Avrupa’nın en batısında İstanbul izleri

Avrupa’nın en batısında İstanbul izleri

TUĞBA KAPLAN – İSTANBUL

8 Haziran 2013, Cumartesi

Portekiz’de sokakları, yedi tepesi, insanları  ve tarihî birçok özelliğiyle İstanbul’un izlerine rastlamak mümkün.Avrupa’nın en batı ucu Portekiz, diğer Avrupa ülkeleri gibi yaşlanmış olsa da hâlâ sakinliğini, estetiğini ve tarihî dokusunu koruyor.

Avrupa’nın en batısı Portekiz,  yedi tepesi, tarihi yapısı, eski binaları ve daha birçok yönüyle İstanbul’a benziyor. Kavruk tenli insanı, sokak köpekleri, köşe başına bırakılmış çöpleri, dilencileri ve sokakta yatan evsizleriyle kendinizi İstanbul’da hissedip hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Yolumuzun düştüğü bu ülkeyi başkent Lizbon’dan değil de Douro Nehri’nin ağzındaki Porto şehrinden gezmeye başladık. Pazar günü olduğundan mı yoksa şehirdeki gençlerin Avrupa ve yakın ülkelere göçünden mi bilinmez, sokaklarda insana rastlamak oldukça zor. Saat  ilerledikçe sadece eli bastonlu, şık ve  yaşlı insanları görmek Avrupa’nın yaşanmışlığını anımsatıyor. Porto’da pazar günü dahil genel olarak toplu taşımaya rastlamak mümkün değil. Yok değil elbette ama dakikalarca beklemeniz gerekiyor. Tabana kuvvet deyip şehrin sokaklarını yürüyerek gezmek daha keyifli oluyor.

Tarlabaşı’nı anımsatan şehrin, Porto Kalesi’nden görünüşü.

Porto’da Tarlabaşı’nı görmek

Geniş meydanları ve her biri ayrı sanat eseri niteliği taşıyan binaları inceleyerek yürümeye devam ediyoruz. Orijinal dokusundan hiç ödün vermeyen bu tarihi ve büyüleyici şehir 1997’de UNESCO Dünya Miras listesindeki yerini almış bile. Porto Katedrali ve Kalesi’ne doğru çıkarken eski hatta kimisi yanmış bina ve sokak ortasına geçirilen ipe asılmış çamaşırları görüyoruz. Herşeyiyle Tarlabaşı’nı hatırlatan bu görüntüler hem şaşırtıyor hem de gülümsetiyor. Sonra Fransa’nın sembolü olan Paris’teki Eyfel Kulesi’nin kardeşi diye anılan köprüye doğru yürüyoruz.

Fransız mimar, mühendis ve metal yapılar uzmanı Alexandre Gustave Eiffel tarafından 1886’da yapılan 1450 ton ağırlığındaki iki katlı Maria Pia Köprüsü. İki yakayı yukardan demir, aşağıdan karayoluyla bağlıyor. Yaya trafiğine de açık. Haliyle üzerinden yürüyüp şehri temaşa edebileceğiniz bir köprü. Bir an için gözünüzün önüne Haliç’i getirin ve iki yakasında kurulmuş bir şehir düşünün. İşte orası Porto. İstanbul’dan farkı iki yakasının biraz daha yüksek oluşu ve tarihi dokunun korunmuş olması. Köprüden inerek deniz kenarında bir tur attıktan sonra şehrin sembolü olan hediyeliklere bakıp kafelerden birinde kahvenizi içebilirsiniz.

Denizin içindeki Belem Kulesi, Kız Kulesi’ne benzerliğiyle dikkat çekiyor.

Hz. Meryem, Fatima’ya gelirse…

Porto’ya bir gün yeter diye düşünüp akşamüzeri gün batmadan Fatima’ya doğru yola çıkıyoruz. Porto’dan Fatima’ya şehirlerarası otobüsler ve hızlı trenle ulaşmak mümkün. Son tren saatine yetişemeyince otobüsü tercih edip yaklaşık bir buçuk saat sonra Fatima’ya tam güneş batarken varıyoruz. Rivayetlerdeki gibi kalabalık bir güruh göremesek de hikâyesi ve görünüşü etkilemeye yetiyor.

