Devletin islamcı ajanları

İslamcılık yine tartışılıyor. bu kez tartışma ‘devletin islAmcı ajanları’ ekseninde dönüyor. Peki, derin devlet islAmcıları neden ajan olarak kullanıyor?

İslamcılık tartışması yeniden masada. Ancak bu seferki “İslamcılık nedir? İslamcı kime denir? İslamcılık düşüncesi hangi ihtiyaca cevap verir?” sorularının sorulduğu, İslamcılığın tarihî seyri ve teorik kurgusunun ele alındığı bir tartışma değil.

570580

Ali Bulaç ve Mümtaz’er Türköne, öncekilere nazaran farklı bir perspektifle köşe yazılarında “İslamcılık bitti mi?” sorusuyla başladılar evvela. Tartışma İslamcılığın görevlerine, AK Parti üzerinden İslamcılığa, İslamcılık- devlet ilişkisine kadar geldi. Buraya kadar her şey normaldi. Ta Ali Bulaç “Neden devletin İslamcısı olmadım?” yazısını yazana kadar. Bulaç, son yarım asırlık İslami mücadelenin içinde hem özne olarak yer aldığını hem de gözlemcisi ve şahidi olduğunu söylediği yazısında, İslamcı hareketle tanıştığı 1970’lerde polisin kendisine ajanlık teklif ettiğini, kendisinin kabul etmediğini, ama kabul edip sonra medyada, devlette etkili konumlara gelen bazı isimleri bildiğini söyledi.

Tartışma bu noktadan sonra alevlendi: “Acaba devletin içindeki İslamcı ajanlar kimlerdi?” Bu soru etrafında haftalardır dönen tartışmalara gelmeden, İslamcıların devletle bütünleşmesinin İslami düşünceye zarar verdiği yorumuna, yani İslamcıların devletle olan imtihanına, İslamcı düşüncenin sığ kaldığı gerçeğine mercek tutmakta fayda var.

İslamcıların üç ana dönemde üç nesil olarak birbirlerini takip ettiklerini düşünüyor Ali Bulaç. Birinci nesil İslamcıların politik tema ve yönelimleri, ‘devletin kurtarılması’ydı. Devlet zaafa uğramıştı, onu Batı’yı olduğu gibi taklit ederek kurtarmak mümkün olamazdı, kurtuluş İslam’ın asli kaynaklarına dönmekte yatıyordu. İkinci nesil İslamcılar ıslah edilecek bir devletten mahrum oldukları için, ‘devlet kurma’yı hedefliyordu. Üçüncü nesilden beklenen ise devleti dönüştürmeleriydi. Ancak onlar devleti dönüştürmeyi değil, var olan devleti ele geçirmeyi arzuladı. İktidarın yapısını sorgulamadan, onu ele geçirdiklerinde ‘iktidar’ olacaklarını düşündüler. Ve devletin bizzat kendisi oldular.

İslami camiada sözü geçen fıkıh profesörü Hayrettin Karaman’ın konuya yaklaşımı farklı. Israrla tekrarladığı, “İslamcı bir düzen kurana kadar -‘geçici ve şartlı olarak’- İslam’a hizmet eden siyasi kadrolara destek olmak” tezini yeniden gündeme getiriyor. “İslamcılar, ulusalcı-laik-demokratik sistemi kabul etmemekle beraber verili şartlar içinde bu sistemi resmen kabullenerek siyaset yapan ama İslamlaşmaya yardımcı olan siyasi kadrolara destek verebilirler. Bu destek şartlıdır ve geçicidir. Şartlı olduğu için yolundan sapan iktidarlarla aralarını açarlar, geçici olduğu için orada karargâh kurmazlar, nihai amaçlarına doğru yürümeye devam ederler. İşte bu kadrolar asıl davalarını unutmadıkları, ondan asla vazgeçmedikleri, mevcut şartların elverdiği ölçüde davalarına hizmet ettikleri sürece ‘İslamcılık davasından döndükleri, davaya hıyanet ettikleri, bu manada İslamcılığın öldüğü’ söylenemez; söylenirse de isabetli olmaz.” hükmünü dile getiriyor.

