Meğer çözümsüzlük süreciymiş!

30 yıldır akan kanın durması için sayısız fırsat kaçırıldı. iki yıl önce başlayan ‘çözüm süreci’ de el birliğiyle bitirildi. taraflar parti, örgüt ve şahsi çıkarlar için barış umudunu çözümsüzlük girdabına sürükledi.

2

 

 

 

 

Yıllardır akan kanı durdurmak için atılan her adımla halk, ülkede ve bölgede barış için umutlandı. Eskiye, çatışmaya, ölüme, güvensizliğe dönme endişesi yerini “Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin” duygusuna bıraktı. Kanın durması, 30 yıldır devam eden savaşın bitmesi için sayısız fırsat tanındı. Ama ne yazık ki karşılıklı hatalarla, barış umudu bir kez daha yerini “Yine mi kan dökülecek?” haklı endişesine bıraktı.

İki yıldır devam eden ‘Çözüm Süreci’nin el birliğiyle bitirilmesine şahitlik ediyoruz, şimdilerde. Oslo görüşmeleri, Dolmabahçe mutabakatı… Akabinde PKK silah bırakıyor, çözüm süreci nihai sonuca ulaşıyor derken ülke bir anda nasıl bu hâle geldi? Bugün PKK terör örgütü sadece bir günde 10’a yakın güvenlik görevlisini şehit ediyor, gün içinde sayısız çatışma yaşanıyor. Öyleyse nerede hata yapıldı? Halkın neredeyse yüzde 70’inin destek verdiği toplumsal barış süreci neden ve nasıl başarıya ulaşamadı?

Yeni bir çözüm sayfası açılmıştı iki yıl önce. Önceki başarısız girişimlerden ders alınacağını, aynı hataların yapılmayacağını umuyordu herkes. Böyle süreçlerin başarıyla sonuçlanması için atılacak adımlardan ve stratejilerden önce tarafların barış konusunda samimi olması gerekiyordu. Dillerde karşılıklı samimiyet ve güven vurgusu vardı önce, ‘barış’ sözü eksik olmuyordu. Ama geldiğimiz noktada çözüm sürecinin neredeyse bütün safhalarında siyasi oyunların, parti yahut kişi çıkarlarının ön plana çıktığı, anlaması güç kararlar alındığı görüldü.

Sürecin ayak bağları

Çözüm sürecinin sona ermesinde kilometre taşları vardı elbette.

2014 Haziran’ında Lice olayları sonrasında, bir PKK sempatizanı Diyarbakır’da İkinci Hava Kuvveti Komutanlığı’nda Türk bayrağını indirdi. Sembolik bir değer olan bayrağın indirilmesi zamanlaması bakımından planlı, hedefe dönük provokatif bir eylem olarak yorumlandı. Hükümet kanadı faturayı PKK yerine İkinci Hava Kuvvet Komutanlığı’ndaki askerlere kesmeyi, askerlerle ilgili soruşturma başlatmayı tercih etti.

Bayrak olayını tetikleyen gelişmeler art arda yaşanıyordu. Ülkenin sınırındaki olaylar bölgeyi etkisi altına almıştı. 6-7 Ekim Kobani olayları bir anda ülkeyi yangın yerine çevirdi. Suriye’de PYD’nin kontrolünde bulunan Kobani kentine IŞİD saldırılarını protesto eden grupların yurt genelinde başlattığı gösterilerde 7 ilde 50’den fazla insan hayatını kaybetti. O günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Kobani düştü düşecek.” açıklamasıyla Kürt vatandaşlardaki duygusal kopuşu hızlandırmış oldu.

Kopuş 2015 genel seçimlerine de somut olarak yansıdı. Kobani olayları tam duruldu derken Hakkâri ve Diyarbakır’dan şehit haberleri geldi. Hakkâri’de elektrik malzemesi almak için çarşıya çıkan iki asker şehit edilmişti. Diyarbakır’da ise hamile eşi ile pazar alışverişine giden Nejat Aydoğdu yüzü maskeli iki kişinin saldırısı sonucu şehit oldu. Yaşananlar normal şartlarda sürecin sonlandırılması, toplumsal kargaşanın ateşlenmesi için yeterken her iki taraftan da “çözüm süreci bitmiştir” açıklaması gelmedi.

