Yalan, Haberciliğin Kaderi Mi?

 

Kamuoyunu yalan haberlerle yönlendirme geleneği, sanıldığından çok daha eskilere dayanıyor. Tarihin hemen her döneminde, kitle iletişim araçlarını denetim altında tutan liderlerin, yaydıkları asparagas haberler ile bazen tarihin akışını bile değiştirecek nitelikte dezenformasyona imza attıkları görülüyor.

TUĞBA KAPLAN – YENİ BAHAR DERGİSİ | 16 Şubat 2012

 

M.Ö. 1299 yılında Mısırlılar ile Hititler arasındaki Kadeş Savaşı’nda perişan olan ‘Firavunlar Firavunu’ II. Ramses, bunun en eski örneği olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini alıyor. Savaşta Hititlilere yenilen Ramses, iktidarının yenilgisini başarı olarak göstermek için, etrafındakilere “Konuşursanız canınıza okurum.” tehditleri savuruyor. Ramses’in yenilgisi kısa süre sonra büyük başarı olarak tarihe geçiyor. Görüldüğü gibi yalan haber terimi çok da yeni değil. 

     Türkiye’nin yaşadığı kritik dönemlerde devreye giren bir kısım medya, yıllardır peri masalı ciddiyetinde korkular üretiyor. ‘İrtica geliyor’ paranoyasını yaymak için erkek muhabirlerine çarşaf giydirip, ‘İran usulü kayak’ başlığıyla haberler verilmesi kimseyi şaşırtmıyor. Hal böyle olunca iletişim ahlâkı, günümüzde hâlâ çokça tartışılan konulardan biri olmaya devam ediyor. Çarpıtma, yalan habercilik, dürüstlük ilkesinin ihlali, kara propaganda, iftira, gazete, televizyon ve internet aracılığıyla lanse ediliyor. Bu yayın anlayışı, pek çoğumuzun iletişim ve medya dünyasına şüpheyle yaklaşmasına yol açıyor. Peki bu devran nereye kadar böyle sürüp gidecek? Her geçen gün yalan haber ve iftiraya maruz kalan bireyler ve kurumlara rastlamaya devam edecek miyiz? Bu habercilik anlayışına yönelik yaptırımlar iletişim ahlâkını koruma adına yeterli olacak mı? Zihin bulandıran ve merak uyandıran bu sorulara açıklık getirmek için konunun uzmanlarına danıştık.

  Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, yalan haber ve iftira konusunu hem hukukî hem de İslâmî yönüyle değerlendiriyor. Yalan haberin, basın yoluyla yalan söylemek olduğunu düşünen Akgündüz’e göre münafıklığın birinci alâmeti, yüce ahlâkı tahrip eden, İslâm âlemini zehirlendiren, dünyada anarşi ve fesadın birinci kaynağı ve insanlığı güzel şeylerden alıkoyan yalan. Medya çoğunlukla güzel şeylerin tellallığı ve çirkin şeylerin de teşhirciliği görevlerini üstleniyor. Bu uğurda bütün dinler ve sistemler tarafından eleştirilen, dünyadaki en çirkin cinayet kabul edilen ‘yalan haber’e meylediyor. Akgündüz’e göre bu davranışın birinci sebebi ülkemizin, dinimizin, dilimizin, gelenek, örf ve âdetlerimizin unutulması. İkinci sebep ise, şahsî menfaatler. Bir kısım menfaatlerin elde edilebilmesi için yalan haber bir koz, hatta tehdit vesilesi olarak kullanılabiliyor. Üçüncü ve en önemli sebep ise, yalan haberin Türk Hukuk Mevzuatı’nda ciddi bir müeyyidesinin bulunmayışı. Yani yalan haberi neşredenlerin yaptıkları yanlarına kalıyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise yalan ve yanlış haber arasındaki ayrımın iyi yapılması gerektiği. Bir yayın kuruluşunun yanlış ifade, bilgi ya da fotoğraf yüzünden tekzip yayınlaması, insan ürünü olması hasebiyle normal karşılanabilir.Fakat ‘Çamur at, izi kalsın’ mantığıyla kasıtlı yapılan yalan haberler, bireyin-kurumun itibarını zedelemekle kalmayıp,maddi manevi zarara yol açıyor.