AK Parti içinde sözü dinlenen Hayrettin Karaman “İslamcılık ölmedi” derken, aslında savunduğu ideolojinin basamaklarını gözler önüne seriyor. Gündeme gelen tartışmalardan sonra Taha Akyol “İslamcılık nereye?” başlıklı yazısında siyasi hareket olarak İslamcı düşüncenin çok düzey kaybettiğine ve önemli oranda partizanlık seviyesine düştüğüne dikkat çekiyor. Ona göre 19. yüzyıldaki Yeni Osmanlıların ve 20. yüzyıl başlarındaki Meşrutiyet İslamcılarının derinliğini, zihin zenginliğini, ufuk genişliğini göz önünde bulundurursak,  bugünkü ‘Siyasi İslamcılık’ hareketi çok ‘sığ’ kalmıştı.

Eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü, Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk de Akyol’un bahsettiği seviye kaybını ‘sığ sulara çekilmek’ olarak niteleyip büyük düşüncelerin ancak okyanus derinliğinde bulunacağını belirtiyor. Yakın dönem Kürt ve tasavvuf tarihi uzmanı, Yeni Şafak yazarı sosyolog Müfid Yüksel ise Zaman’a verdiği röportajda İslamcılık tartışmalarına ışık tutuyor. Yüksel, devletin 60’lardan itibaren bazı İslamcıları kendine çektiğini, hatta Nurcu gruplardan insan devşirdiğini anlatıyor. Millî Mücadele Birliği zaten devlete entegre hâle gelmişti. Çeşitli gruplarda ciddi sızmalar olduğu muhakkak. Ama asıl önemlisi İslamcı gruplara özellikle 80’lerden sonra kriptolar sızdı. Çok da etkili oldular. Türkiye’deki İslam anlayışı değişip radikalleşirken devlet oturup olanları izlemedi. Bu grupların çoğunu kontrol altına aldı. Aralarına çok insan soktu. Yani tağut devlet radikal İslamcılar arasına sızdı. Yüksel ayrıca, İslamcılığın AK Parti döneminde altın çağını yaşaması gibi bir durumun olmadığı kanaatinde. Sadece iktidar Suriye olayından sonra İslamcı bir vizyon oluşturmaya, onu ihya ve inşa etmeye çalışıyor. İhvan ile bir siyasal birliktelik projesi olarak görüldü İslamcılık. Millî Görüş geleneğinden gelenlerin rüyasıdır Neo-Osmanlıcılık.

İSLAMCILAR İKTİDARLA ÇALIŞTIKLARINDA NE OLDU?

İslamcılık üzerinden dönen tartışmaların, ‘bitti, öldü, durdu’ yorumlarının, aslında ‘ölsün, bitsin ve dursun’ demek olduğunu söylüyor Yeni Şafak yazarı, sosyolog Ergun Yıldırım. Ona göre İslamcılar AK Parti’ye, Türkiye’ye, bölgeye ve dünyaya sahip oldukları asgari donanımlarıyla çok şey kattı. AK Parti de İslamcılara çok şey kattı. Onların devlete yerleşmesine, devleti tanımasına, dünyaya açılmasına katkı verdi.

Her ne kadar Yıldırım’a göre AK Parti İslamcıları durdurmamış olsa da, onun da sormaktan kendini alamadığı bazı sorular göze çarpıyor. İslamcılığın iddialarında neler vardı, hangi ilkeler öne çıkıyordu ve iktidarla çalıştıklarında bunlara ne oldu? İslamcılar, tıpkı Muaviye döneminde olduğu gibi iktidarla tanışınca ‘kabile’ (akrabalık ve yakınlar) ve ‘ganimet’i (dünyayı) öne çıkarıp ‘akide’yi (temel İslami ilkeleri, davayı ve ana iddiayı) es mi geçiyorlar? Yıldırım bunlarla yüzleşmeden sağlıklı bir İslamcılık tartışması yapılamayacağına inanıyor ve ekliyor: İslamlaşmayı ihya ve ıslah ederek yola devam etmek için, İslamcıların kabile ve ganimetle kurdukları yeni ilişki tarzlarını gözden geçirmeliyiz. Yıldırım’ın bu sözleri, İslamcı çevrenin, savunduğu ideolojiye dair özeleştiri sinyali olarak yorumlanabilir.