PKK silah bırakmayı hiç konuşmadığı gibi, bırakmadı da. 1,5-2 yıllık süre içinde örgüte katılım daha da arttı. Örgüt şehirlere PKK olarak inmeyi başardı. “Ben PKK’nın asayiş ekibiyim, PKK’nın polisiyim.” diyerek kimlik kontrolü yaptı. Yolları kesti, kendi mahkemesini kurdu, yargılama yaptı. PKK açılımı, alana hakimiyeti ve taban genişmelesi için bir araç olarak baktı. PKK’nın etkinliği karşısında ne hükümet ne de güvenlik güçleri net bir pozisyon aldı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, şimdilerde PKK’nın iki ay içinde silah bırakma sözü verdiğini ama iki yıl iki ay geçmesine rağmen sözünü tutmadığından şikayet ediyor. Ama kime; süreci takip etmesi gereken yetkili ve sorumlu organın başı olduğunu hatırlamasında fayda var!

Çözüm süreci ‘durdu, bitti, dondu’ tartışmaları ve ayak bağı olan eylemlere rağmen düşe kalka devam ediyordu süreç. Zor da olsa bir umut vardı çözüme dair. Dolmabahçe mutabakatı umudu daha da artırmıştı. Hazırlanan protokolde izleme heyeti kurulacağı, çözüm sürecinde yeni bir merhaleye geçileceği, bunun sonucunda PKK’nın silah bırakacağı söylendi. 3, 5, 6 ay gibi rakamlar da verildi. Ama bunlara da uyulmadı.

1

Nevruz sonrası silah bırakma için tarih belirlenecekti. İki yıldır ağlamayan analar belki de sonsuza kadar evlat acısıyla ağlamayacaktı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan önce “İzleme heyetini doğru bulmuyorum.” sonra “Ortada masa yoktur.” ve son olarak “Dolmabahçe görüşmesi yanlıştı.” açıklamalarıyla masayı devirmiş oldu.

7 Haziran seçimlerine az bir zaman kala Erdoğan’ın çözüm sürecini hiçe sayan tutumu, milliyetçi oyları almak için yapılmış bir hamle olarak değerlendirildi. PKK terör örgütünü bitiren, Türkiye’de iç barışı, çözümü sağlayan aktör olarak tarihe geçebilme fırsatını, birkaç ay sonraki seçimde seçmenin anlık reaksiyonunu düşünerek tepmiş oldu.

Akabinde Suruç’ta IŞİD’in bombalı saldırısıyla 32 Kürt vatandaş öldürüldü. Hemen ertesinde ise Ceylanpınar’da iki polis evlerinde uykudayken PKK tarafından katledildi. IŞİD’le mücadeleye başlamak üzere olan bir hükümete PKK âdeta “Gel benimle savaş.” diyordu. PKK’nın çatışmayı başlatan kurşunu atmasının sebebi hâlâ tartışmalı. Bunun üzerine çözüm süreci boyunca sessiz kalmakla eleştirilen TSK, Kandil mevzilerini bombalamaya başladı. Ve sonra her yeni gün yeni bir operasyon ve şehit haberiyle başlar oldu.

‘Öcalan popülizmi’ Çare mi?

Âdeta savaş atmosferi yaşanan şu günlerde,  Erdoğan’da, hükümette ve onlara yakın medyadaki söylem değişikliği de gözden kaçmıyor. Yapılan her açıklama, yazılan her yazı Selahattin Demirtaş ve HDP’yi hedef tahtasına oturtuyor. Sanki PKK terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan değilmiş gibi. Hükümet yetkilisinden yandaş yazarına kadar “Öcalan’a güzellemeler” diziliyor. Türk usulü başkanlık hayalleri duvara toslayan iktidarın çareyi ‘Öcalan seviciliği’nde bulduğuna şahitlik ediyoruz hep birlikte.

