Dünyadan Uzak, O’na Yakîn

İnsanoğlunun bilgisi arttıkça marifeti ve Allah’a yakınlığı da o nispette artıyor. İnsanî duyguların gelişmesine yardımcı olan yakîn ile O’nun azametinin farkına varıp, sevgisini duymaya ve ‘ahirette yakîn sahibi’ diye anılmaya var mısınız?

 TUĞBA KAPLAN – YENİ BAHAR DERGİSİ / Sayı: 66 | 7 Haziran 2012

Ebû Türâb en-Nahşebî çölde rastladığı bir gençle arasında geçen diyaloğu naklediyor: “Çölde azıksız sefer eden bir delikanlı gördüm. Kendi kendime dedim ki: ‘Eğer bunun yanında ‘yakîn azığı’ yoksa muhakkak helak olur. Kendisine: Ey delikanlı! Böyle yerlerde azıksız mı gezersin?”’ Genç, ‘Ya Şeyh! Kaldır başını! Allah’tan gayri bir şey görüyor musun?’ dedi. Ben de ‘Sen bu mertebeye erdikten sonra istediğin yerde istediğin şekilde gez!’ dedim.”

Zamanın fıkıh âlimi ve İslâm mütefekkiri en-Nahşebi’nin naklettiği bu hadiseyi şimdilerde yaşamak imkânsızmış gibi geliyor. Yine de insan var olduğu sürece,‘bilme’ serüveni de varlığını devam ettiriyor. Nitekim marifete eren ve O’nu bulanlar bu hadise gibi daha nice güzellerine mazhar olabiliyor. Öyle ki, önce kendini bilmeyle başlayan yolculuk, zamanla Allah’ı bulma ve bilmeye doğru ilerliyor. Bu noktada Fatih Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Hüseyin ÖzcanEbû Türâb en-Nahşebî, bizlere, “Kendini bilen, Rabb’ini bilir.” sözünü hatırlatıyor. Tasavvuf edebiyatı dersleri veren Özcan, Cenâb-ı Hakk’ın Yüce Beyan’da “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” ve “Hiç akletmez misiniz?” ayetlerindeki vurguların Hakk’ı bilme ve bulma yolculuğu adına, üzerinde önemle durulması gereken bir nokta olduğunu düşünüyor. Eğer kişinin ilmi arttıkça Allah’a olan imanı ve haşyeti de artıyorsa Allah’ı bulma yolculuğunda sonsuz bir yakîn ile zümrüt tepelerde geziniyor. Zira yakîn, gerçeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile yok olmayacak surette sabit ve kat’i bir itikad ile Allah’ı bulmak ve bilmek demek. Kısacası tanımından da anlaşılacağı üzere sadece mübarek zatlara has bir durum değil yakîn. Rabb’ini bilmek, O’na yaklaşmak isteyen herkesin, kendi çapında da olsa marifet ve muhabbetle erişebileceği bir nokta.

Şekten, şüpheden kurtularak; doğru, sağlam ve kesin bir bilgiye, herhangi bir tereddüde düşmeden ulaşma ve o bilgiyi ruha mal etme anlamına da gelen yakîn, Allahu Teâlâ tarafından Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’da defaatle zikrediliyor. “Ahiret’e yakîn sahibidir onlar.” ayeti Ezelî Kelam’da Bakara, Lokman ve Neml sûrelerinde geçiyor. Bunun yanı sıra, Hz. Ali (ra) “İmân ağaç gibi olup; kökü yakîn, dalı takvâ, nûru hayâ, meyvesi cömertliktir.” diyor. Bu ifadeden anlıyoruz ki yakînin en azı bile kalbi nurlarla dolduracak, tereddüt, sis ve dumanları silip süpürecek, insanın iç dünyasında, sevinç ve revh-ü reyhan esintileri meydana getirecek güce sahip. Yani dünya zilletinden kurtuldukça insan, uhrevî işlerde bu mertebeye ermenin izzetini tadıyor. Hz. Ali, bu izzeti sürekli tattığını, “Perde açılsa yakînim ziyadeleşmez. Zira ben devamlı yakîn içindeyim.” sözleriyle dile getiriyor. Böyle zatlar hem ahiret hem de dünya işlerinde her iki dünyayı yakînen müşahede ediyor. Fethullah Gülen Hocaefendi, yakîne erme sürecinde kişinin birtakım sıkıntılara maruz kalabileceğini, imanın bu derecesinin başlangıç itibariyle biraz tozlu dumanlı ve huzursuzluk esintilerine açık olduğunu ifade ediyor. Bu merhaleye ulaşınca ise kişinin, tasavvurlar üstü bir huzurla iç içe olduğunu müjdeliyor.

İlme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn…

Cenâb-ı Hakk’ın İlahî Beyan’da, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) de bazı hadis-i şeriflerinde naklettiği yakîn üç ayrı bölümde ele alınıyor. Bir insanın, ilmî istidlal yoluyla herhangi bir mevzuda elde ettiği kesin bilgiye ‘ilme’l-yakîn’, gözüyle kulağıyla ve diğer salim duygularıyla ulaştığı marifete ‘ayne’l-yakîn’, istidlal ve müşahede üstü ve doğrudan doğruya onun vicdanına gelen, vicdanından fışkıran ve bütün zahir-batın duygularının ufkunu saran irfana da ‘hakka’l-yakîn’ deniliyor. Yani bir insanın ölmeden ölümü bilmesi ilme’l-yakîn, gözünden perdenin kaldırılıp canını almaya gelen melekleri görmesi ve sekerat öncesi bir kısım metafizik hadiselere şahit olması ayne’l-yakîn, ölümün kendine has keyfiyetini tadıp duyması da hakka’l-yakîn mertebesine örnek teşkil ediyor. Daha anlaşılır bir ifadeyle, mü’min kardeşini sevmesi gerektiğine inanan bir insan, buna inandığı ve bildiği için bu sevgide ilme’l-yakîne ulaşıyor. Mü’mini sevmenin hazzını ruhunda duymaya başladığı anda ayne’l-yakîne, kendi nefsi için istediğini mü’min kardeşi için de isteme noktasına geldiğinde ise hakka’l-yakîne eriyor.

Büyük İslâm âlimlerinden İmam-ı Rabbanî Hazretleri, yakîni hakikati bulma üzerinden değerlendiriyor.

[email protected]

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

1 Response

  1. newnaacal diyor ki:

    hakkal yakin, tefekkür ve meditasyon yoluyla Allah’a yaklaşmaktır diyebiliriz.

newnaacal için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>