoruz. Hayalini kurduğumuz okula gidemeyince, beğendiğimiz arabayı ya da evi alamayınca, umduğumuz kadarını kazanamayınca, verilene razı olmak yerine kontrolden çıkıyoruz. Çok değil daha dün ‘lütfun da hoş, kahrın da hoş’ derken niye bu serzenişler, neden bu yön çevirmeler…?

Neticesinde insanız, elbette birtakım beşeri arzu ve isteklerimiz olacak ama onların peşinden koşayım derken istikametten ayrılmak da neyin nesi! ‘Dur ey nefsim, nereye gidiyorsun?’ demek için daha neyi bekler ki insan? Bekler çünkü aslında sözle ifade ettiği ama kalbine yerleştiremediği bir nokta var. Öyle ki insan aslında ‘Hakikî mü’min olmanın yolu nedir?’ ya da ‘Allah’a nasıl kul olabilirim?’ sorularından hep kaçmaya çalışmıştır. Oysa bir mü’minin sık sık kendini, kulluğunu sorguladığı ya da sorgulaması gereken sorulara cevap vermesi gerekirken, hep kaçış yolunu tercih etmiştir. Peki, gerçekten Allah yolunda kul ve hakiki mü’min olmanın yolu nedir, nereden geçer? Sahi daha önce bunu hiç düşünmüş müydü o çok güvendiğimiz aklımız. Ya da ‘ey nefsim’ diye başlayıp, kulluğumuzu, sadakatimizi, sebatımızı daha önce kaç kez hesaba çektik? Belki de, artık zamanı geldi de geçiyor. Hakiki mü’min olmanın yolu, kulluğun en önemli mertebesi ‘rıza ufkuna, rıza-i İlahi’ye ulaşmaya çalışmak için daha fazla beklemeye ne gerek var?

Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, resûl olarak da Hazreti Muhammed’den razı olduk

Nebiler Serveri, rıza ufkuna ermenin ilk anahtarını veriyor ümmetine. Sabah ve akşama ulaştığında, “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Resûl olarak da Hazreti Muhammed’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) razı olduk.” diyen bir Müslüman’dan öte de, Cenâb-ı Hakk’ın da razı ve hoşnut kılınacağını müjdeliyor. Efendimiz’in müjdesiyle, bu kutlu beyanın, sabah ve akşam mü’minlerin vird-i zebanı olması gereken mübarek bir söz olduğu anlaşılıyor. Zira burada kişi evvelâ Allah’tan ve dolayısıyla O’nun bütün tasarruflarından razı olduğunu, İlâhî bir sistem olarak İslâm’ı kabul ettiğini ve ondan hoşnut bulunduğunu ve peygamber olarak da Nebiler Serveri’nden razı olarak O’nun rehberliğine teslim olduğunu ifade ediyor. Aslına bakılırsa, hakikî mü’min olmanın yolu da böyle bir duygu ve düşünceden, böyle bir iman ve iz’andan geçiyor.

‘Allah’ın rızası, her şeyin

üstündedir’

Sabah akşam bu beyanı vird edinmenin yanı sıra bu hissi kalbinde geliştirecek, kök saldıracak ve derinleştirecek amellerde bulunmak da bir o kadar önemli. Aslında bu kutlu beyanı dille ikrar etmeden evvel, Allah’tan, Efendimiz’den ve İslâm’dan razı ve hoşnut olmanın öncelikle onları çok iyi tanımaya bağlı olduğunu söylemekte fayda var. Çünkü bilen, bildiği ölçüde sevdiği gibi, bilmeyen de bilmediği şeye karşı alâkasız kalıyor. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ı büyüklük ve ululuğuyla, rubûbiyet ve ulûhiyetiyle bilmeyince rıza ufkuna ermek çok zor. Aynı şekilde İnsanlığın İftihar Tablosu’nu kendi hususiyetleriyle tanımadıkça peygamberliğine lâyıkıyla rıza gösterilemeyeceği açık. Ve İslâm dinini kendi enginlik ve derinliği ve usulleriyle bilmeyince ondan da razı olma şerefine nail olunamıyor. Öyleyse biz kulların, hakiki mü’min olabilme, günlük hayatımızdaki eylemlerimizle rıza ufkuna erebilme adına, hayatımız boyunca hep rızayı elde etme gayreti içinde olmak gerekiyor. Bu mertebe, tasavvuftaki ‘nefs-i mutmainne’ pâyesiyle de irtibatlandırılıyor. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ın ‘Ey mutmain olmuş nefis, sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabb’ine dön!’ (Fecr, 89/27-28) buyruğu bize rıza yolunu işaret ediyor.

Bize rıza yolunu gösteren bir diğer İlâhi beyan ise Tevbe Sûresi’nde “Allah’ın rızası ise her şeyin üstündedir.” âyeti. Yüce Yaratıcı bu beyanıyla rıza-i İlâhî’nin, Cennet’e girme ve Firdevs’e ermenin ötesinde olduğunu gösteriyor. Bütün bu emarelere rağmen biz kullar olarak O’nun rızası için ne kadar dua ettik, yalvardık bilinmez. Ama artık zaman, içimizi sadece O’nun rızası için O’na dökme zamanı. Ellerimizi açıp sürekli, “Allah’ım beni rıza ufkuna ulaştır.” diye dua dua yalvarma, “Allah’ım! Sevdiğin ve hoşnut olduğun şeye beni ulaştır!” diye nefes alıp verme ve “Allah’ım! Senden af, afiyet ve rıza istiyorum!” diyerek oturup kalkma zamanı.