İnanışa göre, 13 Mayıs 1917’de Fatima köyü civarında çobanlık yapan ikisi kardeş, biri yeğen üç çocuk ağacın üstünde ışıltılar saçan bir melek görür. Melek Hz. Meryem’dir. Çocuklara üç kehanette bulunur. “Rusya’da ihtilal olacak, çocuklardan ikisi erken yaşta ölecek, Papa Vatikan’da silahlı saldırıya uğrayacak.” Çocuklar bunları ailelerine ve köy halkına anlatır ancak kimse inanmaz. Buna rağmen her ayın 13’ünde buluşmayı sürdürürler. Sonuçta 13 Ekim 1917’de çocuklarla birlikte bütün halk ağacın etrafında toplanır. Onların deyimiyle Meryem Ana ışıklar saçarak gelir. Şiddetle yağan yağmur birden diner ve 10 dakika boyunca güneş bir yaklaşır bir uzaklaşır. Buna tüm ülkeden toplanıp gelen yaklaşık 70 bin kişi tanık olur. Zaman içinde kehanetler de bir bir gerçekleşir.

Hz. Meryem’in geldiğine inanılan ve Katoliklerin hacca  gittiği Fatima  köyü kilisesi.

1919’da ilk kilise inşa edilir daha sonra 1928’de bazilika inşaatı başlar, 1953’te tamamlanır. Aslında bu mekân bize bakan yönüyle de dikkat çekiyor. Abdi İpekçi suikastıyla tanınan Mehmet Ali Ağca’nın Papa II. Jean Paul suikast girişimi Katolik Kilisesi’nin takviminde Fátima günü olarak yer alıyor. Günümüzde 13 Mayıs ve 13 Ekim’de milyonlarca Katolik tarafından hac amaçlı ziyaret ediliyor.

Lizbon’dan Endülüs etkisi

Fatima’dan kalkan son otobüsle başkent Lizbon’a gece varıyoruz. Ertesi gün hem güneşi yakan Lizbon’u sabah serinliğinde gezebilmek hem de öğle 12.00’den 15.00’e kadar siesta saatinde kapalı yerlere denk gelmemek için erkenden yola çıkıyoruz. Lizbon’da çoğu yeri yürüyerek gezmek mümkün. Fakat bazı yerlere Lizbon’un simgesi nostaljik tramvay ya da sadece trenle geçmeniz gerekebiliyor. Bu durumda şehirde 24 saatlik geçiş kartı sistemiyle sabahtan akşama istediğiniz yere, istediğiniz kadar gidebilmek büyük şans.

Lizbon’un birçok Avrupa şehrinden daha huzurlu, sakin ve keyif veren bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Daha doğrusu Avrupa’nın o temposu yüksek başkentlerinden farklı bir enerjisi var.

Atlantik Okyanusu’na bakan Kaşifler Anıtı. Prens Henry, Vasco da Gama ve 30 kişi.

Şehrin kalbi Rossio bölgesi. Rossio Tren İstasyonu, Ulusal Tiyatro (Teatro Nacional), Dom Pedro ve Restauradores Meydanları hep bu bölgede bulunuyor. Bu meydanlarda gezerken bir zamanlar bu topraklarda Arapların olduğunu hatırlamamak elde değil. 711 yılında Arapların eline geçen şehir, Endülüslüler zamanında gelişip büyümüş. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan gelen Araplar, inşa ettikleri birçok cami ve evin yanı sıra günümüzde Cerca Moura diye adlandırılan yeni şehir surlarını da şehre kazandırmış. Şehir nüfusu Hıristiyan, Müslüman ve Yahudilerden oluşuyormuş.

Müslüman Lizbon’da nüfusun çoğunluğunun anadili olan Arapça resmi dil iken, resmi din İslam’mış. Arap etkisi Lizbon’da hâlâ görülüyor. Şehirdeki birçok yerin adı Arapça’dan kökenli. Örneğin Lizbon’un ayakta kalan en eski mahallesi olan Alfama’nın adı Arapça hamam demek olan ‘el-hamma’dan geliyor. Portekizcede ‘Lizşboa’ diye telaffuz edilen şehir ise adını Arapçada ‘el-Uşbuna’dan alıyor. Şehirde oldukça sık rastlanan mozaiklerin ‘azulejo’ Müslüman tarzında olduğunu öğreniyoruz.