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “HDP’nin seçimden önce barajı geçmek için yaptığı taktik amaçlı hamleler süreci bu noktaya getirdi. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözü tahrikti. HDP’nin artık yol ayrımına geldiğini düşünüyorum. ” diyor. Ve devam ediyor: “İmralı ile ilgili birimlerimiz görüşürler, o ayrı bir şey. HDP heyeti görüşemez. HDP heyeti bu sürece ihanet etti ve Öcalan adına sürekli yalan söylediler. Öcalan’ı da istismar ettiler. Hangi aktörlerle nasıl olacak? Bunu da yeniden değerlendirmek gerekli.”

Akdoğan’ın bu sözlerine bakarak, “Müzakereler HDP belirli kesimlerin politik hesaplarını bozduğu için bitmiştir.” denilebilir. Öcalan’ın HDP tarafından istismar edildiğini söyleyen Akdoğan, Öcalan yerine görüş beyan etmekte de bir beis görmüyor: “Sürekli Öcalan adına yalan söylüyorlar. Öcalan başkanlık sistemine karşı, Öcalan AK Parti’ye karşı… Külliyen bunlar yalan. Öcalan bunları yakalasa sopayla kovalar diye düşünüyorum.”

Akdoğan’ın bu sözleri seçim sonrası HDP’nin neden hedef hâline getirildiğini gözler önüne seriyor: “Öcalan, Erdoğan’ın başkanlığından yana, Demirtaş karşı.”

Bir başka güzelleme “Siz kim oluyorsunuz da Öcalan’ı itibarsız hâle getirmek istiyorsunuz?” diyen Bülent Arınç’tan gelirken, AKP’li Beşir Atalay ise Öcalan’ı ‘Bütün Kürtlerin lideri’ olarak tanımlıyor.

Hükümet yetkililerinin sözlerini destekleyen açıklamaların ardı arkası kesilmiyor. Bir zamanlar, “Öcalan bu süreçte çok sorumluluk bilinci ile hareket ediyor. Bence çözüm sürecinin ilerleyen aşamalarında Öcalan’ın konumunu Türkiye artık tartışmalı.” diyen Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’yi, “Öcalan, Kürtlerin lideri. Bölgedeki bütün Kürtleri Ankara’ya bağlayabilecek tek siyasi isim. Demirtaş ya da başka biri bunu yapamaz. O zaman tasfiye olması şart!” diyen Takvim gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergün Diler takip ediyor.

Öcalan’a yapılan güzellemelerin konjonktürel, siyasi odaklı olduğunu düşünüyor Ankara Strateji Enstitüsü Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Özcan. Güvenlik ve terör uzmanı Prof. Dr. Özcan, başından itibaren Öcalan’ın tek başına muhatap alınmasına karşı olduğunu belirtiyor ve soruyor: “Öcalan samimiyse 2011’de Oslo görüşmeleri devam ederken devrimci halk savaşını niye başlattı? Şu an böylesine kan akarken neden bu işi durdurun demiyor? Bu bir samimiyet testi. Öcalan’ın kendi çıkarları doğrultusunda hedefleri var. Öcalan’ın samimi şekilde, barış isteğiyle işin içine girdiğini düşünmüyorum.”

Her gün asker ve polislerden şehit haberleri gelirken, iktidara yakın medyanın terör örgütü PKK’nın kurucusu ve lideri Öcalan’a güzellemeler yapması doğrusu çok şaşırtıyor.

Sahada sıkı durulursa masada kazanılır

Son tahlilde çözüm süreci tarafların barışı içselleştirmemesi, birey, parti ve örgüt çıkarlarının her şeyin üstünde tutulması yüzünden sonuçsuz kaldı. Tarafların söylem-eylem tutarsızlığı bize baştan bugünkü fotoğrafı gösteriyordu aslında. Ama her şeye rağmen bir nebze umut vardı. Bugün gelinen noktada  bu umutlar çalınmış görünüyor. Çözüm, barış ve gelecek umudunu çalan sadece bu tutarsızlık değil elbette. Sürecin başından beri yapılan hatalar bu sonu hazırladı.

