Ne ara böyle gergin bir toplum olduk?

Ne ara böyle gergin bir toplum olduk?

TUĞBA KAPLAN

13 Nisan 2014, Pazar

Kazandırdığı düşünülen gerginlik siyaseti, gündelik hayatın olağan akışına zarar verdiği gibi, politize ve gergin bir topluma sebep oluyor. Bu siyaset tarzı  ölümleri bile politize  edip, ayrıştırıyor.

Gezi’den bu yana ülkenin de insanların da tansiyonu hiç düşmüyor. Gerginlik siyaseti ortamında, yıllardır gelmesi beklenen demokrasinin bütün sistemi bozuluyor. Bunun sonucunda çelişkilerle dolu verimsiz ve mutsuz bir toplum yapısı şekilleniyor. Sistemin bozulmasında şüphesiz siyasilerin de etkisi büyük. ‘Kutuplaştırma ve gerginlik siyaseti’ kısa vadede kârlı bir eylem gibi görünse de, uzun vadede onulması zor yaralar açıyor. Geçen hafta kaybolan ve bir süre sonra evinin yanındaki havuzda cansız bedeni bulunan Pamir’in ölümü şüphesiz çoğu insanı derinden etkiledi. Aslında o gün daha büyük bir trajedi, ciddi bir toplumsal travma yaşandığını da görmüş olduk. Pamir’in Alevi olduğunu söyleyenler, ailesi zengin olduğu için herkesin seferber olduğunu iddia edenler, dahası üçüncü köprüye yakın bir yerde oturduğu için, köprü ve cenaze bahanesiyle ikinci bir Gezi çıkacağını haykıranlara şahit olduk. Şaşkınlıkla okuduk yorumlarını, tepkilerini.  Sosyal medyada küçük bir çocuğu bulmak için seferber olanlar kadar, küçük bir taş yerinden oynasa, ağacın dalı kımıldasa, bir yaprak bile düşse Başbakan’a karşı hamle olduğuna inanıp da kaos ve gerginlik çığırtkanlığı yapanları gördük.

Henüz çok zaman geçmemişti Berkin ve Burak Can’ın ölümünün üzerinden. Aynı duyarsızlık hiç düşünmeden ve sorgulamadan o iki gencin cenazesinde de yaşandı. Berkin için “Alevi, DHKP-C’li, yüzünde maske var, annesi mezarına niye bilye attı” diye sorgulandı. Hatta “Burak Can bizim, Berkin Elvan sizin ölünüz” diyenler bile oldu. Anlaşılan mesele bir insanın ölümüne üzülmek, saygı duymak değil de, ölüyle olan ideolojik yakınlıkmış.

Politize olmadan fikirleri ifade etmek mümkün mü?  

Gelinen noktada ölülerini bile ayrıştıran, ölüm üzerinden siyaset yapan, aslında ruhu ölü bedenlerden oluşan bir topluma mı dönüşüyoruz sorusu akılları kurcalıyor. Acaba bu ülke sadece evlatlarını değil, vicdanlarını da mı kaybediyor? Diyarbakır Dicle Üniversitesi Rektörü Prof.

Dr. Ayşegül Jale Saraç’ın başörtüsü takma kararını normal görmek yerine, “Paralel mi, değil mi?” diye sorgulanıyor. Sadece İngilizce tweet attığı için insanlar neden ‘vatan haini’ ilan ediliyor?  Sanki yıllar önce yaşanan acılardan hiç ders almamış gibiyiz. Oysa daha dün ihtilallerin gerekçesi olarak gösterilen, binlerce masum sivilin katledildiği o günler hafızalarımızdan nasıl da silinmiş. İnsan sormadan edemiyor. Sahi  Kurtuluş Savaşı kazanılırken de birileri çıkıp toplumu ayrıştırmış mıdır? Alevi, Sünni, Türk, Kürt diye sınıflara ayrılarak mı yedi düvele karşı duruldu? Bugünkü politize ve gergin toplum, kazandırdığı düşünülen gerginlik stratejisinin bir ürünü mü? Biz toplum olarak nasıl bu hale geldik? Bu gerginlikten uzak olmak için, siyasetten steril bir hayat mı sürmeli? Politize olmadan fikirleri ifade etmek mümkün mü? İşin ehilleri gerginliğin sebebini yorumladı ve merak ettiğimiz  soruların cevabını verdi.