İslamcılığın yukarıdan aşağıya topluma nizam verilmesi, İslam’ın hükümlerini kamusal alanda hâkim kılma sürecinde devletin kullanılması gerektiğine inanan bir ideoloji olduğunu düşünüyor, Süleyman Şah Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Uğur Kömeçoğlu. Ona göre İslamcılar sadece laik devlete karşıydı, yoksa devletle o kadar ciddi bir sorunları yoktu. Tağut devlet, kâfir olduğu için tağuttu İslamcılara göre.  Devletin ideolojik aygıtlarını ele geçirmekte bir sorun yoktu. İslamcılığı endoktrine eden bir devlet fikriyle sorunları yoktu. Fakat kavrayamadıkları husus bu devletin modern öncesi devlet olmadığı hususuydu. Modern devleti ele geçirirseniz o sizi dönüştürmeye başlar. İslamcılar iktidarın sunduğu nimetler karşısında çok donanımsız yakalandılar. Daha doğrusu tasavvufi ya da irfani geleneğe dayalı bir korunma donanımları yoktu. Üstelik manipüle edebilecekleri finans kapitalin büyüklüğünü fark edince âdeta şoka girdiler. Ne oldum delisi oldular ve zücaciye dükkânına giren fil misali yıktılar perdeyi eylediler viran. Güç, kuvvet, ihtiras, makam, mansıp, şöhret, şehvet, para, zenginlik, yatlar, katlar, lüks tüketim, yazlıklar, kışlıklar, arabalar, uçaklar gibi büyük hazlar karşısında ayakta durabilecek babayiğitler azdır.

Devletin bu sınırsız imkânları sağlayan bir enstrüman olma işlevini değiştirmeleri gerektiğini söyleyen Kömeçoğlu, devletin enstrümanlarının onları değiştirdiğini belirtiyor. Özel sektör-devlet ortaklığını, derin devlet-medya ortaklığını, devletin emeksiz, haksız kazanç kapısı olmasını bitirmeleri gerekiyordu. Ama iktidar onları bitirdi. Uğur Kömeçoğlu’nun üzerinde durduğu bir diğer nokta ise İslamcılığın kültürel sermayesinin tükenmiş olması. “İslamcılık gençler arasında entelektüel ve kültürel ağırlığını kaybedip gittikçe zengin lümpen bir ideolojiye dönüştü.” diyen Kömeçoğlu’na göre İslamcılık kasabalı milliyetçilik gibi oldu. Kentsoylu eğitimli gençler arasında yeri yok. Yeni İslami gençlikten kimse Ali Şeriati veya Seyyid Kutup okumuyor. Yoldaki İşaretler, dolar işaretlerine dönüştü çünkü. Neo-liberal düzenle yoğun işbirliği ve tüketim ideolojisini egemen kılmaları İslamcı kültürü AVM ve rezidans kültürüne itti. İslamcılık lafazanlık olarak kaldı. Herkes ikbal peşinde. Dünyayı Türkiye’den ibaret sanıyorlar. Türkiye’de iktidar olmanın her şeye yeteceğini sanıyorlar. Bu türden bir İslamcılığın ne Doğu’da ne Batı’da dostu olur.

İslamcıların devletle ilişkisine yönelik tartışmada karşılıklı yaklaşımlar böyle. Ancak asıl odaklanılması gereken nokta, Bulaç’ın dikkat çektiği İslami camia içinde devletin eleman kullanması. “Neden devletin İslamcısı olmadım?” yazısıyla aslında ne anlatmak istediğini sorduğumuz Bulaç, “Devlet, manipüle etmek ve mecrasından çıkarmak suretiyle İslamcı hareketlere ciddi zarar verdi. Bunun altını çizmek istedim. Bu tartışma dallandı budaklandı.” cevabını veriyor. Sadece İslamcılar veya dinî gruplar içinde değil, her siyasi hareketin içinde bu türden eleman olduğunu da ekliyor. Sol, sosyalizm, milliyetçi, sağcı, liberal, mezhep endeksli hareketlerde devlet eleman bulundurur. Ancak asıl nokta, İslamcı akımların ve dindarların bu türden manipülasyonlara karşı feraset ve basiret içinde olmamasıdır.

