Paraları sıfırladıkları yetmedi hukuku da sıfırladılar

Paraları sıfırladıkları yetmedi hukuku da sıfırladılar

TUĞBA KAPLAN

28 Eylül 2014, Pazar

Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, 10 Ağustos’tan sonra Tayyip Erdoğan’ın hem cumhurbaşkanı hem başbakan hem de parti başkanı olamayacağını iddia ederek suç duyurusunda bulundu. Ve başına gelmeyen kalmadı.

Derslerden el çektirildiniz, üstüne bir de kınama cezası aldınız. Bütün bunlara sebep olan gerekçe nedir?

Geçen yıldan beri İstanbul Aydın Üniversitesi’nde verdiğim hukuk sosyolojisi ve felsefesi derslerini bu yıl verdirmeme kararı almış rektörlük. Dekanlığa yazı gönderilmiş konuyla ilgili ama dekan bana yazının içeriğinden bahsetmedi. Artık nasıl bir yazıysa? Gerekçenin ne olduğunu ben de bilmiyorum. Dekan o yazıya dayanarak ders görevlendirmesi yapamadı. Yapamadığını da küçük bir özür beyanıyla bildirdi.

Daha önce böyle bir durum yaşadınız mı?

1984 yılından beri kürsüye çıkan, kürsü sorumluluğu taşıyan bir hocayım. Marmara’da çalıştım, Akdeniz Üniversitesi hukuk anabilim dalı bölümünden emekli oldum. Bir yıldır da buradayım. Üniversite dediğimiz kurumun, düşüncenin, idealin her türlü sorumluluğunu taşımaya çalıştım. Hiç kimse tek laf etmedi bugüne kadar. Meslek hayatımda ilk kez böyle bir şeyle karşılaştım. 35 yıllık bir hocaya, en olgun meyveleri verebileceği bir yaşta ders verme yasağı ile önünün kesilmesi çok haklı bir nedene dayanmalı. Haksız bir nedense de kamuoyuna bütün çıplaklığıyla duyurulması lazım.

Yazılı gerekçeyi bilmiyorum dediniz ama buna sebep olan konu aşikâr…

Tabiî ki. 18 Ağustos’ta Recep Tayyip Erdoğan milletvekilliğinden sıyrıldı. Ben pazartesi dokunulmazlığı düşmüş bir yurttaşın başbakanlık görevini, hükümet partisinin genel başkanlığını sürdürdüğü, cumhurbaşkanı seçildiği halde bu partinin işlerini görüyor olduğu ve yemininden önce tarafsızlık ilkesini ihlal ettiği için Türk Ceza Kanunu’na göre bunlar suç oluşturuyordu. Anayasa’yı da ihlal ediyordu. Bunları ileri sürerek Anayasa’nın 74. maddesine göre dilekçe hakkımı kullandım ve Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundum. Vatandaşlık görevimi yerine getirdim. İki gün sonra Aydın Üniversitesi’nden arandım. Telefonun ucundaki ses ‘Üniversite’den ayrılmayı düşünür müsünüz?’ diye sordu. Şaşırdım, sebebini sordum, bir şey demedi ama ben anladım. Gelince görüşürüz dedim o kadar. Sonra izinsiz demeç verdim diye hakkımda soruşturma açıldığını öğrendim.

Siz bu duruma karşı hukukî olarak neler yapıyorsunuz?

Bu insan hakkını, bilim özgürlüğünü, yurttaşın ifade özgürlüğünü ihlaldir. Bir Anayasa ihlalinin peşinden koşup çözmeye çalışırken, başkaları da bana karşı aynı ihlali yaptı. Ben avukatım vasıtasıyla savunmamı yaptım. İptal davası açtım. Kararı bekliyorum.

Derslere giremediğiniz halde neden hâlâ üniversiteye geliyorsunuz?

Sözleşmeye göre haftanın 3 günü burada olmam gerekiyor. Geliyorum, çalışıyorum, bilimsel çalışmalara odaklanıyorum. Ben sözleşmeme uyuyorum ama onlar uymuyor. Mobbing uyguluyorlar.

Bunun dışında üniversite bir soruşturma daha açmış hakkınızda…

Derslerdeki puanlama sistemim sorunluymuş. Bir yıldır sorun yoktu, şimdi mi var? Nereden kulp takacaklarını bilemiyorlar. Ben bütün öğrencilerime “Çocuklar sınavları ve notları bir kenara bırakalım. Not ve sınav için çalışmanız size bir şey katmaz. Ben size çok iyi notlar vereceğim. Önce zihninizden notu çıkarın.” diyorum. Ve inanın çocuklar daha başarılı oluyor. Gerçekten öğrenmiş oluyorlar. Şimdi bu da sorun oldu.

Maruz kaldığınız bu muamele karşısında destek olanlar oldu mu?