Prof. Dr. REŞAT ÖNGÖREN (İstanbul ÜniVersitesi Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı): Allah’ın rızasını kazanmak sevgisini kazanmaktan geçiyor

Rıza, hakikati itibarıyla İlâhî bir armağan, sebepleri itibarıyla da insan iradesiyle alâkalı bir mazhariyet. İnsan ancak, imanının derinliği, amelinin ciddiyeti ve ihsan şuurunun enginliğiyle, tevekkül, teslim fasıllarından geçerek rıza ufkuna ulaşabilir. Rıza, böylesine tahsili güç ve insan iradesiyle elde edilmesi zor olduğu için de Cenâb-ı Hakk onu doğrudan doğruya emretmiyor, sadece tavsiyede bulunup, o mertebeye erenleri de takdirlerle payelendiriyor. Allah’ın rızasını kazanmak, O’nun sevgisini (muhabbet) kazanmaktan geçiyor. Bu sevgiyi kazanmanın formülü de kudsî bir hadiste bizzat Allah Teâlâ tarafından veriliyor: “Kullarım bana en güzel, kendilerine farz kıldığım ibadetler ile yaklaşırlar. Onlar farzlarla birlikte nâfile ibadetlerle de meşgul olurlar da bana yaklaşmaya devam ederler. Bunun sonucunda ben onları severim. Ben onları sevince onların gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum…” Rıza mertebesine ulaşma adına insanın başlıca görevi şunlar olmalı: Rabb’iyle muamelelerinde ciddi olma, talepsiz gelen nimetleri, ‘tahdis-i nimet’ ve şükre vesile olmaları mülâhazasıyla kabullenme, her türlü mahrumiyeti rıza ve iç rahatlığıyla aşma, vahşetlerin, yalnızlıkların, kabzların pençesinde kıvranırken bile, derin bir iç inşirâhıyla bütün sorumluluklarını yerine getirme. Yanı sıra Hakk’ın emir ve yasaklarını ‘şeb-i arûs’ davetiyesi gibi kabul edip, duygu, düşünce ve davranışlarıyla ferdin, Allah’a yönelip O’nu duyması, O’nunla doyması, O’nunla oturup-kalkması ve gönlünde her gün lâhûtîliğe ait yeni yeni kurgular geliştirmesidir.


Yard. Doç. Dr. Yusuf Güneş (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi): Kul, rıza ufkuna ulaşıp ulaşmadığını  kendini test ederek anlayabilir 

Rab olarak Allah’tan razı olmak demek, O’nun ulûhiyetini yani Rab olduğunu bütün kalbiyle iman edip kabul etmek, gerek iman gerek ibadetle ilgili olsun O’ndan gelen her fermanı gönül hoşnutluğuyla kabul edip uygulamak, hayrı da şerri de O’nun yarattığının şuurunda olarak her türlü sevinçli hale şükürle, üzüntü verici hallere de sabırla mukabelede bulunmak ve asla O’na isyan etmemek, daha doğrusu isyan etmek bir yana bu gibi halleri Allah’ın kendisiyle bir muamelesi olarak görüp sabırla karşılaması neticesinde O’na daha da yaklaşacağı düşüncesinde olmaktır. Din olarak İslam’dan razı olmak demek, İslâm dinini, ferdî, ailevî, ictimâî olmak üzere bütün yönleriyle hayata taşımak, hayatı İslam’ın nuruyla aydınlatmak, İslam’ın en küçük bir meselesine dahi sahip çıkmaktır.

Resûl olarak Hz. Muhammed’den (sas) razı olmak demek, O’nun Allah’ın elçisi olduğunu bütün bir gönlüyle kabul etmek, O’nun sünnetini, emir ve tavsiyelerini, kendi arzu ve heveslerimizin üstünde tutup gönül huzuru içinde yerine getirmek, kendi akıl ve muhakememizi O’nun öğretilerini anlama, kavrama ve hikmetlerini ortaya çıkarma yolunda kullanmaktır. Rıza ufkuna ulaşma kolay bir iş değildir ama her müslüman o ufka ulaşmayı kendine bir hedef bir gaye haline getirmelidir. Bu ufka ulaşma ilk başta kişinin irade ve gayretini ortaya koymasıyla başlar. Netice itibarıyla rıza Allah’ın bir lutfü bir mevhibesidir. Bu ufka ulaşma zamanla olacak bir mesele. Kul, tefekkür, ibadet, sabır, cehd ve gayretleriyle bu ufka ulaşma yolunda çalışır ve nihayet Allah Teâlâ da onu rıza ufkuna ulaştırır. Kul, rıza ufkuna ulaşıp ulaşmadığını, kendini test ederek anlayabilir. Mesela, herhangi bir ibadeti yaparken onu ne maksatla yapıyor, cennet arzusu, cehennem korkusu, dünyalık çıkar, riya vs. için mi yapıyor, yoksa bunların her biri bir tarafa ‘Bu ibadeti sırf Rabbimin emri olduğu için yapıyorum’ diyebiliyor mu? Yine mesela, başına bir sevinçli durum geldiğinde buna vesile olanlara teşekkürün ötesinde onları bir vesile görüp ‘Bu sevinçli hali bana yaşatan Rabbimdir’ deyip gerçek şükrü O’na yapabiliyor mu? Yine başına bir kötülük geldiği zaman bunun sırf Allah’tan geldiğine inanıp o kötülüğü sabırla karşılayabiliyor mu? İşte insanlar bu gibi durumlarda kendi hal ve tavırlarına bakacak ve ne düşündüklerini test edip bunun rızaya uygun olup olmadığına kendileri karar verebilirler.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>