Mümtaz’er Türköne de İslamcıların devletle ilişkisinin sadece teorik bir açmaz değil, aynı zamanda pratik olarak kirli bir ilişki olduğu kanaatinde. O sebeple bugün “Devlete nasıl karşı gelirsiniz?” diye mangalda kül bırakmayan İslamcıların önemli kısmının 70’lerde ‘haber elemanı’ olarak devşirilmelerini garipsememek gerektiğine inanıyor.

Ali Bulaç’ın ‘devletin İslamcı ajanları’  iddiasına ilk destek uzun yıllar İslami çevrelerde ve Kürt siyasal çevrelerinde yer alan Altan Tan’dan geldi. 1971’den beri bu çevrelerin içinde olduğunu anlatan Tan şu açıklamayı yapmayı ihtiyaç hissetti: “44 yıllık tecrübemin sonucunda şunu diyebilirim: İslami, sosyalist, Kürt, Türk milliyetçisi… Tanıdığım tüm yapıların içinde, devletin olmadığı bir yapı görmedim. Keşke Hakan Fidan bir iyilik yapsa da devlete çalışan, MİT’e çalışan İslamcıların ve Kürtçülerin listesini yayımlasa. Tahmin ettiğimizden çok daha fazla insan olduğunu düşünüyorum. Bunların önemli bir kısmı da anlı şanlı ‘ağabey’ pozisyonundaki insanlardır. Fidan’dan rica ediyorum, bir iyilik yapsın belki günahlarına kefaret olur.”

Bulaç ve Tan’ın iddialarının ardından bir başka açıklama ise dönemin polis şefi, içişleri bakanı, şimdi Yurt Partisi Genel Başkanı olan Sadettin Tantan’dan geldi. Tantan 1992-95 arasında yayımlanmış ‘Yeni Zemin’ dergisine dikkat çekerek oradaki bazı isimlerle ilgili ‘Devletin adamı’ kanısını paylaştı.  Derginin yazı kadrosu içinde kimler yoktu ki? Ali Bulaç, Altan Tan, AKP Milletvekili Mehmet Metiner, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, RTÜK Başkanı Davut Dursun, Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak…

DERİN DEVLETİN ADAMLARI KİM?

Henüz İslamcı ajanlar tartışılır ve kim oldukları sorusuna cevap aranırken, Radikal yazarı Murat Yetkin tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Derin devletin neredeyse sadece İslamcılarla ilgilenip onlar içinde ajan devşirdiği düşüncesinin yanıltacağını, İslamcı ve milliyetçi mahallelerden çok kendi içinde bulunduğu mahalleyi merak ettiğini yazdı: “Acaba sol, demokrat, liberal cenahta kimler aslında derin devletin adamıydı? Yaptıklarıyla nelere mal oldular, hangi canları yaktılar, ya da neleri kurtardılar; ne bileyim anlatsalar da anlasak. Siz merak etmiyor musunuz?”

Bu noktada ‘ajan’ tartışmasının sadece İslamcılarla sınırlı kalmayacağı anlaşıldı. Ve bir başka açıklama bu öngörüyü netleştirdi. Eski AKP Milletvekili Reha Çamuroğlu, derin devletin ajanları tartışmasına farklı bir açıdan dâhil oldu. “Türkiye’de örgütler ağzına kadar ajan dolu. Bunlar siyasette yükselebilir, hasbelkader bu isimler bakan bile olabilir.” diyerek, ülkücü ve milliyetçi ajanların varlığına dikkat çekti. Çamuroğlu, bu iddiasını yıllar önce rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile arasında geçen bir diyalogla destekledi. Yıllar önce Yazıcıoğlu’nun kendisine “Bizim tarla sürülmüş tabii, bazen böyle özel kapalı toplantılarda merak ediyorum ajanlar mı daha fazla biz mi daha fazlayız?” sözlerini hatırlattı.

