Medya bu kadar kötü olmamıştı

Medya bu kadar kötü olmamıştı

TUĞBA KAPLAN

26 Ocak 2014, Pazar

Yıllarca çalıştığı TRT’nin her iktidar döneminde özerkliğini biraz daha kaybettiğini düşünen gazeteci Zeki  Sözer, halkın sesi olması gereken bir kurumun iktidarların sözcüsü haline geldiğini anlatıyor yeni çıkan kitabında.

Türkiye’de ne zaman siyaset karışsa, ‘aman halk öğrenmesin’ psikolojisiyle önce medya kontrol altına alındı yıllarca. Geçmişten beri 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan, Ergenekon-Balyoz davaları gibi tarihi olaylarda, tarafgirlik yapanlar medyanın olan biteni yazmasını istemedi. İstemekle kalmayıp, çoğu zaman maddi-manevi baskı da uyguladı. Bugüne geldiğimizde ise yolsuzluk iddiası operasyonuna getirilen yayın yasağı, işten çıkarılanlar, tasfiyeler, yalan haberler, kara propaganda, medyanın düştüğü içler acısı durumu gözler önüne seriyor. Böyle bir dönemde, geçmişten bugüne medyanın ahvalini gazeteci Zeki Sözer’den dinledik. Zeki Sözer, Türkiye’deki BBC eğitimli ilk televizyon prodüktörü, TRT’nin ilk haber müdürü ve televizyon dairesi başkanı. Sözer, Doğan Kitap’tan çıkan ‘Halkın Sesinden İktidarın Borazanına’ isimli kitabını, TRT’de geçen 12 yılını, ilk televizyon yayınları hikayesini, gündeme ve bugünün medyasına dair düşüncelerini anlattı.

TRT’nin her iktidar döneminde özerkliğini biraz daha kaybettiğini söylüyorsunuz. Bu tespitinizi neye dayanarak yaptınız?

Yaşayarak. TRT’den önce Falih Rıfkı Atay ve Bedii Faik’in sahibi olduğu Dünya Gazetesi’nin Ankara bürosunun şefiydim. Sonra bazı sıkıntılar yaşayınca, gazeteci arkadaşım Doğan Kasaroğlu beni TRT’ye davet etti. TRT’nin kuruluşunda görev aldım. Yayın hayatına 31 Ocak 1968 Çarşamba günü başladığında haber dairesi başkanı Celal Aygen, Doğan Kasaroğlu, spiker Zafer Cilasun ve ben küçük bir odanın içinde başladık. İlk iş olarak BBC’nin yayın tarzını inceleyip, onu örnek almaya çalıştım. Ne yapıyorsak ilkti. Bu ilginç geldi bana ve heyecan vericiydi.

BBC’yi incelerken, ilk ön plana çıkan anlayış neydi?

Sadece BBC’ye değil Fransa, İtalya ve Almanya’daki kamu yayıncılığı yapan kanallara da baktık. TRT de tıpkı bunlar gibi ‘kamu hizmeti yayıncılığı’ yapmakla görevlendirilmiş. Hem anayasada hem de kendi kanununda. Bunun anlamı tıpkı mahkeme, emniyet, hastane ve üniversiteler gibi kamu hizmeti yapan, yani geliri halktan toplanan vergilerle sağlanan bir kurum. Bu durumda halkın vergileriyle kurulmuş bir kurumda çalışanların, halk arasında bir ayrım yapması söz konusu olamaz. Her ideolojiye, siyasi düşünceye, partiye ve kuruma aynı mesafede olmak zorunda. Elbette ki insanların fikirleri olabilir ancak kamu kurumunda çalışıyorsanız duygular, ideoloji kontrol edilmeli. Bu sebeple hep hak, hukuk ve adaletle çalışmaya gayret ettim.

Özerklikten rahatsız olanlar var mıydı?

