Seçmen Erdoğan’a ‘Yeter!’ dedi

Seçmen Erdoğan'a 'Yeter!' dediTuğba Kaplan

16 Haziran 2015

Türkiye’nin despotik bir türbülanstan çıkıp demokratik türbülansa girdiğini düşünüyor Prof. Dr. Ahmet İnsel. ve ona göre, Erdoğan Ak Parti’yi yıpratıyor ve kaldıramayacağı bir yükün altına sokuyor.

7Haziran genel seçimleri Türkiye için kritik bir eşikti. Seçim sonuçları ülke atmosferinde büyük bir rahatlamaya vesile olsa da, ‘Nasıl bir Türkiye göreceğiz?’ sorusu hâlâ cevapsız. Koalisyon ihtimalleri, erken seçim söylemleri derken bir an evvel makul bir hükümet kurulması ve demokratik hukuk devleti işleyişine dönülmesi herkesin ortak temennisi.

Bu temenniyi dile getirenlerden biri de Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Prof. Dr. Ahmet İnsel. İnsel’e 7 Haziran seçimlerinden nasıl bir tablo çıkardığını, AKP’nin neden kaybettiğini, HDP’nin barajı geçmesindeki etkenleri, koalisyon hükümeti alternatiflerini, Erdoğan’ın en büyük korkusunu ve Türkiye’nin otoritarizmden neden çıkamadığını sorduk.

-7 Haziran’da ortaya çıkan tabloda siz ne görüyorsunuz?
7 Haziran 2015, Türkiye siyasal tarihine, seçmen çoğunluğunun, ülkeyi bir şirket, kendini de onun patronu gören ve ülkeyi böyle yönetmek isteyen bir otokrat olarak Tayyip Erdoğan’a ‘yeter!’ dediği gün olarak geçecek. Ülkenin üzerine gelmesine, insanları kutuplaştırmasına, hırsla iktidarının alanını genişletmesine, kendi elinde toplamaya çalışmasına, AKP’yi bile yıpratmasına ve kaldıramayacağı bir yükün altına sokmasına ‘yeter’ dedi. ‘Otur artık, rahat dur’ dedi. Ayrıca Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın seçim kampanyalarının başında söyledikleri, belki de bu kampanyanın en anlamlı çıkışı, pazar akşamı MHP, CHP ve HDP’ye oy vermiş seçmenlerin içinden veya açıkça haykırdığı bir şey gördük bu tabloda: ‘Seni başkan yaptırmayacağız!’ Bu, 7 Haziran seçimlerinin tarihe geçecek sloganıdır. Tıpkı 1950 seçimlerinin simge ve sloganı olan ‘Yeter söz milletindir’ gibi.

-HDP’nin barajı geçmesi seçimin belirleyici noktasıydı. Bu baraj nasıl aşıldı?
CHP seçmeninin katkısı göz ardı edilemez. Ama sadece CHP’nin katkısı yok. Muhafazakâr Kürtlerin Doğu ve Güneydoğu’daki bütün şehirlerde de kitlesel olarak HDP’nin yanına geçtiğini görüyoruz. HDP’nin barajı aşmasıyla, AKP’nin ‘Türkiye Kürtlerinin partisiyim’ iddiası sona erdi. Seçmenler arası bir akışkanlık olduğunu biliyoruz. Ama CHP ile HDP arasında CHP’nin ulusalcı saplantısı yüzünden bu akışkanlık yoktu. Kılıçdaroğlu ve yeni gelenlerin katkıları sayesinde partide bir değişiklik, yeni bir sola açılma, demokrasi ve eşitlik vurguları ön plana çıktı. Kürt sorunu konusundaki korkularını ve saplantılarını aşma çabasının sonucu ayrıca. Sezgin Tanrıkulu ve Rıza Türmen gibi isimlerin çabası hiç azımsanmamalı. Bu yeni bir konfigürasyon. Türkiye’de siyasi yapının büyük ölçüde değiştiğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Bir türbülansa girdik tartışmasız.

-Zaten bir türbülansın içinde değil miydik?
Daha önce despot birinin oluşturduğu bir türbülanstaydık. Şimdi demokratik parlamenter rejim içinde dünyada birçok ülkenin girdiği ve aklıselimle, siyasi pratiklerle çıktığı olağan bir türbülansa girdik. Yani olağanüstü bir iradenin toplumda oluşturduğu türbülans yerine, demokratik parlamenter rejimlerdeki gibi bir türbülanstayız artık. Ve türbülansta iki amaç vardır. Bir dümeni iyi tutup uçağın devrilmemesini sağlamak, bir de uzun vadede rotayı tutturmak. İkisini de çok daha sorumlu konumda olan MHP, CHP ve HDP gerçekleştirecektir.

-AKP’li bir koalisyon zor mu görünüyor?
AKP’nin sırtından Erdoğan ipoteği kalkmadığı sürece birinci olsa da, izole parti konumunda olacak. AKP yöneticileri de bunun farkındadır diye düşünüyorum. Ama Erdoğan’ı nasıl nötralize edecekler, o Erdoğan ipoteğini nasıl kaldıracaklar bilmiyorum ama kolay olmayacak.