Yalan habere yaptırım var ama uygulanmıyor

‘Basın Ahlâk Kuralları’ kitabında Türk basın etiğini ve yasasını ele alan Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mahmut İhsan Özgen de sektördeki hukukî yaptırım eksikliğinden yakınıyor. Sadece Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) yalan habere yönelik bazı hükümlerinin dolaylı olarak uygulanabilme özelliğine sahip olduğunu aktarıyor. Özgen, geçmiş yıllarda yalan haberi önlemek üzere hükümet tarafından hazırlanan ‘Yalan Haber Kanunu’na, bunu mesleğinin şiarı olarak kabul eden bir kısım basın organlarının, şiddetle karşı çıktığını da hatırlatıyor. Böyle bir kanun çıkarılsa da, uygulanabilme şansı ne kadardır bilinmez. Nitekim görsel, yazılı ve internet medyasındaki sorumsuz tavır ve bunlara karşı devlet organlarının yetersizliği aşikâr. Geçmişte de buna benzer bir kanun yani ‘Muzır-Müstehcen Neşriyat Kanunu’ kabul edilmesine rağmen hiçbir zaman uygulanamadı.

     TCK’nın iftira başlıklı 267. maddesinde her ne kadar gerekli yaptırımlar ibraz edilse de, uygulama noktasında ciddi sorunlar olduğu yadsınamaz bir gerçek. Avukat Ali Odabaşı, birey-kurumların medyada iftira ve yalan habere maruz kalması durumunda yapması gerekenleri anlatırken, yaşanan sorunlara da değiniyor. Odabaşı, bir vatandaşın kendisi ile ilgili olarak gazete veya dergilerde çıkan gerçeği yansıtmayan, onur kırıcı, manevî zarar veya hakaret içerikli yayınlara karşı kanunen izleyebileceği üç yöntem olduğunu kaydediyor. Bunlar; yazı hakkında tekzip göndermek, TCK kapsamında savcılığa suç duyurusunda bulunmak ve Medeni Kanun uyarınca maddî veya manevî tazminat davası açmak.

Yalan Haber Kanunu mutlaka çıkarılmalı

Basın kuruluşu kimliği altında kişiler veya kurumlar aleyhine bilinçli ve kasıtlı bir şekilde yalan haber yapılması elbette kabul edilemez. Bu şekilde yapılan haberler, meslek etik ilkelerine ters düştüğü gibi hem Basın hem Medenî hem de Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerine de aykırı. Medya yoluyla hakarete uğrayan kişiler, çoğu zaman mahkemeye başvursa bile yargıdaki iş yoğunluğu yüzünden davası zamanaşımına uğrayabiliyor. Medya Derneği Genel Sekreteri Deniz Ergürel, zaman aşımı konusunda yeni dönemde reformlar yapılacağını anlatıyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in yeni bir yargı reformu paketiyle ilgili açıklamasını hatırlatan Ergürel, bu pakete göre basın yoluyla işlenen suçlarda zaman aşımı süresinin uzatılacağına dikkat çekiyor. Bireylerin hakları açısından düşünüldüğünde, düzenleme olumlu bir adım olarak değerlendiriliyor.

Yargıya intikal eden olayların zamanaşımı süresinin uzatılması dışında yalan haberle ilgili yapılması gereken daha birçok düzenleme olduğu ortada. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, ‘Yalan Haber Kanunu’nun mutlaka çıkarılması gerektiğini düşünüyor. Konuyla ilgili kanun tasarısının daha önce gündeme geldiğini, ancak bazı basın kuruluşlarının hışmı sonucu bundan vazgeçildiğini belirten Akgündüz, “Millet ve memleket menfaatleri düşünülerek tasarı, mutlaka kanunlaşmalıdır.” diyor. Ona göre, bu kanunla yalan haberi önleyecek hapis ve caydırıcı para cezalarının yanında, bir zamanlar Basın Şeref Divanı’nın uygulamak istediği, ancak muvaffak olamadığı ‘ilan kesme cezası’nın da getirilmesi şart.