Olmaz mı? Ne yazsak kimse memnun olmuyordu. Herkes sadece kendi sesi duyulsun istiyordu. Süleyman Demirel ve iktidarı TRT’nin özerkliğini kaldırmak için çok uğraştı. Muhalefet, diğer kişi ya da kurumlar o kadar baskı kuramadılar. Ama düşünün her şey iktidarın elinde. Ekonomik olarak bağımlısınız. Maaşlar gecikiyor, stüdyo açılacak, kamera alınacak engel çıkıyor. Bakanlardan tehdit telefonları, bildiriler geliyordu.

12 Mart Muhtırası TRT’ye nasıl geldi, nasıl okutuldu?

O yıllarda ben TV haberleri müdürüyüm. 12 Mart sabahı haber müdürümüz Doğan Kasaroğlu, ‘Bir dakika gelir misin, bir şeyler oluyor.’ dedi. Aşağı indim baktım, odada MİT’te çalıştığını bildiğimiz biri duruyor. Sonra Genelkurmay’dan bir telefon geldi. ‘Saat 13 bülteninde bir bildiri okunacak, onun için hazırlığınızı yapın.’ Spiker Çetin Çeki hazırlandı, bekliyor. General Musa Öğün, yanında Hava ve Deniz Kuvvetleri’nden birer albay, saat 13.00’e doğru ellerinde sarı bir zarfla geldiler. Yüzleri bembeyaz. O an tarihi bir ana şahitlik ettiğimi anladım. Ve ‘Paşam, izin verirseniz bir kamera getireyim bunu kayda alalım.’ dedim. İstemedi. Okunmadan gitmeyeceklerini anladık. Metin okunduktan sonra gittiler. O güne ait kapıdan çıkarken bir fotoğrafları var sadece.

Muhtıradan sonra neler oldu TRT’de?

Özerklik yanlısı genel müdürümüz gitti, onun yerine Tuğgeneral Musa Öğün geldi. Pek çok arkadaşımız görevden ayrılmak zorunda kaldı. Yıllar geçti Musa Öğün ayrıldı. TRT’ye Ecevit-Erbakan hükümetinin atadığı İsmail Cem geldi. Düşünebiliyor musunuz, halkın kurumunda bir atanmış. Ne işi vardı anlamıyorum? İlkesel olarak yanlıştı. Özerklikte olmaması lazımdı. 47 yılda 14 genel müdür oldu. Çünkü iktidar 14 kez değişti. Oysa her iktidarın kendi genel müdürü gibi bir durum olamaz.

12 Eylül darbe metninin okunmasına da ev sahipliği yaptı TRT. O günler nasıldı?

Her ihtilal metninin yayınlandığı yer TRT. Özel televizyon olmayınca 12 Eylül’de de asker ihtilal haberini TRT’den duyurdu. Kenan Evren dönemin genel müdürünü de görevden aldı, yerine emekli bir general geldi. 12 Eylül’den sonra TRT iflah olmadı, 93’e kadar. Çiller döneminde özerk oldu tekrar. Anayasa’da da böyle belirtildi.

Peki, bugünün Türkiye’sinde gazetecilik yapmak ister miydiniz?

Hayır, asla. Yeni nesil gazetecilere, genç meslektaşlarıma üzülüyorum. Onların yerinde olmak istemezdim.

Bugün de, geçmişteki gibi kriz dönemlerinde işten çıkarılan gazeteciler var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mevcut iktidar, bırakın TRT gibi bütçesini parlamentodan geçirdiği kamu kuruluşunu, özel radyo, TV ve gazetelerin de hâkimiyetini ele geçirmiş durumda. Bugün bütün medya kuruluşları kendilerini iktidarın hizmetinde olmak zorunda hissediyor. Bu zorunluluğun içinde korkuyla beraber birtakım menfaat ilişkileri de var. Hükümet aleyhine yayın yapıldığı anda, o medya kurumlarının üzerine çöreklenildiği, baskı kurulduğu ortada.

Türkiye’de medya ve basın mensupları itibarını yeniden kazanabilir mi?