Reha Çamuroğlu’nun sözlerini bir bakıma onaylayan yazı ise Yeniçağ gazetesi yazarı Arslan Bulut’tan geldi. Bulut, “Derin devletin milliyetçileri!’ başlıklı yazısında “Milliyetçiler zaten devletin gönüllü elemanlarıydı, içlerine ajan yerleştirmeye gerek var mıydı?” yaklaşımının basit olduğunu, devletin milliyetçilerin arasına da elemanlar yerleştirdiğini anlattı. Bulut, eski Özel Harp Dairesi başkanlarından Sabri Yirmibeşoğlu’nun bütün siyasi partilere vatansever elemanlar yerleştirdiklerini kabul ettiğini, yine aynı dairenin başkanlarından Kemal Yamak’ın da milletvekilleri arasında çok sayıda adamlarının bulunduğuna dair yazısını ve daha birçok örneği hatırlatarak derin devletin milliyetçilerin içinde de olduğunu vurguluyor.

Farklı kesimlerden isimler, devletin sadece İslamcılar arasında ajanları olmadığına, sol, Kürt, milliyetçi, demokrat, liberal çevrelerin içinde de ajan bulundurabileceğine dikkat çekiyor. Ancak, bu hararetli tartışmaya şiddetle itiraz edenlerin sayısı da az değil.

Sadettin Tantan’ın söz konusu tartışmaya ilişkin açıklamasında dönemin İslamcı dergisi Yeni Zemin’i işaret etmesi, derginin o yıllardaki genel yayın yönetmeni, şimdi AK Parti milletvekili olan Mehmet Metiner’e de söz hakkı doğurdu. Metiner’in bu yoruma ve Bulaç’ın iddialarına itirazı gecikmedi. Star’daki köşesinden “İslamcılık ölmedi, sen öldün” başlıklı yazısında Ali Bulaç’a seslendi: “Birincisi, AK Parti kendini hiçbir zaman ‘İslamcı’ olarak nitelemedi. İkincisi, Erdoğan kendini ‘İslamcı bir parti’nin lideri olarak tanımlamadı. Üçüncüsü, Erdoğan liderliğinin kıymetini İslam dünyasının değme liderleri ve düşünürleri pekâlâ biliyorlar. Erdoğan İslamcılığı öldüren bir lider olmuş olsaydı İslam dünyasındaki liderler ve Müslüman halk nezdinde bu kadar çok sevilip sayılmazdı değil mi? Ali Bulaç kendini de, zamanla değişen kendi İslamcılığını da öldürmüş olabilir. Erdoğan’a duyduğu kişisel nefret üzerinden İslamcılık analizi yapmak, en fenası da Erdoğan’ı o malum çevrelerin yaptığı gibi ‘düşmanlaştırma’ya çalışmak İslamcı anlayışa ve ahlaka sığmaz.” Metiner’in, sanki birileri kendisine ‘ajan’ demişçesine “O tarihte ben 12 yaşındayım ve henüz İslamcı değilim.” sözleriyle geliştirdiği savunma mekanizması ise doğrusu şaşırtıyor.

‘Devlet adamı olmakla devletin adamı ve ajanı olma’ farklılığına dikkat çeken Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise Twitter hesabından yaptığı “Devlet adamı olarak ülkeye ve millete hizmet etmek büyük bir şereftir. Ama içinde bulunduğu topluluğa ihanet etmek, muhbirlik ve münafıklık yapmak alçaklıktır, kahpeliktir. İslami cemaatlere zarar verenleri ve darbecilere selam duranları milletimiz biliyor. Bu habis yapılar İslam’a da İslamcılığa da zarar veremez.” açıklamasıyla tartışmaya katıldı.

