Vakit O’nu (cc) razı etme vaktidir

Ahmet Kurucan, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sohbet halkasından izlenimlerini aktarmaya devam ediyor. ‘Huzurdan Esintiler’ serisinin üçüncü kitabı olan O Razı ise…’de yazar, okuyucularını benzersiz bir edep mektebine davet ediyor.

O RAZI İSE…, AHMET KURUCAN, IŞIK YAYINLARI, 244 SAYFA, 9,90 TL

Sohbet, söz ve düşüncelerle başkalarının ufkunu açan bir edep mektebi. Kulu Cenâb-ı Hakk’a yönlendiren konuşmalar mecmuası. Bir hayır ve bereket tezgâhı… Ahmet Kurucan, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sohbet halkasından izlenimlerini aktarmaya karar vermişti birkaç yıl önce. Önce o atmosferi gazete sayfalarına taşıdı. “Huzurdan Esintiler” dedi adına. “Huzur” dediği sohbet ikliminden sunduğu esintilerin, bize malum olmayan kısımlarını birer buket gibi her hafta Zaman’da derliyor, sohbetlerin arka planından bahsediyor, Hocaefendi’nin hâlet-i ruhiyesini tahlil ediyor kimi zaman. İnternetten, televizyondan veya radyodan takip edenlerin vâkıf olamayacakları ayrıntıları aktarıyor. Sohbete ayrı bir derinlik katan detaylarla,  bir lahza bile olsa o benzersiz atmosferde bulunma hissi veriyor. Hocaefendi’yi yakından tanıyan, ilmine, irfanına vâkıf, hayatına şahit ehil bir kalemden satırlara dökülüyor bu yazılar ve artık bilhassa müdavimlerinin heyecanla beklediği bir sevgili mektubuna dönüşmüş durumda. O mektuplar bu kez Ahmet Kurucan’ın “Huzurdan Esintiler” serisinin üçüncü kitabı olan O Razı ise… ile bekleyenlerin karşısında.

Bu kitabı öncekilerden farklı kılan, şimdilerde yaşamakta olduğumuz ‘süreç’. Kitap, Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’nin, hem de dost bildikleri eliyle hedef tahtasına oturtulduğu bir sürece ışık tutuyor. Yalan, karalama ve iftiralarla Hizmet’in bir linç kampanyasına, kökünü kazıma operasyonuna maruz bırakıldığı bir dönemde sarsılmadan mümince duruşu resmediyor. Kitabın ilk iki bölümünde Hocaefendi’nin sohbet ortamını tasvir eden yazılar var. Bu yazılarda 17 Aralık süreci Gülen’in bakış açısıyla değerlendiriliyor. Üçüncü bölümde ise Kurucan, Hizmet Hareketi ve Hocaefendi’yle ilgili iddia ve ithamlara cevap veriyor.

Kötü gidişatı öngörmüş, anlaşılamayacağı endişesiyle susmuş

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını takip eden günlerde çoğumuz “Tarihî günler yaşıyoruz” diye düşünmüşüzdür. Fakat yedi aydır öyle hadiseler yaşandı ki, tarihî günler denilen zaman dilimleri sıradanlaşmaya başladı. Her gün binlerce yalan, tezvirat, hakaret ve iftira pervasızca sıralanıyor. Hasılı “Keşke bu hadiseler hiç yaşanmasaydı.” denilen bir dönem. Bizim gördüğümüz kadarıyla bugün yaşanan hadiseler Kasım 2013’e dayanıyor.  Ama Ahmet Kurucan, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin uyarılarına bakınca mazinin 2004’e kadar uzandığını söyleyerek, bizi geçmişte neler olduğunu düşünmeye ve geçmişten bugüne bakmaya sevk ediyor. Meğer Hocaefendi ilmi, feraseti ve öngörüsüyle çok önceden sezmiş kötü gidişatı. Ama muhataplarının anlamayacağı endişesiyle konuşmamayı yeğlemiş. Doğrusu, “Yazda kış çığırtkanlığı yapmanın manası yok” diye düşünmüş. Ahmet Kurucan, bilinçli bir şekilde susmuş olsa da Hocaefendi’nin uyarılarını yapmak için sessiz diplomasi metodunu kullandığını anlatıyor. Mektuplar yazmış. Ziyaretine gelenlere birebir anlatmış. Aracılar göndermiş. Bir vatandaş olarak devletine, milletine, dinine karşı sorumluluğunu yerine getirmek için yapmış bütün bunları; dünyanın 160 ülkesine hizmet götüren koskoca bir sivil yapının fikir mimarı olarak muhtemel tehlikelerden hareketi korumak için yapmış. Kurucan buna benzer daha onlarca şey sıralıyor. Ama gelin görün ki, sonuçta kader hükmünü icra etti ve bugünlere gelindi.