Başından beri savunduğum ‘özerklik’le, sağlam karakter ve disiplinle mümkün. Çare bu. Geçmişten bugüne gelen başbakanlar bence kendi menfaatlerini düşünseler bu kurumu özerk yaparlar. Çünkü özerk olursa, o zaman icraatın içinden konuşması daha itibarlı olur. Yani kurum itibarlı olursa, orada söylenen şeyler de o kadar itibarlı olur. BBC o yüzden tüm dünyada hâlâ itibarlı. Çünkü o terbiyeyi almış, disiplinli insanlar çalışıyor. Ama bizim politikacılarımız bunun farkında değil. Bence dünya basını iyi incelenmeli, örnek alınmalı. Şimdilerde duyuyorum internete sansür, kısıtlama gibi yönetmelik yapmaya çalışıyorlar. Bu tarz yasakçı zihniyetten vazgeçmeliler. Yolsuzluk iddiası operasyonuna yayın yasağı getiriliyor, bunlar diktatörlerin yönettiği ülkelerin uygulamaları. Aynı uygulama şu an Çin’de de var.

İşten çıkarılanların alnında ‘F’  harfi mi yazıyor?

AB normlarının üzerinde çok duruyorsunuz kitapta. Bu normlara göre bir yayıncılık yapabilir mi TRT?

Elbette. AB normlarına göre kamu hizmeti yayıncılığı yapan kurumun, devlet tarafından desteklenmesi, yaşatılması gerekir. Ama onu hizmetine ya da kontrolü altına almaması gerektiği vurgulanıyor özetle. Genel müdürü aday gösterecek  her kesimin tesilcisinin olduğu bir kurul oluşturulabilir. TRT ilk kurulurken zaten bu şekilde seçildi genel müdürü. Çözüm özerklik.

Halkın sesi olması gereken TRT’nin kuruluş yıllarındaki itibarı kaldı mı? Sizin gözünüzde TRT nerede?

TRT bugün sözde özerk. Özerk olduğunu söylemek fantezi olur. Ben bile seyretmiyorum. Bile derken, içim yanarak söylüyorum. Yıllarca hizmet verdiğim bir kurumun bu hale gelmiş olması beni üzüyor. En son 800 kişi çıkarılmış işten. Neye dayanarak çıkarılıyor bunlar? Alınlarında ‘F’ harfi mi yazıyor? ‘Fethullahçıyım ben’ mi yazıyor? Değilse, demek ki siz bu insanları yargıda, emniyette ya da medyada işten çıkarılan, yeri değiştirilen isimleri yıllarca fişlemişsiniz. Bu insan haklarına aykırı. Yolsuzluk iddiasının çıktığı ilk günlerde haber dairesi başkanı olan çocuğu aldılar (Ahmet Böken’i kastediyor). Ki o çocuk benim gördüğüm kadarıyla gerçekten TRT Haber adına görevinde kaldığı sürece iyi bir şeyler yapmaya çalıştı, habercilik yaptı.

Gazeteciliğin itibarı ne durumda?

Eskiden gazetecilik prestijli bir işti. Şimdilerde ne itibarı, ne namusu ne de ahlâkı kaldı. 80 yaşındayım ve bu işi hep özerk düşünce ile yapmaya gayret ettim. Çalıştığım dönemleri hatırlıyorum da, biz cennette iş yapmışız. Türk medyası ne ihtilaller, ne kötü kötü günler gördü ama şu son yıllardaki kadar kötü olmamıştı. Yapılan bilimsel araştırmalar da bunu gösteriyor. Her geçen yıl itibarı azalan ve güvensiz meslekler arasında ön sıralarda görünüyor gazetecilik ve basın mensupları. Eskiden bir konu gazeteye haber olmuşsa ‘Gazete yazmış, gazete yazdıysa doğrudur.’ denirdi. Ya da ‘Radyo bile söylemiş’ derdik. Şimdi gazete yazıyor, radyo söylüyorsa, güvenip, inanmak için birkaç defa düşünüyor insan.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>