Peki, neydi o hatalar? Prof. Dr. Sedat Laçiner, uygulama açısından ve stratejik açıdan kendini gösteren hatalara dikkat çekiyor: “Sürecin teknik aşamalarına uyulmadı. Bütün dünyada bu tip süreçler aşamalı ve şartlı olarak yapılırken, Türkiye’de aşamalı bir yol haritası belirlenmedi. Bu, PKK’nın alan hâkimiyetini daha da artırmasını sağladı. Masada görüşmeler yapılırken, sahada mücadele yapılmadı. Oysa sahada sıkı durulursa, masada da sıkı durulabilir. Aksi durumda örgütün insafına kalır işler, sıkıntıya girersiniz.”

Güvenlik güçleri de süreçle beraber ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Kendilerinden ne beklendiğini kestiremediler. Nasıl davranacaklarına dair bir rehber oluşturulamadı. Doğal olarak bu da hem güvenlik hem de istihbaratta büyük zafiyetlere yol açtı. Prof. Dr. Mehmet Özcan bu noktada Sabah gazetesinin “PKK şehirlere 80 bin silah yığdı” haberini hatırlatıyor ve devam ediyor: “Yetkililer silahların şehirlere yığıldığının farkındaydı. Raporlarda da ‘Şehirlere silah yığıyorsunuz.’ şeklinde ifadeler var. 2011 yılındaki MİT görüşmelerinde de Afet Güneş ‘Şehirleri bomba ile dolduruyorsunuz. Farkındayız.’ diyor. Müzakereleri yürüten istihbarat teşkilatı bunların hep farkındaydı. Burada, nasıl olsa kontrol ederiz, düşüncesiyle birlikte, PKK’nın gelmiş olduğu noktayı kaçırmak var. Devlet yetkililerinin açıklamalarına bakınca onların da olan bitenin farkında oldukları görünüyor. Olmaması da mümkün değil. Ama olması gereken; iyi niyeti sürdürürken bunların önlemini almaktı. Benim süreç devam ederken üzerinde durduğum, eleştirdiğim buydu. Yani PKK’nın şehirlere 80 bin silah yığmasına izin verilmemeliydi. Şehir yapılanmasının güçlenmemesi gerekiyordu.”

Süreçte yapılan diğer hata ise Kürt tarafından sadece PKK’nın muhatap alınmasıydı. Örgütle görüşülmesi gereken konular aslında teröristlerin ne olacağı, silahların nasıl, nereye bırakılacağı, toplu entegrasyon sorunlarıydı. Özcan, “Kürt meselesinin muhatabı Meclis’e girmiş bir partiyse, o olmalı.” diyor. Oysa sadece örgüt ve Öcalan üzerinden okumalar yapıldı. Çözüm süreci, HDP ya da DTP’nin liderliğinde, örgütten ziyade bölge halkının temsilcileri ile yürütülse daha geniş tabana yayılırdı. Ve PKK’nın yeniden bir çatışma ortamına kendisini hazırlamasının önüne geçilirdi.

Tabanın temsilcileri, STK’lar devreye girseydi, müzakere heyetinde onlar da olsaydı daha farklı olabilirdi. Ama bu daha zordu. Hükümet kolay olanı seçti. “Öcalan’ı kontrol edersek örgütü, örgüt üzerinden de Kandil’i kontrol ederiz.” mantığı oluştu. Ama Öcalan’ı kontrol edemediler. Bölgenin akil insanları, ileri gelenleri devreye sokulmalıydı. Bu yapılamadı. HDP bu misyondan kendini uzakta tuttu. Çünkü bu iradesini kullanabilecek gücü yoktu.

Müzakerelerin Arap isyanları etkisine göre güncellenmemesi bir başka hata olarak karşımıza çıkıyor.