-AKP’siz koalisyon nasıl mümkün olur?
CHP’nin hükümeti kurması, MHP ve HDP’nin dışarıdan destek vermesi, belirli 10-15 madde etrafında uzlaşmaları sonucu bir hükümet kurulabilir. CHP dışarıdan destekli bir azınlık hükümeti kurabilir. Bu bir iki senelik hükümet olur. Böyle bir hükümet olması durumunda CHP’nin iktidar olduğu bir dönemde AKP’nin eylül ayında yapacağı kongrenin sonuçlarının da çok farklı olacağını düşünüyorum.

-Seçim sonuçları AKP’de bir özeleştiri durumu doğurur mu?
Parti içinde bir tartışma başlayacaktır. AKP’de bu seçimleri kaybettirenin Erdoğan ve aşırı saldırgan politikası olduğu fikrinin tartışması açılacaktır. Erdoğan, “Müdahale etmeseydim AKP daha çok oy kaybedecekti” diyecektir. Erdoğan faturasının, AKP tarafından temizlenmesi en doğru yol. Çünkü Erdoğan faturasını bir başka koalisyon hükümeti kısa vadede temizlemeye kalktığında Erdoğan’ın elinde oyuncak olurlar.

-Peki, bu fatura nasıl temizlenecek?
Büyük ihtimalle, AKP içinde hesap sorulmaya başlanacak. Başkanlık rejimi baskısının, bütün hükümeti tahakkümü altına almasının faturası kesilecek. Yeni hükümet kurulduğunda Davutoğlu başbakan olur mu olmaz mı bilemiyoruz. Ama yeni bir başbakan seçildiğinde Erdoğan’ın adamı olarak, orada yer alacak ve zayıf olacak. Tayyip Erdoğan’ın en rahatsız olacağı çözüm bu.

-Birikim için yazdığınız bir yazıda “Tayyip Erdoğan şiddete maruz kalmasaydı bugün reis olur muydu?” diye soruyorsunuz. Reislik, diktatörlük ve şiddet arasında bir ilişki var mı?
Benzetmeyi yaptım, çünkü Erdoğan da etrafındaki kişiler de çocukluğuna dair hep bu detayları anlatıyor. Türkiye’de aile içi şiddet, bir tabu. Ve bu tabu Türkiye’deki otoriterliğin sadece yukarıdan aşağıya empoze edilen değil, aşağıdan yukarıya doğru desteklenen bir boyutunu izah ediyor. Toplumda Tayyip Erdoğan’ın aile içinde yaşadığı şiddeti yaşamış insanların sayısı belki çoğunluktur. Otoriterliği baskıyla, sadece yukarıdan gelen şiddetle kabul eden bir toplum değiliz. O yüzden de zaten demokratik bir görünümü var bu otoriterliğin.

-Bu yüzden mi Erdoğan’a tam olarak diktatör demiyorsunuz?
Tam olarak diktatör olmadığı için ‘demokratik otoritarizm’ tabirini kullanıyorum. Çünkü toplumun rızası da büyük ölçüde otoriterliği sağlıyor. Silah gücüyle herkesin başına oturduğu bir diktatör rejimi yok. Ama toplumun o otoriteye olan çekimi, kendi içinde taşıdığı otoriter eğilim. Ve bu bütün cemaatler, Müslümanlar, laikler, solcular için geçerli. Bu otoriter eğilim Tayyip Erdoğan’da karşılığını çok açık bir biçimde buluyor. Bir demokratik tarafı var, bu da rıza mekanizmasıyla seçim olarak yansıyor. Erdoğan tehditle, silah zoruyla oy almadı bugüne kadar, gönüllü bir biçimde oy verdi vatandaş. Yüzde 10 barajından yararlanarak aldığı oy üzerinden çoğunluk elde etti. Ve ona oy veren kitle onunla özdeşleşerek ortaya çıktı. Hatta son zamanlarda pespayeleşerek varlık gösterdi. “Öperim, severim vs…” diyenler türedi. Otoriterliği de iyice pespayeleşti, iç dışa vurdu. O insanların hepsi birer küçük Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın psikolojisi topluma bu şekilde yansıyor. Maalesef Türkiye toplumunda otoriteye biat etme eğilimi çok yüksek. O yüzden lider kültü Türkiye’de çok güçlü. Bu lider kültü sebebiyle Erdoğan başarılı bir siyasetçi olarak algılanıyor.

-Yeni kitabınız Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si de demokratik otoritarizmi mi anlatıyor?
Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si: Demokratik Rüyadan Otoriter Gidişata alt başlığıyla Fransa’da Fransızca yayımlandı. Alt başlık zaten her şeyi özetliyor. Özellikle Türkiye’yi az bilen okuyucuya yönelik olduğu için bazı olayları detaylı anlattım. Sadece Erdoğan ve AKP değil, “Türk toplumu neden otoritarizmden çıkamıyor?’ sorusunu açmaya çalıştım. Bizim sormamız gereken soru ‘Erdoğan otoriter mi?’ sorusu değil. Elbette otoriter. Demokratik otoriter. Ama ondan evvelkiler de otoriterdi. Sormamız gereken soru ‘Biz neden otoritarizmden çıkamıyoruz?’ olmalı.

