Şiiri müzikle katlediyoruz

Şiiri müzikle katlediyoruz

TUĞBA KAPLAN – İSTANBUL

5 Ekim 2013, Cumartesi

Serdar Tuncer, yeni programı ‘Başka Şeyler’ ile gündem dışı ama hayatın kendisi olan konulara değinecek. Sürekli şiirle anılan Tuncer, bu konuda biraz dertli: “Şiir alttan bangır bangır müzik verilerek, araya şarkılar eklenerek okunacak bir şey değil. Bunların hepsi şiire ihanet.”

Yeni programınız ‘Başka Şeyler’ başladı. İnsanlara farklılıkları vaat etmeyi çağrıştırıyor. Çok iddialı değil mi?

Evet, öyle. Hatta ‘Hayatın dışında olan daha başka ne olabilir ki?’ diyenler de oldu. Döviz yükseliyor, iç borç-dış borç dengeleri, gayri safi milli hasıla böyle, iktidar şöyle muhalefet böyle dedi. O sanatçı geçen hafta bir mekânda başka bir isimle görüldü, öteki eşinden ayrıldı, çocuğu oldu… Derken bu liste uzayıp gider. Ülkede ne yazık ki böyle bir gündem var. Yapay, bizi de içine çeken… Biz istedik ki bu gündemin dışında kalan, ıskaladığımız, aslında hayatın ta kendisi olan yerler, şeyler olsun programda. Sahte gündeme kurban ettiğimiz bizi biz yapan, kültürel, manevi ve milli değerler. Aslında tam olarak biz olduğumuz ama şu anda bizden uzak olan şeyler…

Programa başlayana kadar siz de bu başka şeyleri ıskalıyor muydunuz?

Mutlaka ama ben galiba şiirle hemhal olduğum için, Ramazan’da yaptığımız programlar da bu türden başka bir şeydi. Çok sevdiğim bir hocam “İnsanın bir kalp gündemi olmalı.” derdi. Bu çok önemli. Her insan, her gün az da olsa kalp işçiliği yapmalı. Gündemin bizi boğan o hengâmesinden biraz daha öteye, güzele, metafiziğe, kendimize, aslımıza, medeniyetimize çağıran başka şeylere götürmeli. Bu program da onu amaçlıyor. Bu başka şeyleri hatırlayalım ve hatırlatalım derdiyle yola çıktık. Bilmiyorum ne kadar başaracağız.

İlk programın geri dönüşleri nasıldı? Sanki o gün oynanan BJK-GS derbisinde arada kaynadı gibi…

Belki, kurban gitti denilebilir. Ama genel olarak tepkiler güzeldi, hatta biraz fazla güzeldi. O sebeple çok değer vermiyorum. Bizim seyircinin verdiği tepki sevgisiyle orantılı. Bir insan birini seviyor, değer veriyorsa yaptığı işe karşı da objektif olamıyor. Ne yapsak beğenecek bir kitle var deyip ukalalık yapmak istemem. Ama bugüne kadar yaptıklarımızı gören, beğenen, takip ve tasvip eden bir kitle var. Bu kitle beğenmeye hazır. Sağ olsunlar. Dolayısıyla onların ‘beğendim’ yorumunu ölçü olarak almak doğru olmaz. Onu ölçü alırsak yerimizde sayarız.

CNN’de program yapmanıza da çok şaşırmış gibi bu kitle. Facebook ve hayran sayfalarınızdaki yorumlar öyle gösteriyor…

O tepkiler daha öncekilerin yanında az bile kaldı. Yıllarca TRT’de ve onun dışında kanallarda program yaptık. Kısaca bizim mahallede. Ama ne zaman? Bizim zamanda, Ramazan’da. Ramazan’ın dışında bizim mahalle ‘haydi çık gel’ dememiş ki. Hatta artık arkadaşlara Allah sanki ‘serdar tuncer’e Ramazan öncesi bir kabiliyet veriyor, bayramla beraber o kabiliyet göğe yükseliyor.’ diye espri konusu oldum. Bu sene de ilk defa Kanal D’de bir sahur programı yaptık. Kendi teklifleriydi. Kanal D’de sahur programı yapacağız dediğimizde gelen tepkileri görseydiniz, şimdikiler devede kulak kalır.

