Beni Kime Emanet Ediyorsun RTÜK Amca?

Çarpık ilişkiler, ahlâk dışı, şiddet içeren ve kötüye özendiren birçok görüntü, her akşam farklı bir senaryoya bürünerek ziyaretimize geliyor. Her sezon toplumsal yapıyı dejenere edecek dizi furyasına yenileri ekleniyor. İş dizilerle kalsa iyi. Kadın programları, reklamlar derken tehlike çizgi filmleri bile çemberine alıyor.

TUĞBA KAPLAN – YENİ BAHAR DERGİSİ | 17 Kasım 2011

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ısrarla göreve çağrılıyor. Ancak Kurul, “hayat tarzına müdahale” tepkilerinden çekindiği için adım atmaya korkuyor. Genellikle sakıncalı yayınlara buzlama yaptırma gibi müdahalelerle yetiniyor. Oysa ekranda görüntüden daha zararlı olan ve zihinleri bulandıran alt metinler devreye giriyor. Bunlar, izleyicileri daha çok etki altına alırken hem genel ahlâk anlayışı hem de dinimizce uygun olmayan yaşam tarzlarını meşru hale getiriyor.Evde vakit geçirsin ya da uslu dursun diye televizyonun şefkatli(!) kollarına bırakılan çocuklar, gün boyu reklam ve çizgi filmlerdeki mesaj-görüntüleri bilinçaltına alarak büyüyor. Tehlikenin bu denli büyümesi 2006’da RTÜK tarafından uygulamaya konulan ‘Akıllı İşaretler’ uygulamasını hafızalarımıza getiriyor. Uygulamanın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen hâlâ tam olarak beklenileni gerçekleştiremeyen bu sistem acaba ne işe yarıyor? 

Sistemin amacı; bireyleri cinsellik, şiddet, olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar gibi zararlı yayın içeriklerine karşı korumak ve görsel-işitsel uyarıda bulunmak. Akıllı işaretler, programların hangi yaş grubuna uygun olduğunu gösteren (7+, 13+, 18+, genel izleyici) ve programlardaki zararlı içerikleri tanımlayan (şiddet/korku, cinsellik, olumsuz örnek olabilecek davranışlar) toplam yedi sembolden oluşuyor. Televizyon ekranı şeklindeki gözbebeği simgesi ise sistemin logosu olan TELE’yi temsil ediyor. Buraya kadar her şey iyi görünüyor. Ancak hangi programa hangi işaretin konulacağını RTÜK değil, televizyon kanalları belirliyor. Hal böyle olunca, çok alâkasız programlara +7 konulabildiği gibi, yasak olanlara da ‘genel izleyici’ sembolü yerleştirilebiliyor. Buna itiraz eden RTÜK, televizyon yetkililerinin, Kurul’un geliştirdiği sistemle, akıllı işaretleri elektronik ortamda kontrollü bir şekilde uyguladıklarını savunuyor. 

Malum hemen her gün ekranda yeni bir riskle karşılaşan halk, bu konuda yaşadığı kafa karışıklığının bir an önce giderilmesini ve RTÜK’ten tüm yetkileri eline almasını bekliyor. Fakat bu noktada bireye düşen görevlerin de gözardı edilmemesi, televizyonun çeşitli tehlikelerine maruz kalan ve bundan şikâyetçi olanları, öncelikle kumanda kontrolünü iyi yapması gerekiyor. Denetim evde başlamazsa, sonraki aşamalar bu risklerden korunma adına yetersiz kalıyor. Psikolog Çiğdem Alparslan, ekranın risklerini bertaraf edebilmek için ailelere mümkün olduğunca birlikte televizyon seyretmelerini tavsiye ediyor. Zaman zaman çocukla konuşarak zararlı görülen konularda yorum yapıp, “Bu çocuğun arkadaşına vurması çok yanlış değil mi? Konuşarak da problemini çözebilirdi.” gibi öneriler sunmaları gerektiğini anlatıyor.

