Hükümete En Büyük Muhalefeti Muhafazakârlar Yapıyor

yildiray

 

Genç bir sivil olarak tanıdığımız Yıldıray Oğur’un master tezi, ‘Ey Özgürlük!’ ismiyle kitaplaştırıldı. Türkiye’nin 100 yıllık özgürlük tarihine ışık tutan kitabı vesiliesiyle Oğur ile bir araya geldik.

TUĞBA KAPLAN – 9 Aralık 2012

“Her ağacın kurdu özünden olur.” diyen Oğur, günün birinde AK Parti’nin alternatifinin de içinden çıkacağına inanıyor.

Master teziniz  “Ey Özgürlük!” ismiyle okuyucuların karşısında. Kitap olarak sunma maksadınız neydi?

Kötü bir maksadım yoktu. YÖK’ün tozlu raflarında altı yıldır beklemekte olan tezi basma fikri Ufuk Kitapları’ndan Onur Atalay’dan geldi. Biraz direndikten sonra kabul ettim,  yoksa altı yıl önce “200 yıldır modernleşen bir ülke neden demokratikleşemiyor?” sorusuyla dertlenen heyecanlı gence haksızlık olacaktı. Özgürlük aslında herkesin bildiği hatta talep ettiği ama üzerinde pek düşünülmeyen kavramlardan biri. Aslında kavramlar en bakir felsefi metin olan dilde yaşıyor. O yüzden yaratıldıkları dünya ve siyaset hakkında bize, aynı dönemlerle ilgili siyasi, felsefi tartışmalardan daha çıplak ve derin şeyler anlatıyor.

Daha kitabı açmadan, kapağında gördüğümüz “Serbestiyet, hürriyet ve özgürlük üç farklı şeydir.” ifadesi dikkatimizi çekiyor. Birbiriyle eşanlamlı bu kelimelerin farklılığı nedir?

Kitap, Türkiye’nin 100 yıllık özgürlük tarihini serbestiyet-hürriyet–özgürlük kavramlarının izlerini takip ederek anlatmaya çalışıyor. Fransız Devrimi’nden sonra ‘liberté’ (özgürlük) kavramı Osmanlı kapılarını zorladığında Osmanlı devlet adamları onu “serbestiyet” kelimesiyle ifade ettiler. Liberté için Farsça ser-bes yani başıboş gibi pejoratif bir kelimenin seçilmesi tesadüf değildi. Aynı tarihlerde Avrupa’da da liberté’nin de pek itibarı kalmamıştı. Giyotinde devrimin öncülerinden Madam Roland’a “Ey özgürlük senin adına ne cinayetler işleniyor”, Marx’a din için “kalpsiz dünyanın kalbi” dedirten, devrimci altüst oluşlara karşı muhafazakâr tepkinin yükselişe geçtiği bir dönem bu. Liberté imparatorluklar için ayrıca tebaların bağımsızlık talepleri açısından beka kaygısını tetikleyen tehlikeli bir kavramdı.

Osmanlı’nın kapılarını zorladı derken…

Tanzimat, Osmanlı Devleti’nin bu devrimci dalgaya karşı diğer imparatorluklar gibi kendini korumaya çalışmasıydı. Fransa’da Kolbertizm, Avusturya’da Kamaralizm neyse Tanzimat devlet adamları da benzer bir modern, merkezi teknokratik devlet mekanizması kurmaya çalıştılar. Bu, aynı zamanda devrimlerle kontrol ve nüfuz edilmesi gereken politik bir güç olarak ortaya çıkan “halkı” yönetme ihtiyacından da kaynaklanıyordu. Tanzimat’la devlet daha çok görünür oldu. Nüfus sayımı, vergi sistemi, askerlik, demiryolu, telgraf ağlarıyla, hatta II. Mahmut’un fotoğraflarını devlet dairelerine astırması, yurt gezilerine çıkmasıyla iktidar daha görünür ve hissedilir olmaya başladı. İlginç olan da bunun “serbestiyet”e yani anarşiye, kaosa karşı yapılmış olması.

Muhalifler ne yapıyor?

Yeni Osmanlıların istibdat dedikleri de aslında kendini daha çok hissettiren bu yeni modern ve merkezi devlet. Namık Kemal, “Eskiden ulema, padişah, vüzera vardı. Şimdi her kararı Babıali alıyor, her şeyi Babıali yapıyor.” diye itiraz ediyor buna. Tanzimat paşaları hem çok sert hem de sonradan bir klişe haline gelecek “Frenk mukallidi” diye eleştiriliyor. En büyük eylem Sadrazam Âli Paşa’nın cenazesinde imam “Nasıl bilirdiniz?” diye sorunca cemaatin susması. İkinci kez de bir ses çıkmıyor, o kadar sevilmiyor adam yani. Halktan gelen bu ve benzeri eleştiriler karşısında devlet bu kez kendini anlatmak için ilk resmî gazeteyi çıkarıyor.