Nedir bu denli fazla tepkinin sebebi?

Ötekileştirmek değil maksadım ama insanların düşüncesi şöyle: ‘Bizim mahallenin yetiştirdiği bir değer var. Artık bu değer gidip karşı mahallede iş yaptığında oranın rengine bürünecek.’ Oysa yok öyle bir şey. Ki böyle olmadığını da sahur programında gördüler. Bu adam nereye giderse gitsin taviz vermiyor dediler. Ona rağmen hâlâ az da olsa tepkili olanlar var. Aslında işin özünde yatan sebep bu da değil. Biz toplum olarak çok kez bölündük birçok sebepten. Siyah-beyaz, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, sağcı-solcu, ilerici- gerici olduk hep. O kadar çok bölünebileceğimiz parametre var ki… Bundan bin yıl evvel bu topraklarda birbirimizi sevmememiz için bahaneye gerek yoktu. Şimdi kavga için bahane arıyoruz. Oysa hepimizin bu meselelerle ilgili yapabileceği şeyler olduğunu düşüyorum.

Mesela?

‘Devlet meseleye el atsın, muhalefet böyle olsun, polis birazcık şöyle olsa da çözülse’ gibi bir şey değil. Yani daha gönülden, daha insanca, Allah’ın bizden istediği gibi, Efendimiz’in tavrına yakışan gibi olmak ve meselelere bu pencerelerden bakıp çözüm aramak varken, niye dışarıdan medet umuyoruz ki? Neden bir başkası gelip, bunları düzeltsin ki? Böyle bir talep anlamsız geliyor bana.

Baba bugün bize gelecek misin?

35 yaşındasınız ve 14 yaşında bir kızınız var. Duyanlar inanmakta zorlanıyor mu?

Evet. 7-14 yaşlarında iki kızım var, kimse inanmıyor. Erken evlendim, pişman da değilim bu kararımdan dolayı. Çok mutluyum. Gençlere de erken evlenmelerini tavsiye ederim. Düşünün 35 yaşındayım ve 14 yaşında çocuğum var, bu harika bir şey. Bir erkek 25’inde,  kadın da 20’sinde evlenmeli. Yaş ilerledikçe evlilik ihtimali zorlaşıyor. Çünkü kriter ve beklentiler yükseliyor.

Doğma büyüme Ankaralısınız. Sekiz yıl olmuş İstanbul’a geleli. Özlüyor musunuz Ankara’yı?

İstanbul’u seviyoruz. Ankara’dayken de aklımız hep buradaydı. İstanbul, yağmurlu bir havada Üsküdar sahilde yürüyen eli şemsiyeli bir hanımefendi. Ankara’ysa ay sonunu nasıl getireceğini düşünen, elinde çantası, kalın camlı gözlükleriyle eve yetişmeye çalışan, emeklilik hesabı yapan devlet memuru. Ankara’yı sevmiyorum, nesini özleyeyim ki?

‘Bir ayda 70 program yaptım’ diyorsunuz. Eşiniz, çocuklar şikâyet ediyor mu yoğunluğunuzdan?

Son iki yıldır çok yoğun çalışıyorum. Dönem dönem değişiyor elbet. Bazen bir gecenin uykusunu üç şehre, bir ülkeye böldüğümüz oluyor. Küçük kızım ‘Baba bugün bize gelecek misin?’ diye soruyor. Kitap okuyorum ona bol bol. Yeni okumayı öğrendi ama benden dinlemeyi seviyor. Ailemle güzel vakit geçirmeye, beraber gezmeye çalışıyorum. Ayrıyken tam ayrı kalıyoruz, beraberken de tam beraber oluyoruz.

Fanatikliğim beni bir başkasına küfredip, öldürecek noktaya getirmedi

Fanatik Galatasaraylı olduğunuzu biliyoruz. Olaylı BJK-GS derbisi için ne düşünüyorsunuz?