Portekiz Kralı I. Afonso önderliğindeki şövalyelerin Lizbon’u kuşatmasıyla dil, din, kültür hatta sanat dahi değişiyor. Camiler kiliseye çevriliyor. Arap etkisini silebilmek için katedrallere, müzelere hatta normal binalara varıncaya kadar birçok yer Roma, Gotik ve Barok mimari, modern-postmodern tarzla inşa ediliyor.

Bu asansörler sokakta

Rossio’dan denize doğru inen irili ufaklı caddeler ise Lizbon’u Lizbon yapan caddeler. Şık mağaza ve butiklerle süslü bu mekanlarda gezerken, önce yıllarca kralların yazlık mekanları olarak kullanılan Kraliyet sarayına, daha sonra Portekizlilerin denizcilik geçmişinin göstergesi Oceanarium akvaryumuna uğramadan geçmeyin. Sahile inmeden tam anlamıyla geçmişe yolculuğa çıkmak için, tarihi tepe olarak kabul edilen Alfama’ya gidiyoruz.

Dar ve dik sokaklardan Portekiz’in Fado müziği eşliğinde, 28 numaralı tramvayla tepeye doğru çıkıyoruz. Oradan inip Lizbon manzarasını seyretmek için, şehrin bir diğer yüksek tepesinde bulunan Sao Jorge Kalesi’nden de deniz manzarası eşliğinde şehri dinliyoruz. Adını sıkça duyduğumuz Baixa yani sahil bölgesine gelmeden Santa Justa sokağında bulunan 1911’de yapılan demir Santa Justa asansörüne biniyoruz. Lizbon’da bulunan asansörlerin en ünlüsü. Şehirdeki birçok asansör gibi bu da binaların içinde değil dışında bulunuyor. Asansörler genellikle turistik amaçlı olarak kullanılıyor.

Akşam 7’den sonra hayat duruyor

Baixa’dan sonra şehrin bir başka meşhur semtine gidiyoruz tramvayla. Sakin, huzurlu ve estetik bu semtin adı Belem. Hiç vakit kaybetmeden Belem Kulesi’ni ziyaret ediyoruz. Kızkulesine benzetebilirsiniz ilk bakışta. Gotik mimari özelliği taşıyan bir yapı. Denizin içinde olan bu yapı, eskiden sefere çıkan denizcileri gözlemleyebilmek için inşa edilmiş.

İmparatorluğunu denizaşırı ülkelerde kurmuş bir halk olarak deniz Portekiz halkı için ayrı bir önem taşıyor. Yüzlerini denize çevirmiş bir halk Portekizliler. Atlantik Okyanusu’na doğru bakan ‘Kâşifler Anıtı’ bunun en güzel örneği. Lizbon ve Belem sahillerinde dikkat çeken şey bir yakayı öbürüne bağlayan Lizbon’un sembolü olan köprüleri. Bir de Brezilya’nın Portekiz’e hediye ettiği İsa Heykeli. Bu heykel yüksek bir binanın tepesinde bulunuyor. Lizbon’da oldukça meşhur olan asansörlerle bu yüksek binanın en tepesine çıkıp seyre dalabiliyorsunuz.

Bu arada önemli bir not. Portekiz’de akşam 7’den sonra hayat duruyor. Otobüsler akşam 8’e, trenler 10’a kadar çalışıyor. Bu sebeple gece gezebilme şansınız çok düşük. Gezi planınızı buna göre ayarlamanızda fayda var.

Portekiz’e dair

Ne yenir? Portekizlerin mutfağı deniz ürünlerinden oluşuyor. Et ve tavuğa göre daha güvenli olan balık türlerini tercih edebilirsiniz. Özellikle somon balığı alternatif akşam yemeği olabilir. Kruvasanlar kahvaltının vazgeçilmezi. En önemlisi Belem’le bütünleşen Pastèis de Belém adındaki minik Belem pastasını yemeden dönmeyin.

Ne alınır? Danteller, mavi çini tabaklar, Lizbon’un simgesi biblo, magnet ya da içli Fado CD’leri tercih edebilirsiniz. Bunun dışında Maderia’ya giderseniz egzotik çiçekler ilginç olabilir.

Ne zaman gidilir? İlkbahar-sonbahar arası her ayda gidilebilir. Elbette mayıs-haziran ve eylül daha uygun.

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>