Müzakere süreci, Arap isyanlarından önce başlamıştı. Oysa bölgede başta Suriye olmak üzere yeni bir denge oluştu. Arap isyanlarının temel politik sonuçlarından biri devletlerin ayrışmasıydı. Mehmet Özcan, bugünkü çatışma hâlinin, çözüm sürecinin bitişinin sadece Türkiye’nin iç dinamikleriyle değil de Ortadoğu’yla, özellikle de Suriye ile birlikte ele alınmasının fotoğrafı daha da netleştireceği kanaatinde.

PKK, özellikle Suriye’de tarihinin görüp görebileceği en güçlü dönemi yaşıyor. PYD marifetiyle Suriye’de büyük bir alanı kontrol ediyor. Bu sayede orada büyük bir otonom bölge sahibi oldu. Fırat’ın batısındaki kantonları, Kobani ve Kamışlı’yı birleştirdi. Ortadoğu’daki gelişmeler üzerine PKK yeniden bir alan ve strateji kazanma mücadelesine başladı. Müzakerelerin esas amacının belirsizliği de çözümü çöküşe götüren sebeplerden.

Barışa kredi açan halkın yüzde 70’i bir kez daha çözümün siyasete malzeme edildiğini görmüş oldu. Sürecin bitmesiyle birlikte “Çözüm süreci denilen şey aslında AKP’nin seçimleri çatışmasız atlatması, PKK’nın da Suriye’de kurduğu devleti güçlendirmesiydi.” şeklindeki yorumlar ortaya çıkmaya başladı. Ve maalesef müzakere ve çözüm kavramlarının birey, parti ve örgüt çıkarlarına göre değişiklik arz ettiği ortaya çıktı, umutlar kırıldı.

____________________________________________

Eleştirenler’ çözüm karşıtı’ ilan ediliyordu

“Bugün yaşanan her şey daha önce Oslo’da yaşanmıştı. Görüşmeler devam ederken PKK Diyarbakır ve Hakkâri’de askerlerimizi şehit etmişti. Çözüm sürecinde PKK askerleri şehit ederken eleştirenler çözüm karşıtı, hain ilan ediliyordu.  O dönemde ‘Genel atmosferi bozmayalım, bunlar istisnai olaylar.’ şeklinde bakıldı yaşananlara. Sürecin bir sonuca ulaşacağını düşünerek tepki vermediler, kınamadılar. Ama bunun doğru olmadığını bugün görüyoruz.

Çözüm sürecinin sona ermesini, bugün yaşadıklarımızı sadece AKP’nin tek başına iktidar olamamasına bağlamıyorum. PKK da farklı bir okuma yapıyor. Kendini çok güçlü olarak gördüğü bir dönemde Türkiye’de yeniden çatışma dönemi başlatıp sonraki muhtemel bir müzakere masasına daha güçlü oturmak istediğini tahmin ediyorum.

PKK sivilden ziyade askere, polise saldırıyor. Konsept değiştirdi. PKK terör örgütü yeniden Türkiye’de çatışma ve çözümsüzlük üzerine bir strateji geliştirmeye başladı. Tabiri caizse mücadelesini bir şehir savaşına dönüştürdü. Ben bu bölgelerde güçlüyüm, imajını vermeye çalışıyor. Sultanbeyli’de olduğu gibi çatışma alanını Türkiye’nin geneline yaymaya çalışıyor.

Sivil siyaset hiçbir zaman iradesini ortaya koyamadı. HDP veya DTP’nin İmralı’nın vesayetinden kurtulmasını sağlamak gerekiyor. Mesele sadece temel hak ve özgürlükler ise bunun çözüm yeri Meclis’tir. Meclis’te çalışırsınız. Sorun etnik bir mesele hâline getirildi. Sonra da etnik meseleyi siyasetle müzakereden vazgeçip, örgütle müzakere etmeye kalktık. Problem büyüdü.”

(*) Ankara Strateji Enstitüsü Başkanı, güvenlik ve terör uzmanı Prof. Dr. Mehmet Özcan

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>