Bu kamusal bir olay. Benim meslektaşlarım, öğrenciler, vatandaşlar hep birlikte duyarlılık göstermeli. CHP Milletvekili Mahmut Tanal, soru önergesi verdi. Barolar Birliği harekete geçti. Havuzdan geriye kalan basın bu hukuksuzluğu duyurmaya çalışıyor. Türkiye’de ters giden şeyler var. Özgürlükleri boğdurmak amaç. Türkiye zifiri bir karanlığa büründü. Hukuk adına mücadele edilmesi gereken somut olaylardan sadece biri bu.

Türkiye’de hukukun geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz?

Ne hukuk var ne de demokrasi. Hukuksuz demokrasi, katıksız bir faşizmdir. Demokrasi gelsin dedik ama hukuksuz sahte bir demokrasinin geleceğini göremedik. Yüzde 10 barajı başlı başına hukuksuz bir demokrasi. SEÇSİS bir başka hukuksuzluk. Elektronik oy sayma sistemini kullanarak olağanüstü manipülasyonlar yaptılar. Oy hırsızlıklarını da gördük. Para çalınmaz ki sadece oy da çalınır. Hatta para çalmak isteyen önce oy çalar siyasette. Bunlar demokrasi görünümlü hukuksuz şeyler. Bu SEÇSİS hukuksuzluğu ile ilgili de Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağım. Hiç kimse doğru düzgün yazıp konuşamıyor. İfade ve basın özgürlüğü yok. Bu da bir başka hukuksuz demokrasi örneği.

İktidara göre ülkede ifade ve basın özgürlüğü var ama…

Sürekli kendileri konuştuğu için ve kendilerinin basını yazdığı için var. Herkes çok konuştuğu için vatandaş da ifade özgürlüğü var sanıyor. Hâlbuki farklı düşünene yaşam hakkı bile verilmek istenmiyor. Herkes sadece bir şeyi konuşuyor: İktidarı ve icraatlarını. Yanlışlarını konuşan kim var? Parayla yetkiyle basını ve üniversiteleri çürütüyorlar. Kim yazıp, konuşabilir?

‘Keşke hukuk bilmeseydim’ dediğiniz oluyor mu?

Son yıllarda sürekli buna hayıflanıyorum.  40 senedir bildiğim hukuk birdenbire sıfırlandı. Hukukun hiçbir ilkesi geçerli değil. Her ilkenin üzerinde tepiniyorlar. Paraları sıfırladıkları yetmedi, hukuku da sıfırladılar. Ama ne olursa olsun, Ankara’da yargıçlar varsa ümitliyim hukuk adına.

Defaatle “Devlet adamı ne kadar yoksul olursa halk o kadar zengin olur” diyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti fakir bir devlet mi olsun?

Elbette hayır. Devletin parası olsun, halkına yardım etsin, halk zenginleşsin devlet de zengin olsun, bunlar sorun değil. Ama devlet büyük israf içinde. Devleti yöneten hükümetlerdir. Bugün de AKP hükümeti bu israfı körüklüyor ve sıcak parayla besliyor. Sıcak parayla hayasızca yatırım yapılıyor. Çevre katliamı, yanlış yapılanmalar, nemalandırmalar, yandaşlarını doyurmalar, rantlar kıyasıya gidiyor. Bu sıcak yatırımın faturası halkın önüne gelecek. Bunlar Türkiye’nin borç aldığı paralar. Üretimle kazanılan paralar değil. Her hesabın arkasında farklı dolaplar dönüyor ve çirkinlikler yatıyorsa bunlara göz yumamayız. Gözümüzün içine baka baka yalan söylenmesine razı olamayız.

Atatürk’ü hem eleştirip hem de taklit etmek çelişkidir

Kimlerin benzemeye çalıştığı ortada. Bilgelik, cesaret ölçülülük ve adalet. Bunların hepsi adalete hizmet eder. Ortaçağ’da buna üç tane daha eklendi: İnanmak, ümit etmek ve sevmek. Bu yedi erdemi Anadolu’nun temelinde, düşünce adamlarımızın eylem ve fikirlerinde buluruz. Onlardan biri de Atatürk bana göre. Aydınlanmanın temeli kendi aklını kullanma iradesini göstermektir. Şu an Türkiye’de insanlar aklını kullanamıyor. Sebebi ise korku. Öyle korkular salındı ki aklımızı başımızdan alıp gitti. Atatürk aklını kullanıyordu, korkmuyordu. Atatürk bir insan olmasının yanı sıra bir ideal. İdeal olmasa bir zamanlar Kemalizm’i eleştirenler bugün onu örnek alır mıydı?  Şimdi onun yaptığını yapmaya çalışarak kötü bir taklitten öteye gidemiyorlar. Bu büyük bir çelişki. Adam İzindeyiz’le, Türkiye’nin ikinci Atatürk’ü söylemleriyle, ilk Samsun’u ziyaret etmekle Atatürk olunmuyor. Atatürk olmak karakter işi, dürüst olma işidir, halkını kullanmama, çalıp çırpmamaktır. Yoksulluktur, biriktirmek değildir. Atatürk olmak zekâ işidir, salaklardan Atatürk olmaz. Benzeyemeyip de kendilerini öyle gösterdiklerinde ise çok sırıtıyor.

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>