Prof. Dr. Yılmaz Esmer

Siyaset  bir ölüm-kalım meselesi değil

Gerginliğin sebebi gerilmeye, kutuplaşmaya, çatışmaya çok müsait bir kültürün olması. Bugün toplumumuzun aşırı derecede kutuplaştığı, kamplaştığı ve aydınlar dâhil hemen herkes her gelişmeyi kendi kampının gözlükleriyle değerlendiriyor. Türkiye, ilk kez kamplaşmıyor. 1950’li yıllar ciddi bir CHP-DP kamplaşmasına tanık oldu. Bu kamplaşmanın, o dönemin insanlarının torunları üzerinde bile etkisi sürdü. Bugün hâlâ “Biz DP ya da CHP geleneğinden bir aileyiz” sözünü çok işitiriz. 1960’lı yılların ikinci yarısından 1980’e kadar ise bir sağ-sol kamplaşmasına ve hattâ silahlı çatışmasına tanık olduk. Unutmayalım, o dönemde, polis, öğretmenler, işçi sendikaları gibi pek çok grup, kendi içinde ‘sağcı’ veya ‘solcu’ örgütlere, meslek kuruluşlarına ayrılmıştı. Şimdi de AKP yanlıları ve karşıtları ciddi bir kutuplaşma içinde. Aşırılık konusunda ‘genlere işleyen’ bir durum söz konusu ise eğer, değişimin kolay olmadığını biliyoruz. Takım taraftarlığını, kulüp yöneticiliğini bile bir tür  -hadi savaş demeyelim ama- şiddetli kavga ortamı olarak gören bir kültür bugün de yarın da kolay değişmez. Bir gecede yüksek toleranslı olmaz.  Siyasetten tamamen uzak durmak doğru değil. Önemli olan, siyaseti bir ölüm-kalım meselesi olarak görmemek. İktidardan gitmenin de, iktidara gelmek kadar doğal bir şey olduğunu kabullenmek. Ve en önemlisi, siyaseti mutlaka ve mutlaka üzerinde uzlaşılan birtakım ortak değerler çerçevesinde değerlendirmek, icra etmek. Siyasi rekabet olacaktır, olmalıdır. Ama rekabet edenler arasında ortak değer (rekabetin üzerinde değerler) kalmazsa iş çığırından çıkar.

Ahmet Selim (Yazar)

Gerginlik bir oyun stratejisidir

Gerginlik hiçbir hayatiyet alanı için iyi bir şey değil. Sıhhat dengesini bozar. Tansiyon yükselmesi gibidir. Gerginlik siyasetinin ortamında demokrasinin solunum sistemi de bozulur, dolaşım sistemi de, sinir sistemi de. Bunların sonucu olarak, toplumun yapısı da çeşitli çelişkilerle ve verimsizlik tıkanmalarıyla mutsuzluk üretmeye başlar. Bu siyaset tarzı, ülkenin düşünce üretme imkânlarını güdükleştirir. Oturup da düşünce üretmek yorgunluğuna katlanmayı seçmek, abes yahut gülünç telakki edilmeye başlar. Gerginlik stratejisi, hataya sevk etme taktiklerinin çeşitli hileleriyle sahneye konulur. Bir oyun stratejisi tercihidir. Ve biz bu stratejiyi, genellikle çok kolay yutarız. Samimi insanlar tahriklere daha kolay kapılır, şayet bir itidal şuuru teminatı oluşturamamışsa. Demokrasi, özünde, gerginlik siyasetiyle hiç barışık değildir. Akıl dışı bulur onu. Dünyanın her yerindeki çeşitli demokrasi uygulamalarında, oyunlu taraflar da vardır. Fakat seçimlerden sonra herkes işine ve görevine bakar. Gerginliğe dayalı siyaset biçimi, sonuçları ve yansımaları açısından rasyonel olmadığı için, herkese zarar vereceği için, oralarda geçerlilik kazanamaz.