Hamdolsun GS’liyim. Ama benim fanatikliğim hiçbir zaman bir Fenerbahçeliyi dövecek, küfredecek noktaya getirmedi. Kendi sevdiğimin fanatiğiyim. Bu bir başkasına hakaret etmemi, döner bıçağı çekmemi, sokakta öldürmemi gerektirmiyor. Aslında bunun adı fanatiklik de değil. Bunun adı vandalizm hatta hayvanlık.

Alınmasın fanatikler…

Bizim fanatik diye tabir ettiklerimiz her maçta gelip kale arkasında oturur. Şimdi kale arkası deyip de hepsini lekelemeyelim. Takımına gönül vermiş kedi gibi insanlar da vardır elbet. Ama bu grup genelde maratonda, VIP ya da locada oturacak ekonomik güce sahip değil. Fanatik seyirci sosyal statü olarak vasatın biraz daha altındaki kesim. Bunu durum tespiti için söylüyorum. Kale arkasındakiler maç ya da futbolla çok da ilgili değil. Hafta içi patronundan yediği fırçanın acısını çıkartır orada. Arkadaşıyla yaptığı kavganın intikamını alır, kendisine terslenen müdüre küfreder, söz geçiremediği hanımına, yeteri kadar para kazanamadığı sisteme bağırır. Takımı 3-0 yeniliyor adam kalkmış ‘lay lay laaay’ diye bağırıyor, ama kendisi için bağırıyor. Bağırarak rahatlıyor, bir haftanın acısını çıkartıyor. Varoluşunu maçla kanıtlıyor. ‘Bağırıyorum, öyleyse varım’ diyor. Sosyolojik bir travma. Bence sosyologların gidip gözlem yapması lazım.

Şiir, ekmek kapım oldu

Daima şiirle anılıp, şiirle gündeme geldiniz. Dönüm noktanız şiir mi oldu?

Dönüm noktam mı bilmiyorum ama ekmek kapım oldu. Ben de ailem de hep geleceğe dair hayaller kurduk her insan gibi ama bir de kader var. O hayal etmiyor, yolunu çiziyor insanın. Şiire bir yatkınlığım vardı. Öğretmenler gününde Serdar sahnede, Serdar müsamerede şiir okur. Hep böyleydi ama şiirin ne olduğunu fark ettikçe sahnede şiir okumaktan utanıyor insan.

Hâlâ yaptığı işten neden utanır ki insan?

Çünkü şiir alttan bangır bangır müzik verilerek, araya şarkılar eklenerek okunacak bir şey değil. Bunların hepsi şiire ihanet, onu katletmektir. Şiirin kendi iç musiki ahengi var. Dışarıdan katılan her şey onu baltalıyor.

Bunu bile bile şiiri katletmeye devam mı ediyorsunuz?

Ekmek kapısı. Yaptığımız için bize para veriyorlar, biz de yapıyoruz.

Vicdan azabı duyduğunuz oluyor mu?

Olmaz mı… Vicdanım fazlasıyla rahatsız. Şiir öyle yüksek sesle kalabalıklara okunmaz. Şiir kimsenin olmadığı bir odada, bir sayfanın üstünde saatlerce düşünerek kendinize okuyacağınız bir şey. Benden önce bu işe başlamış ve hâlâ yapanlar lütfen alınmasın. Eleştirilerim kendime. Bu gerçeği görmezden gelemem.

Görmezden gelmemek yetmiyor sanki. Ne düşünüyorsunuz ileriye yönelik? Bu işi yapmaya ‘ekmek kapısı’ diye devam edecek misiniz?

O yüzden aslında ‘Başka Şeyler’le hedefim şiirden uzak ve bağımsız işler yapmak. Artık yavaş yavaş yayıncılık serüvenimin habere doğru evrilmesini istiyorum. Şiire ihanet etmediğim bir iş olsun istiyorum. Önümüzdeki yıl için daha farklı bir şey düşünüyorum. Yani TV programı da bir yere kadar. Çabuk tüketiliyor, sizi de tüketiyor. Daha çok okumaya, yazmaya eğileceğim inşallah.

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>