İktidar bu gazeteyi çıkararak bir anlamda kendi ayağına sıkmıyor mu?

Kesinlikle. Bir kumar oynuyor. Çünkü böylece derdini anlatması, ikna etmesi gereken meşruiyetinin kaynağı bir halkın varlığını kabullenmiş oluyor. Ortaya devletle karşı karşıya gelinecek bir tartışma zemini çıkıyor. Tabii muhalifler de gazete çıkarıyor. İşte hürriyet, hem bu baskıcı iktidara karşı, hem de onun açtığı kamusal alanda, hem bir kavram, hem de somut bir talep olarak ortaya çıkıyor.

Bu kez benimseniyor mu?

Evet, çünkü daha pozitif ve İslami bir anlam dünyasına atıf yapıyor. Bir tür Batı-dışı modernlik tecrübesi. Zaten özgürlük kedilerin bile düşkün olabildikleri, salt bir kavram değil bir duyuş, hal. Yani sadece Batı’ya ve belli bir tarihselliğe ait değil evrensel ve mekânsız bir kavram. ‘Yeni Osmanlılar’, uğruna hapis yattıkları, yurtdışına kaçtıkları, gazeteler çıkardıkları, Namık Kemal’in didar-ı aşkıyla yanıp kavrulduğu bir kavram. Hürriyet, siyasi bir kavram.

HÜKÜMET STATÜKOYA ÇOK GOL ATTI

 

Anlattıklarınıza bakılırsa özgürlük bizim için hep hayal olarak kalacak…

Aslında son 10 yılda bu konuda büyük bir kırılma yaşandı. AK Parti bu kırılmanın başında geliyor. Ayrıca muhafazakâr kesimin de demokratikleşme sürecine öncülük etmesi Kemalist iktidarın üzerine kurulduğu modernleşme/demokrasi dikotomisini yıktı.

Çatışmaya rağmen Türkiye’nin önü açık mı?

Son 10 yıldır Türkiye’de, son 2 yıldır da Ortadoğu’da bu çelişkinin kırılması çok hayatidir. Dindarlar demokrasi ve özgürlük isteyerek Ortadoğu’da laik otoriter iktidarları ayakta tutan, Batı’dan meşruiyetlerini sağlayan “İslamcılar gelirse geriye gideriz” korkusunu parçaladı. AK Parti iktidara geldi. Avrupa Birliği süreci hızlandı, Türkiye sivilleşmeye ve demokratikleşmeye başladı. AK Parti son seçimlerde dâhil hep liberal demokrat programlarla çıktı seçmenin önüne. Bunun karşısında statükocular kontrpiyede kaldı. Bütün hayatı boyunca Batılılaşmayı savunmuş adamlar ilk başta AB sürecindeki adımlara karşı çıkmaya utandılar. Çünkü Atatürk’ün muasır medeniyetler hedefi dediği AB’ydi işte dediğinde söyleyecek bir şeyleri yoktu. Bu kontrpiyede hükümet statükoya epey gol attı. Ulusalcılık, daha sonra Batı’nın Kemalistlere ihanetiyle ortaya çıktı. Terk edilmiş bir âşığın öf anı.

10 yıldır bu duruş ve söylemle ilerledi. Şimdi izlenen yolu, üslubu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu konuda Başbakan’ın günlük konuşmalarına değil, genel trende bakıyorum.  Onlara bakıp, her gün yazı yazan ama 10 yıllık analizler, totolojiler yapmaya kalkan herkese de böyle yapmalarını tavsiye ederim. Türkiye, şu anda yeni bir anayasa yapmak üzere masaya oturmuş durumda. Darbeler yargılanıyor. Kürt meselesinde adımlar atılıyor, müzakere seçeneği zorlanıyor. Anayasadan Türk maddesini kaldırıp yerine TC vatandaşlığını koyma iradesi bile AK Parti’yi Türk-İslam sentezci, milliyetçi bir parti diye kategorize etmemeye yeter. Yani bu trend hâlâ daha bana demokratikleşmeyi gösteriyor. Muhteşem Yüzyıl yasaklanırsa belki değişir fikrim.

Türkiye “AB’den yüzünü çevirdi, Ortadoğu’ya yöneldi” iddiaları var.

Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelmesi zamanın ruhuyla alâkalı. Mesela Obama’nın konuşmalarına bakın, Avrupa’dan çok Ortadoğu diyor. Tıpkı Erdoğan gibi. Yani Obama, Avrupa’dan kopmuş mu oluyor? Zamanın ruhu desek buna nasıl olur?