    Milletin sözcüsü durumundaki basın organlarının, üzerine yapışan güvensizlik etiketini yıkabilmesi için vatandaşa karşı sorumlu olduğunu hatırlaması gerekiyor. Bu noktada yalan haberle mücadelede en etkili yaptırım, medya organlarının kendisinde saklı. Gazetecilerin, her haberde meslek ilkelerini gözetmesi, vicdanlarının sesini dinlemesi, dürüst davranması ve genel geçer ahlâk kurallarının dışına çıkmaması şart. Ayrıca haber yapanların ‘double check’ dediğimiz iki kez kontrol etme işlemini haberdeki bilgi, kişi, zaman ve mekan kavramlarının doğruluğu adına yerine getirmeleri elzem. Bu sorumluluğu duymayan basın organlarına karşı yapılması gereken ise aklıselim bireyler olarak bizlerin harekete geçmesi. 

BASIN YOLUYLA İFTİRAYA UĞRAYAN KİŞİNİN YARGI SÜRECİ

     Kendisi hakkında çıkan haber sebebiyle mağdur olan kişinin, ilgili gazete veya derginin sorumlu yazı işleri müdürünü muhatap alması gerekiyor. Kişi, yazılı olarak haberin gerçeği yansıtmadığını belirtip düzeltilmiş halinin (kendisince hazırlanan metnin), Basın Kanunu 14. Maddesi uyarınca usulüne uygun yayınlanmasını talep edebilir. Ancak belirlenen süreyi aşmadan bu talebi yapması lazım (yayından itibaren iki ay). Gazete veya derginin tekzip metni kendisine ulaştığı halde, süresi içinde yayınlamazsa, vatandaş bulunduğu yerdeki Sulh Ceza Mahkemesine müracaat ederek tekzibin yayınlanmasını yeniden isteyebilir.

Tekzip kabul görürse yayınlanması için gazeteye gönderilir, kabul görmezse vatandaşa iade edilir. Vatandaş iade kararına karşı da Asliye Ceza Mahkemesine itirazda bulunacağı gibi gazete de Sulh Ceza tarafından yayınlanmasına karar verilmiş tekzip için Asliye Ceza Mahkemesine müracaat edebilir. Bu son karar yayınlanma yönünde ise karar gazeteye gönderilince, gazete tekzibi yayınlamak zorunda kalıyor. Yayınlamazsa vatandaş, süresi içinde (iki ay) savcılığa suç duyurusunda bulunabilir. Yargılama neticesinde gazete, tekzibi ısrarla yayınlamadığı için alt limiti 50.000 TL olan para cezasına çarptırılır. Bu tarz bir yargılama da yaklaşık olarak 2-5 yıl arasında sonuçlanır. Ayrıca, belirlenen süre içinde savcılığa suç duyurusunda bulunabilir. Bu suç duyurusu haberi yazan kişinin adı belli ise ona, değilse sorumlu müdüre karşı yapılır. Yine bu tarz bir ceza davası da yaklaşık olarak 2-5 yıl arasında karara bağlanır. 

     Son olarak 1 yıllık süre içinde haberi yazan kişi, sorumlu müdür, gazete veya derginin tüzel kişiliğine karşı dava açabilir. Tazminat davaları da yaklaşık  2-3 yıl arasında sonuçlanır. Kişileri mağdur eden haberlerle ilgili kararların geç çıkması, mağduriyetin giderilmesi adına çok da büyük bir anlam ifade etmiyor. Zira karar çıkana kadar konunun üzerinden uzun bir zaman geçiyor, bu süreçte konu unutuluyor. Kişi, kamuoyunda tekzibi ile değil, haberde ilk yayınlanan haliyle akıllarda kalıyor. Hal böyle olunca mağduriyetin tekrar gündeme getirilmesi ise yarayı deşmekten başka bir işe yaramıyor. 

[email protected]

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>