İnfak et ki yardıma nazhar ol!

İnfak et ki yardıma nazhar ol!

TUĞBA KAPLAN – İSTANBUL

2 Ağustos 2013, Cuma

‘Ne verirsen elinle o gelir seninle’ sözünü bilmeyen yoktur. Ancak ‘verme’ hadisesi çoğumuzun aklına Ramazan’da gelir. Zekât ya da fitre verme söz konusu olunca nefsimizin zorlu imtihanı başlar. Kimimiz ‘Bana zekât düşmüyor’ derken, kimimiz de ‘Borcum var, gelirim ancak bana yetiyor’ şeklinde bahaneler silsilesine dâhil olur. Oysa ‘infak edince infaka mazhar olacağımızı’ unutarak, ne büyük bir gaflete düşüyoruz.

Gufranla tüllenen ay ramazan bugünlerde bizleri de rahmet çemberine alıyor. Hep beraber yapılan iftar, sahur, kılınan teravihler birlik ve beraberlik şuurunu artırıyor. Sadece bununla kalmıyor, yoksulun, yalnızın halinden anlamamızı da kolaylaştırıyor. İslâm dini bu noktada yardıma muhtaç kişilere nefsimizden fedakârlık yaparak yardım etmeyi, sadaka vermeyi emrediyor. Nebiler Serveri’nin sadakanın ömrü uzattığı, kötü ölümden koruduğu, kibri giderdiği noktasındaki beyanları sadakanın ehemmiyetini anlama adına önemli bir ölçü. Dinimizde sadaka; zekât, fitre ve fidye olarak sınıflandırılıyor. Her birinin kime, ne zaman, hangi miktarlarda verileceği de belirtiliyor. İbadet hükmünde görülen sadaka, İslam’ın beş şartından birinin zekât olması hasebiyle ortak bir paydada buluşuyor.

Arınmak, temizlenmek anlamına gelen zekât, çoğumuzu maddî sıkıntılardan kimimizi ise nefsin baskısından temizler. Bütün peygamberlerin ümmetine emredilen bu yükümlülük, aslında zorlu bir sınav. Sahip olduğumuz her şey dünyaya sıkı sıkıya bağlı olduğumuzu gösterirken, aidiyet hissettiğimiz ne varsa bunları paylaşabilme meziyeti, nefsimize ne kadar da ağır gelir.

Zekât verenin malı hiç eksilir mi!

Namazdan sonra Kur’an-ı Kerim’de en sık değinilen konu zekât. Hz. Fatıma’nın, “Ey Müslümanlar bilin ki; bu semavi kanunlar sizlerin saadet ve tekâmülünüz için inmiştir. Namaz, Allah huzurunda secdeye kapanmanız ve azamet dergâhında huzur göstermeniz içindir. Zekât da kalplere muhabbet, insan severlik, merhamet ve iyilik severliğin yerleşmesi ve servetinizin artması içindir.” sözleri nefsin üzerindeki bu ağırlığı alacak türden. ‘Rahmet sahibinin lütuf ve keremiyle bahşettiği nimet, mal, mülk nasıl olur da paylaşılmaz?’ diye sormadan edemiyor insan. Oysa cevabı çok basit. Zira kişi zekât verdiği malının zahiren eksildiğini düşünür. Bir süre sonra bu eksilmenin olmaması için küçük hesaplar yapmaya başlar. Her yıl Ramazan ayında zekât, fitre söz konusu olduğunda ‘Bize zekât vermek düşmüyor, benim kaç gram altınım var ki vereyim, yeni ev aldık, borcumuz var’ gibi zekât vermeden kaçış bahaneleri duyarız. Peki, ne için? Allah adına vermemek için. Ne büyük gaflet! Her şeyin sahibinden, sahip olduğumuz şeyleri kaçırma. Allah adına verirken kalp yerine elin titremesi… Öyle ki zekât farizasının yerine getirilmemesi durumunda, Efendimiz’in Allah’ın rahmetinin de kesileceğini bildirmesi insanı derinden etkiliyor: “Mallarının zekâtını vermeyen topluluğa semadan rahmet kapıları kapanır, yağmurdan mahrum kalırlar. Şayet hayvanlar da olmasa, onlar yağmurdan nasip alamazlar.”