Emel Yıldırım (Psikolog)

Siyasetten uzak durmak da ona mahkûm olmak da yanlış

Bütün toplumsal alan ve kalabalıkların refleksleri politize olmuş durumda. Her şey vatan haini, işbirlikçi, dış mihraklar gibi soğuk savaş dönemi siyasal gözlüklerle okunuyor. Politizasyonu toplumun aktörleri, medya çevreleri, aydınlar ve siyasetçiler teşvik ediyor. Türkiye’de toplum kendini çeşitli tehditler altında hissederek politize oluyor. Kendini işgal, hainlik ve parçalanma korkusu altında hissedince, bunu politikleşerek aşmaya çalışıyor. Aşırılıklar kalabalıkların reflekslerinden çıkar. Kalabalıkların reflekslerinde akıl, ölçü, izan ve dengeye yer yok. Psikolojileri akıl dışıdır. Bir slogan, bir lider, bir kelime, bir ses onları rahatlıkla harekete geçirir. Millet, millet olmaktan çıkıp kalabalığa ve kitleselliğe dönüştüğünde ideallerini, akıllarını ve tahayyüllerini terk eder. Bunun yerine yıkmak, şiddet uygulamak, linç etmek, karşıtlıklarına yönelmek gibi tutumlara yönelir. Milletin liderleri, peygamberler ve büyük önderlerdir. Kalabalıkların liderleri ise kalabalıkların duygularını kullanarak siyasi hırslarına göre onları yönlendirenlerdir. Hitler ve Mussolini de birer kalabalık ve kitle lideriydi. Normal toplum, millet olandır. Rasyonel ilkelere, evrensel hakikate ve doğru bilgiye göre aktörleşen önderlerin, aydınların, bilim insanlarının ve kanaat önderlerinin sesine kulak vererek yol alandır. Normal toplum kutuplaşmalardan uzak, çatışmalara kilitlenmeyen ve gündelik hayatını farklılıklarla huzur içinde yaşar. Siyasallaşmayı her şeyine bulaştırmaz ve onu gerektiğinde kullanmaya yönelir. Farklı siyasal yaklaşımlarla beraber yaşar. Bunları vatan hainliği, dış mihraklar ve çeşitli ötekileştirmelerle yorumlamaz. Siyaseti merkeze alan bir nesil, hayatın diğer boyutlarını kaçırabilir. Yaşamadığı hayatlardan dolayı eksik kalır. Demokrasi ile varlığını sürdüren toplumlarda, nesiller siyasetle ilgilenirler. Ancak ideolojik ve siyasallaşmanın içine mahkûm olmaz. Siyasetten steril olmak ne kadar yanlış ise siyasete mahkûm olmak da aynı şekilde o kadar problemlidir.

Uğur Kömeçoğlu (Sosyolog)

Vicdanını kaybetmiş bir toplum değiliz

Sapla samanı birbirine karıştırmamalıyız. Bu toplumun hiçbir kesimi küçük bir çocuğun ölümü üzerinden siyasi ya da toplumsal rant peşinde koşacak kadar ahlaksız değil. Pamir’le ilgili olarak sosyal medyada başlatılan provokatif bir süreç oldu. Birkaç aktör, toplumun bir kesimine sözlü saldırıda bulundu ve olay, yoğun bir acıyla iç içe olduğu için kar topu gibi büyüdü. Bu provokasyonu kimler başlattı açık değil. Karanlık muhaberat operasyonlarının yapıldığı bir dönemdeyiz, ölü çocuklar üzerinden toplumun gerçekten ayrıştığına inanmak tam da yapmak istedikleri kaos ve düzensizlik ortamına hizmet etmek olur. Bu oyuna gelmemeliyiz. Bu gerilim, büyük oranda sanaldır. Vicdanını kaybetmiş bir toplum olduğumuza bizi inandıramazlar.

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>