Entelektüel düzeyde başlayan ve İslamcılık ideolojisinin yeniden gözden geçirilmesine, çıkmazlarının tartışılmasına katkı sunması gereken tartışmanın seviyesi, dâhil olan her isimle biraz daha aşağı çekildi. Bulaç, Türköne ve onların iddialarını destekleyenlere gelen itirazlara bakınca, İslamcılığa ve geleceğine dair söz söylemek yerine, ‘İslamcılık ölmedi’ diye söze başlama, akabinde Erdoğan kültünü ön plana çıkartma, hakaretamiz söylemlere sarılma tutumu ön plana çıkıyor.

‘Ajanlık’ başlıklı yazısıyla Ahmet Taşgetiren’in tartışmaya katkıda bulunmaktan ziyade Ali Bulaç ve Altan Tan’ın şahsını hedef aldığını söylemek mümkün. Tan’a “Arkadaş, bir İslamcı olarak PKK güdümündeki bir siyasi hareket içinde iki defa milletvekili seçilmek nasıl bir şeydir? O yapıda zat-ı âliniz hakkında böyle bir devlet uzantısı kaygısı bulunduğu endişesini taşımaz mısınız?” diye sorarken, Bulaç’a da “Arkadaş, bir insan, ‘salya-sümük ağlıyor’ diye en aşağılayıcı ifadelerle eleştirdiği birinin gazetesine neden döner? Orada bir görevi olduğu için mi? Bir insan en radikal İslamcılıkla çıktığı yolun ileri safhalarında ‘Biz asla İslamcı bir kadroya oy vermedik’ diyenlerin yanında neden saf tutar?” gibi tartışmayı polemiğe çevirecek sorular sordu.

Görünen o ki Taşgetiren’in üslubu, Ali Bulaç’a, Altan Tan’a, Türköne’ye tüm karşı çıkanlara sirayet etmiş. Ahmet Kekeç, Star’daki köşesinde “İki Mümtaz Şahsiyet, İki Müptezel” başlıklı yazısında açıkça Bulaç’ın Erdoğan’dan ihale istediği, alamayınca muhalif olduğu ithamında bulundu. Ardından, “Bu iki mümtaz kişinin amacı, ‘İslamcılık’ meselesine katkı sunmak değil, bu kavram üzerinden AK Parti siyasetine vurup nefret ettikleri Erdoğan’ı daha da zor duruma düşürmek.” dedi. Bir diğer isim Salih Tuna ise yazısında “Ali abi ben senden şüpheleniyorum” diyerek  Bulaç’ın bütün bunları eğlenmek, neşelenmek için yaptığını, hatta dalga geçtiğini söyledi. Eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk de Bulaç’ın şahsını hedef almayı tercih etti. Bulaç’ın dünya nimetlerine tevdi ettiğini, Erdoğan’ın da 1994’ten beri yanında tuttuğu Bulaç’ı bu zaaflarından dolayı yanından uzaklaştırdığını, Bulaç’ın ise şimdi İslamcılığı Erdoğan ve arkadaşlarına öldürtmeye çalıştığını yazdı.

Ali Bulaç ise şahsını hedef alan bu yorumlara dair yaptığı açıklamada “Bahsi geçen arkadaşlara eskiden önem verir, onları okur,  anlamaya çalışırdım. Doğrusu artık muhatap kabul etmiyorum, ciddiye almıyorum onları.” dedi. İddia edildiği gibi gazete değiştirmediğini, 1986’da Zaman’ın kurucuları arasında olduğunu, sadece vefat eden arkadaşı Mahmut Şişman’ın ısrarı üzerine, Yeni Şafak’ın kuruluşunda yer aldığını söyledi: “20 küsur yıldır ben Zaman’da yazıyorum, bundan da bir rahatsızlığım yok. Bence bu eleştiriyi yapanlar kendilerine baksın. Onlar yayın organı, gazete değiştirdiler. Eğer ki ben bahsettikleri amaçlarla gazete değiştirseydim eleştiriye müstahak olurdum. Sonuç olarak ben bunları dikkate almıyorum. Çünkü konunun özüyle ilgili değil.”