İnfak et ki, yardıma mazhar olasın

Kazancımızı paylaşmak yalnızca bizi birbirimize yakınlaştırmaz. Kâinatın Sahibi’ne ulaşmak da ancak bencillikten kurtularak sağlanır. Yani manevî zenginlik dediğimiz sermayenin yolu cömertlikten geçer. Başkalarının ihtiyaçlarını kulak arkası etmemek ve merhamet göstermek aynı zamanda ahlakî direncimiz olur. Arzularımızın esiri olmadığımızı ve biriktirdiklerimizin bizi tüketmediğini ancak zekât aracılığıyla paylaşarak gösterebiliriz. Sahip olduklarımızın yalnızca Allah’a ait olduğunu bilmek hırs ve tamahı da kalbimizden atacak tek kapı. Bu durumda Allah Resulü, “İnfak et ki, infaka mazhar olasın” buyurarak sadakanın Allah tarafından artırılacağını şöyle ifade ediyor: “En temizinden -ki Allah en temizini kabul eder- veren birisinin sadakasını Rahman olan Allah alır. Bu bir hurma bile olsa, Rahman’ın elinde öyle bereketlenir ki, Uhud’dan daha büyük olur. Aynen sizden biriniz, tayını veya deve yavrusunu besleyip büyüttüğü gibi, Allah da (cc) sizin sadakalarınızı öyle geliştirir.” Görüldüğü gibi zekâtı verilen mal, Allah’ın teminatı altında ve Resulü’nün müjdeleriyle, eksilmiyor, bilakis artıyor.

Verirken eli titreyenlerin yanı sıra bir de vermek için kalpleri titreyen ama ellerinden bir şey gelemeyenler var. Merhamet Peygamberi sözleriyle bu güruhun yüreğine adeta rahmet damlalarıyla su serpiyor. Efendimiz her şeyin bir zekâtı olduğunu bildirerek hepimizin yapabileceği güzel ameller olduğunu nazara veriyor. Nasıl ilmin infakı hakikati yaymaksa, verilen bir yeteneğin ya da imkânın da mutlaka bir infak biçimi olabileceğini buyuruyor. Yeter ki mümin nefsi emmaresinden sıyrılıp, Allah’ın lütfettiği nimetlerden bir kısmını değişik vesilelerle yine Allah için  başkalarına aktarıp, paylaşabilsin.

Hem varlıkta hem yoklukta harcedilmeli

Doç. Dr. Murtaza Köse (Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi):İslâm’ın üzerine bina edildiği beş temel esastan biri zekât, İslâm’ın köprüsü. Kur’ân-ı Kerim’de, “Zekâtlar sadece düşkün, zekât toplayan görevli, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olan, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen, borçlu, muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyruldu. Allah âlimdir, hakîmdir.” (Tevbe, 9/60) buyuruluyor. Zekâtın yerine getirilmesinde kişinin çevresi itibarıyla fakire ulaşamayabilir. Bu durum sorumluluk duygusuyla hareket eden insanlar için problem haline gelmemeli. Bu noktada Kur’an’da geçen ‘fî sebîlillah’ kavramına yoğunlaşmak gerekir. Bu kavram kişilere birçok alternatif sunuyor.  “Bana zekât düşmüyor, benim gelirim ancak bana yetiyor.” gibi savunmalara başvurmak apaçık hükümlerden bizleri muaf tutmuyor. Bunun en büyük delili ise Âli İmran Suresi’nde “O sakınanlar hem varlıkta hem yoklukta harcederler.” ayeti.  Bir de zekât vermek nasıl kişinin nefsine ağır geliyorsa, zekâtı almak da insan gururunu incitebiliyor. Burada  bize uzanan elin bir vesile olduğunu hatırda tutmakta fayda var. Zira her şeyin sahibi olan Allah’tır. Bize kendi servetinden veren, ihtiyaçlarımızı giderecek çıkış yolunu gösteren de yine O. Tabii burada infak eden kişiler ve hayır kurumlarının da aynı hassasiyeti göstermesi lazım.

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>