-MİT TIR’larındaki görüntüleri yayımladığı için, yazdığınız gazete ve genel yayın yönetmeni Can Dündar Cumhurbaşkanı’nın hedefi olmuştu.
Can Dündar’ın haberi ilk defa duyduğumuz bir şey değil. Daha önce yazılmıştı, şimdi görüntüler yayımlanmış oldu. Cumhurbaşkanı höykürünce Can’ın verdiği yanıt bir o kadar önemliydi. Tayyip Erdoğan ve çevresi MİT TIR’larını durduran savcılar ve jandarmalar hakkında dava açarak, devletin gizli olduğunu iddia ettikleri belgeleri dava dosyasına koydular. Dava açarak bunun gizlilik tarafını kendileri ortadan kaldırdı ve aleniyet getirdiler. Dava açmasalardı belki ‘devletin gizli belgesi’ iddiası biraz ete kemiğe bürünürdü. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın kendisine yönelik hiçbir iddia, iftira, hakaret içermeyen işlemden dolayı suç duyurusunda bulunması, yetki gasbıdır. Daha evvel Gülen cemaatine yakın polislerin fezleke hazırlayıp savcının önüne iddianame şeklinde koyması gibi, Erdoğan da iddianame gibi bir suç duyurusunda bulundu, yetkilerini aştı. Erdoğan’ın yaptığının aynısını, Putin ‘ukaz’larla (kararname) yapıyor. İstediği çoğunluğu elde etseydi, rejim Erdoğanizm olurdu, Putinizm gibi. Başsavcılara emir verirse, onlara hazırlanmış iddianamelerle dava açması için çağrıda bulunursa bunun adı Erdoğanizm olur. Erdoğan, Türkiye’nin başsavcısı da adalet bakanı da değil. Sözlü bir biçimde şikâyet edebilir ama savcıya doğrudan talimat veremez.

AKP, ERDOĞAN PARTİSİ OLMA
İPOTEĞİNDEN KURTULMALI

-Çeşitli koalisyon versiyonları gündemde. Nasıl bir çözüm  öngörüyorsunuz?
Büyük ihtimalle bir koalisyon hükümeti kurulacak. AKP’nin MHP ile işbirliği yapması doğaldır, tabanları itibarıyla. Ama MHP, AKP ile koalisyon yapmayacağını ilan etti. Aslında bence AKP ile değil, Erdoğan partisi ile koalisyon yapmayacağını ilan etti, bütün partiler. Seçmenlerin üç partiye verdiği vekâlet hem ortak yönler hem birbirine zıt konular içeriyor. Aralarındaki ortak yönler, esas olarak, demokratik hukuk devleti işleyişine geri dönmektir. İç güvenlik torba yasasına karşı üç partinin Meclis’teki ortak direnişi, bunun zeminini oluşturuyor. Üzerleri utanç verici biçimde örtülen rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını Meclis girişimiyle hızla başlatmak, seçim ve siyasal partiler yasalarını değiştirmek, HSYK’yı gerçekten yargı bağımsızlığının güvencesi yapmak, Cumhurbaşkanlığı’nı anayasal sınırları içinde tutacak somut önlemleri almak gibi acil ve etkili önlemler hızla alınabilir. Bu aynı zamanda AKP yöneticilerinin de, eğer niyetleri varsa, Erdoğan partisi olma ipoteğinden kurtulmaları imkânını güçlendirecektir.

KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKMAK  

-Birkaç ay önce yazdığınız bir yazıda “Bank Asya operasyonunun AKP iktidarı açısından fiyasko ile sonuçlanma ihtimali yüksek.” diyorsunuz. Ama TMSF Bank Asya’ya el koydu. Bir iktisat profesörü olarak Bank Asya operasyonunu ekonomi ve hukuk bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güven eksikliğini daha da artıracak bir operasyon. Türkiye uluslararası bir finans merkezi olmak istiyordu. Ama iktidarın bankalara, hoşuna gitmediği ya da kendine tehdit olarak gördüğü için finans kurumlarına el koyduğu yer uluslararası finans merkezi olamaz. Bu kendi ayağına kurşun sıkmaktır. Finans tamamen güvene ve öngörülebilirliğe dayalı bir alan. Uluslararası sermayenin Türkiye’yi gidilmesi ciddi risk taşıyan ülke olarak algılamasına yol açacaktır. Erdoğan, Fethullah Gülen Cemaati’ne karşı var olma ve yok olma mücadelesi yürütüyor. Bunun için bütün imkânları kullanmaya hazır. Çünkü çok korkuyor. 17/ 25 Aralık’la ortaya çıkan yolsuzluğun hesabının sorulmasından korkuyor. İşbirliği içinde bulunduğu cemaati yakından tanıyor olmalı ki, korkuyor.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>