Derin devlet cemaatlere karşı*

“Nisan ayında Statükonun İslamcıları başlığıyla bir yazı kaleme almış, iktidarın İslamcıları nasıl dönüştürdüğünü yazmıştım. Türkiye’de derin devletin entrikaları bitmez. Solun içinde de, Kürt hareketinin içinde de var olan hücre yapılanmaların İslamcı hareket içinde olmaması düşünülemez. Ancak İslamcı hareketin içindeki bazı aktörler çok daha önemli bir fonksiyonu üstlenebilecek bir potansiyele sahipmiş gibi ele alınmış olabilirler. O da Cumhuriyet tarihi boyunca derin devletin tasfiye etmek istediği bazı tarikat ve cemaat yapılarını sistemden bertaraf etme görevi olabilir.

Aslında bu, gönüllülük esasına dayalı bir hamledir. Zira bu tasfiye hamlesinin taşeronluğuyla ilgili olarak İslamcı ideolojinin ciddi bir kabul sorunu yoktur. Tabii bu kullanım her yönüyle direkt değil endirekt, dolaylı bir süreçtir. Zaten kimse o kadar amatörce çalışmaz. Bu ne sol hareketin ne de Kürt hareketinin becerebileceği bir iştir. Bu projenin kotarılabilmesi için Müslümanların içinden bir oyuncuya ihtiyaç duyulmuştur. Tarikatlara ve ufak cemaatlere hiç görmedikleri kadar materyal katkı ve patronaj sağlayıp onları İslamcı siyasete bağlayarak dönüştürmek (reküperasyon işlemi) zaten eskiden beri uygulanan bir stratejiydi.

Peki, yeni olan nedir? Türkiye’de 1970’lerden itibaren cemaat ve tarikatlara yukarıdan bakan, onları küçümseyen, yanlış ve çarpık İslam gibi kodlayan hatta İslami uyanışın önündeki engeller gibi gören, aslında halktan kopuk modernist bir İslamcı damar gelişti. Bu noktada eski vesayet rejiminin seçkinleriyle İslamcı seçkinler arasında kendiliğinden cemaat ve tarikat antipatisi üzerinden garip bir ortaklık noktası oluştu. Özünde devletçi olan bu işbirliği daha önce modernist ilahiyat ve devletçi diyanet cephesiyle kurulmuş bir koalisyondu zaten. Ama siyasette de bir ortak bulunabileceği düşüncesi AKP’nin üçüncü döneminde kristalleşti. Yakın zamanda bazı İslamcıların millî orduya kumpas kuruldu söylemiyle başlayan ve Aydınlıkçı İşçi Partisi’nin cemaatlerin kökünü kazıyacağız retoriğini kullanmasıyla devam eden süreç bu kristalleşmenin sonucudur.

Cemaat ve tarikatlardan hazzetmeyen İslamcı bir duruşun derin devlet için son derece kullanışlı bir hâle getirilmesi kolay bir proje değildir. Ama 2011’de düğmeye bastılar ve hiçbir zaman bulamadıkları kadar kullanışlı bir enstrüman elde ettiler. Sünni cemaat ve Sünni tarikat gibi yapılardan hoşlanmayan İslamcı kanat AK Parti’de egemen duruma geldi. Köklü dindar oluşumları ya sıcak finans kapitale yâr ettiler ya ikiye böldüler ya da kendilerine düşman ilan ettiler. İslamcı ajanlar meselesini basitçe bazı İslamcıların istihbarata devşirilmesi gibi okumamak lazım.

Mesele cemaat ve tarikatlara karşı derin devletle ideolojik bir örtüşmenin oluşmasıdır ve birilerinin diğerlerine göre daha kullanışlı, katalizör bir işlev üstlenmesidir. İslamcılar kullanıldıklarını kabul etmeyecektir, çünkü diğer kesimle zaten gönüllüce ideolojik bir kesişim kümesi yakalanmıştır. Yani hem samimi bir İslamcı olmaya devam edip hem de bazı cemaatlerin bitirilmesinde rol üstlenmekte bir mahzur görmeyecek kişiler bulunmuştur. Öte yandan İslamcı olmadığı hâlde İslamcı gibi çalışmış ajan provokatörler var mıdır bilemeyiz? Bu konu beni aşar.”
(*) Uğur Kömeçoğlu

Türkiye statükoya dönmüş oldu*

“1850’den bu yana devam eden İslami hareket akımları var. 20. yüzyılın sonlarına doğru tam amaçlarına ulaşıp köklü bir değişim geçirecekken manipüle edildiler. İslamcılık akımı statükonun bir parçası, meşruiyet zemini oldu.  İslamcılık kendi asli ve tabii mecrasından sapmış oldu.