Akıllı işaretler zorunlu oluyor

Eleştirilere maruz kalan RTÜK, 8 ay önce akıllı işaretleri, haber bültenleri dışında kalan tüm programlara zorunlu tutmaya başladı. Sembol kullanılması zorunlu programların tanıtım ve fragmanlarına da akıllı işaret şartı getirdi. Böylece 23 Nisan 2006’da yayın kuruluşlarının gönüllülük esasına dayalı olarak hayata geçirilen ve uygulanmaması halinde herhangi bir yaptırımı olmayan ‘Akıllı İşaretler Sembol Sistemi’, 3 Mart 2011’de yürürlüğe giren 6112 sayılı yeni RTÜK yasasıyla zorunlu oldu. Sistemi kullanmayan ya da sembolleri yanlış kullanan yayın kuruluşlarının Üst Kurul tarafından cezalandırılabilecek olması, hem uygulamanın devamı hem de ekran tehlikelerinden korunma adına büyük önem taşıyor.

Konu medya okuryazarlığı olunca Üst Kurul’un mevzuatları, Türk izleyicisinin ve dizi yapımcılarının genel tavrına yerinde eleştirilerde bulunan Yenişafak Gazetesi yazarı Sema Karabıyık akla geliyor. Rahatlama bahanesiyle seyredilen pek çok dizinin içerdiği dramatik öğeler sebebiyle insanları nasıl eğlendirdiğine anlam veremeyen Karabıyık, özellikle çocuklar üzerinde derin izler bırakan sihirli dizilerin hâlâ yayında olmasından yakınıyor. O, RTÜK’ün 21.30’da yaptığı ‘Haydi Çocuklar Uykuya’ çağrısının anne-baba televizyon seyretmeye devam ettiği müddetçe faydasız olacağına dikkat çekiyor: “80 metrekare evlerde TV tamamen kapanmadığı sürece bu sefer yatağında, uykuya geçse bile ilk uyku hâlinde televizyonu izlemeye devam ediyor. Anne-babanın yap dediğini değil, yaptığını yapar zaten çocuk. Ekranda onların seyredebileceği bir dizi neredeyse yok. Ama matematiksel bir mantıkla her diziye bir çocuk karakter koydukları için onları kolay yakalıyorlar.”

Karabıyık’a göre, bilinçli izleyici olmak seyredilenle araya mesafe koyabilmek ve teslim olmamaktan geçiyor. Öyle ki, diziler düşünme kapasitesini azaltan bir sistem üzerine kurulu. Seyirci seyrettiği bölüm bitmeden diğer bölümde neler olacağını, olay örgüsünü tahmin etmeye çalışıyor. Sohbet ortamları seyredilen diziler üzerinden şekilleniyor. Sosyal medya, gündemini neredeyse sadece televizyondan özellikle de dizilerden devşiriyor. Aile fertlerinin yakınlarının problemlerine mesafeli duran kişiler, dizi karakterlerinin sorunları üzerine saatlerce konuşarak enerjisini tüketiyor. Dizilerde geçen olayları gerçekmiş gibi izleyen ve kafa yoran seyircinin gerçeklik algısı zamanla tahrip oluyor.
 
‘Evden babam gitsin, televizyon kalsın’

Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan bir diğer isim, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan. Televizyonun insanın psikolojik sağlığına sanal değil, fizyolojik zararları olduğundan bahsediyor Tarhan: ”Dünya da ‘kötü dünya sendromu’nu konuşuyor. Bu sendromda medyanın etkisinde kalan toplumlar, dünyayı nasıl algılıyorlar bu araştırılıyor. Buna en iyi örnek 11 Eylül saldırıları. ABD’de, 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere uçaklarla saldırı yapıldığında bütün Amerika ve dünya travma yaşadı. Olayı ekranlarda izleyenlerde de travma yaşamış gibi bir etki görüldü. İnsanlarda korku ve ‘Ne kadar güvendeyiz?’ sorusu ortaya çıktı.” Medyanın en büyük zaaflarından birinin de olumlu olayları ya maksimize ya da minimize etmek olduğunu savunan Tarhan, bu durumun eğitimli yetişkinler tarafından algılanabildiğini ama gençler ve çocuklarda algı karışıklığına sebep olduğunu vurguluyor. Konuyla ilgili ABD’de 10 yaş grubu çocuklar arasında yapılan ‘Evden babanız mı gitsin televizyon mu gitsin?’ başlıklı araştırmanın sonuçları oldukça ilgi çekici. Araştırmaya katılan çocukların yüzde 67’si ‘Babam gitsin’ diyor. Televizyon evlerde başköşede bulunuyor. Hatta ona ‘büyükbaba’ bile deniliyor. Büyükbaba gibi evin en güzel yerinde oturuyor ve o konuşmaya başlayınca herkes susuyor.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Doç. Dr. Ali Murat Yel ise yayıncılık konusunda sınırsız bir özgürlük olmaması gerektiğini savunuyor. Ona göre TV karşısında seçme yetisi olmayan birçok toplumsal grup var. Dolayısıyla ‘her şeyi özgür bir anlayışla ekrana koy, karşıdaki ister seyretsin ister seyretmesin’ şeklinde düşünülemez. Aksi takdirde şiddet ve cinselliğin sınırsız kullanımının önü açılır. Yel, danışmanlık sistemiyle, sorunun bir nebze de olsa çözüme kavuşacağını düşünenlerden. Zira denetimin devletten bağımsız kurullarca; sansür mantığından farklı ve siyasî yönlendirmeden uzak yapılması gerekiyor. Dolayısıyla her ne kadar son yıllarda en önemli denetime birey kendisinden başlamış olsa da, RTÜK’ten beklentiler yüksek. Bu anlamda yetkililerin yeni çıkan RTÜK yasasını daha da geliştirip kontrolü tam anlamıyla ele alması gerekiyor.

Bu konuda birçok alanda özgürlüğü ön planda tutan Amerika’nın tavrı bile oldukça net. New York’ta RTÜK’ün karşılığı olan Federal Communications Commision’un (FCC) yetkilileri, müstehcenliği yayan ve teşvik eden yayınlar üzerindeki yaptırım gücünü her yanlışta kullanıyor. Amerikan Kongresi, radyo ve televizyon kanallarının müstehcen yayınlarına verilen para cezalarını 10 kat artırıyor. Çalışmalarla çocukların günde kaç saat televizyon izledikleri, filmlerdeki şiddet oranı ve her türlü olumsuz etkilerle ilgili sonuçlar uzmanlar tarafından değerlendirilip rapor halinde üniversiteler, aile-sağlık merkezleri, sivil toplum kuruluşları ve FCC’ye değerlendirilmek üzere gönderiliyor. ABD’de hemen hemen her üniversitede benzer araştırmalar yapılıyor ve ilgili kurumlar bilgilendiriliyor.

Türkiye’de bu çapta, sistemli bir araştırmadan bahsetmek maalesef mümkün değil. Bugün ülkemizde bir çocuğun ne kadar televizyon izlediği, günde, ayda kaç adet şiddet unsuruyla yüz yüze geldiği, nasıl etkilendiği gibi konularda herhangi bir bilgi bankasının bulunmaması da acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Üniversitelerin ilgili bölümlerinde bu alanda elde edilen bir veri yok. Halbuki bütçeden RTÜK’e ayrılan milyonlarca TL’lik paydan bir kısmı kullanılarak akademisyenlerin yapacağı bilimsel çalışmalar desteklenebilir. Şimdi top Üst Kurul’da ve hemen her konuda proje üreten ancak bu konuyu gözardı eden sivil toplum örgütlerinde. Bu sebeple yetkililerin yeni RTÜK Yasası’nı daha da geliştirip, kontrolü tam olarak ele alması gerekiyor.

[email protected]

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>