Yani Türkiye  Batı motivasyonu olmadan ilerleyebiliyor…

Türkiye eskiden Batılı ülke taklidi yapan onu da beceremeyen komik bir ülkeydi. Şimdi gerçek yüzüyle Batı’nın karşısında. Dindar bir toplum, başörtülü eşleri olan dindar yöneticiler ama Batılı bir siyasi hayat. Bence Batı buna daha önceki yarı otoriter laik Kemalist Türkiye’den daha çok saygı duyuyor. Bu yüzden harika İngilizce konuşan Tansu Çiller, anadili gibi Almanca konuşan Mesut Yılmaz değil, dil bilmeyen Tayyip Erdoğan Batılı liderlerin yakın dostluklarını kazandı.

Bütün bunlara güvenildiği için mi geri adım atıldı?

Karşısında gizli planları ortalıklara saçılmış balon bir ordu, fos bir muhalefet, hemen aks değiştirmeye çalışan bir medya ve İslamofobiklikten memleketi okumaktan vazgeçmiş aydınlar ve yaşam tarzı ideolojileri için çıkarlarını bile savunmaktan vazgeçmiş burjuvaziyi gören iktidarda bütün bu başarılar tabii ki bir özgüven patlamasına neden oldu. Ama ilginç bir şey oldu. İktidar bu havaya girdikçe karşısında hiç beklemediği yerden bir refleks görmeye başladı. Bu refleks laiklerden ya da muhalefetten gelmiyor. Bence o cephe düşmanlaştırmaktan, ötekileştirmekten, sürekli sıfırcı hoca gibi davranmaktan, laik fabrika ayarlarından dolayı iktidar üzerindeki bütün dönüştürücü etkisini kaybetti. Şu anda hükümeti en rahatsız eden, en çok durup düşündüren muhalefeti dindarlar yapıyor. Mesela Çamlıca Camii hususunda Hürriyet’te yazan bir köşe yazarının sözleri sivrisinek etkisi yaparken, Yeni Şafak gazetesinde Dücane Cündioğlu’nun camiyi eleştiren yazısının sürmanşet olması hükümeti durup düşündürüyor. “Her ağacın kurdu özünden olur” diye bir söz vardır. Aynen öyle oluyor. Yani günün birinde AKP’nin alternatifi de içinden çıkacak yani. Çünkü Türkiye’de değişimin motoru hâlâ dindarlar.

Taraf gazetesinin son zamanlardaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çinli devrimcilerden Çu En Lay’a “Fransız Devrimi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sormuşlar, cevap vermiş: ‘Konuşmak için çok erken.’ Taraf’la ilgili görüşlerimi zaten Taraf’ta yazıyorum. Gerisini artık 40 yıl sonra çıkacak “Ben Taraf’ı Çok Sevmiştim” kitabımda yazarım…

ÖZGÜRLÜK, HİÇBİR ZAMAN İKTİDAR SÖYLEMİ OLMADI 

Ülke olarak yapılan her yenilikte, atılan her adımda özgürlüğe bir adım daha yaklaştığımız söyleniyor. Biz bu kadar yaklaşırken, özgürlük bizden uzaklaşıyor mu?

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabında vardır böyle bir sitem; “Ben ömrü hayatımda 6-7 defa hürriyetin geldiğini duydum. Hep bayram ettik, kutladık ama kimse bana gittiğini söylemeden gitti. Herhalde biz ona yeterince sahip çıkamadık ki, gelip gitti.” diye. Haklı. Çünkü 200 yıldır bize özgürleştiğimiz, modernleştiğimiz söyleniyor ama nedense bu modernleşmeden özgürlük, demokrasi çıkmadı.

Neden?

Türkiye’nin modernleşme tarihinde modernleşme/özgürlüşme ile özgürlük/demokrasi arasında büyük bir çelişki var. Türkiye’nin modernleşmecileri Jön Türklerden beri demokrasinin, siyasal özgürlüklerin önüne öncelikli halledilmesi gereken bir esas sorun olarak benim ‘Kültür Sorunu’ diye Arendt’in ‘Sosyal Sorun’ kavramından tercüme ettiğim şeyi koydular. Yani önce medenileşmeliyiz, Batılılaşmalıyız ancak ondan sonra demokrasiye ancak siyasal özgürlükleri hak edebiliriz. Bu projede toplum bu projenin ancak nesnesi olabilir. Demokrasi ise önce toplumun özne olması demektir. Çelişki burada. Cumhuriyet’in, hürriyetin yerine bulduğu özgürlük kavramına bakın. Öz-gür. Özü gürleştirme. Yani hürriyet siyasi bir meseleden, talepten insanın iç dünyasına ilişkin felsefi bir meseleye geri gönderildi. Aslında Cumhuriyet, hürriyeti özgürlük kelimesiyle hapsetti.

Türkiye’de siyaset hep özgürlük üzerinde yapılıyor…

Türkiye’de özgürlük bir muhalefet söylemi. İktidarı kaybedenlerin, aşağıda olanların talep ettiği, dilinden düşürmediği bir kavram. Ama iktidara geldiklerine unuttukları bir kavram. İktidar ideolojisi olamıyor özgürlük.

[email protected]

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>