Bunun bir sürü sebebi var. İç-dış faktörler, ekonomik, politik sebepler var. Fakat bu sebepler içerisinde bir tanesi öne çıkıyor o da çok önemli. Devletin kendi varlığını, statükosunu İslamcılar üzerinden devam ettirmesidir. Bunun altının çizilmesi icap ederdi.

Devlet varlığını devam ettirmek için hem içeride hem dışarıda birtakım istihbarı faaliyetlerde bulunur. Bu meşru bir şeydir. Kamunun, halkın güvenliğini korumak için devletin bilgi sahibi olması meşrudur, devletin asli görevleri arasındadır. Fakat sivil başlayan siyasi hareketleri, akımları, düşünce faaliyetlerini manipüle etmesi doğru değildir. Bu, ülkeye büyük zarar verir.

Devlet hemen hemen bütün siyasi hareketler içinde vardır. Nitekim bu yazının yayımlanmasından sonra Murat Yetkin sol cenahtaki devlet adamlarının ajanlarının araştırılması gerektiğini yazdı. Bir gün sonra Yeniçağ gazetesinden Arslan Bulut milliyetçi-ülkücü hareket içindeki devletin faaliyetlerinin açığa çıkarılması gerektiğini yazdı. Eski AK Parti Milletvekili Reha Çamuroğlu Alevi hareketinin içindeki devletin ajanlarının araştırılması gerekliğini söyledi. Altan Tan Kürt ve İslamcı hareket içindekilerin neredeyse yüzde 50’sinin bu konumda olduğunu söyledi. Ki Altan Tan’ın söylediği bu tartışmayı çok daha ileri boyutlara taşıdı. Bu tartışma devam ediyor.

Solun, Alevilerin, ülkücü-milliyetçi hareketin ve Kürt hareketinin içerisinde devletin manipülatif faaliyetleri varsa, statükosunu, adaletsiz düzeni bu şekilde koruyabiliyorsa devletin İslami gruplar, tarikatlar ve cemaatler içinde de faaliyet göstermemesi düşünülemez. Saf, temiz niyetli Müslümanların, bu hareketin içinde yer alanların, bütün tarikat, cemaat ve siyasi hareketlerin bu konuda çok dikkatli davranmaları gerekir. Aksi hâlde havanda su dövmeye devam ederiz.

Şahsi gözlemlerime göre AK Parti’nin kahir ekseriyeti manipüle edildiklerini anlıyor ve biliyor. Fakat çıkıp kamusal düzeyde eleştiri yapmıyorlar, dile getirmiyorlar. AK Parti’ye,  parti siyasetine zarar gelmesin diye. Ama bu konuda düşünen ve büyük ölçüde rahatsızlık duyanlar var. Ancak bu tartışma dolasıyla AK Parti içinde rahatsız olanlar, neden rahatsız oldu?

AK Parti içerisinde etkin bazı birimler eski statükoya Türkiye’yi geri çevirmekte başarılı oldular. Şu an eski darbeciler, darbe teşebbüsünde bulunanlar dışarıda. Sanki Türkiye’de hiç darbe olmamış, vesayet gelmemiş, faili meçhuller işlenmemiş gibi bunları ortaya çıkaranlar, deşifre edenler içeri tıkılıyor. Türkiye’de çok önemli bir olay yaşandı. Bunu teşhis ederken İslamcı gruplar içinde devlet adına çalışanların farkına varılmalıydı. Fakat maalesef Türkiye statükoya dönmüş oldu.”
(*) Ali Bulaç

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>