Asıl darbeyi, siyasi irade millete yapıyor

Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun miladı olan 17 Aralık ve sonrası, bir kırılma noktası. Bu hem devlet hem de millet olarak yaşadığımız bir kırılma. Hükümetin çıkardığı yasalar çerçevesinde yürütülen operasyon siyasete ve siyasilere dokununca işin rengi değişti. Hukukun ve devlet geleneğinin içi boşaltıldı. Devlet kurumlarında on binlerce insan bir vehim yüzünden potansiyel suçlu, hatta darbeci ilan edildi. Bir sivil toplum kuruluşuna gönül bağı olduğu düşünülen insanlar tasfiyelere, tayinlere maruz bırakıldı. Ve ülkece alışık olduğumuz iç mihrak yeniden hortlatıldı. Milletine, devletine hizmet etmekten, suçluları yakalayıp cezalandırmaktan başka bir şey yapmayan savcılar, hâkimler, polisler bir anda vatan haini ilan edildi.  Oysa asıl darbeyi, siyasi irade kendini iktidara getiren millete yapıyordu. Bütün bunlar olurken millet ne mi yapıyordu?  Seçim meydanlarında, televizyonlarda, gazete manşetlerinde, gazeteci diye bir anda pıtrak gibi türeyenlerin köşe yazılarında kendine yer bulan gerginlik siyaseti ve nefret söylemiyle ikiye bölünüyordu. AKP taraftarı olan/olmayan, “ya bizdensin, ya karşı taraftan” söylemiyle ülkede sadece iki kesim varmış gibi bir atmosfer oluşturuldu. Kullanılan nefret dili, kutuplaştırıcı söylemler sadece dost meclislerine, konu komşu ortamlarına değil evlerin içine girip aileleri böldü. Anne- baba, karı-koca, abi-kardeş dinlemedi. Allah rızasını kazanmaktan başka hiçbir gayesi olmayan bir topluluğa vicdandan, insaftan, akıl ve iz’andan yoksun hakaretler edildi, iftiralar atıldı.

Bugünü değil yarınları yaşamayı telkin ediyor

Kök kazıma operasyonu hız kesmeden devam ediyor. Peki, “Bu durumda ne yapılmalı?” sorusuna cevabı Hocaefendi veriyor.  Ama bu cevap,  onun etrafındakilere ne bir teselli ne de teskin mahiyeti taşıyor. Yaşanan olumsuzlukların peygamberlerin karşılaştığı zorluklarla mukayese bile edilemeyeceğini söylüyor Hocaefendi. Ve bugünü değil yarınları yaşamayı telkin ediyor: “Gelecekte kimin haklı kimin haksız olduğu görülecek. O günler geldiğinde siz de diyeceksiniz ki, iyi ki katlanmışız bu sıkıntılara. Eğer bunlara katlanmasaydık hizmet muzaaf veya mük’ap olarak katlanmayacaktı. Kim bilir belki de yapılan bu hakaretler ahiret adına bizim için bir kazanımdır. Kim bilir belki de her şeye rağmen sadece Allah’ın gelecekte ihsan buyuracağı lütuf ve ihsanın garantisidir. Kim bilir belki de her şeye rağmen sadece Allah’a karşı sergilediğimiz emniyet ve teslimiyet duygusundan dolayı O’nun inayetidir.”

Öyleyse, vakit gündelik hayata geri dönüp sadece O’nu (cc) razı etme vaktidir… Eğer herkes aldığı abdestten emin, durduğu yerin doğruluğuna ikna olmuş, kalbi mutmain ise hadiselere sadece o perspektiften bakıp rıza-i ilahiyi kazanmaya çalışmalı ve kaldığı yerden hayatına, hizmetine devam etmeli.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>