AKP’nin zaafı parti olamadan iktidar olmak

nesrin nasAnavatan Partisi eski başkanı Nesrin Nas, Ak Parti’nin devlete yaklaştıkça halktan uzaklaştığını söylüyor. Erdoğan’ın başkanlık hayalinden vazgeçmediğini belirtip erken seçimin fakirleşen ve ayrışan bir ülke getireceğini savunuyor.

Seçim sonrası milletvekilleri yeminlerini etti, Meclis’in yeni başkanı seçildi; ama henüz bir hükümet kurulamadı. Koalisyon ihtimalleri, erken seçim ve restorasyon hükümeti söylemleri tam hız tartışılmaya devam ediyor. bu parlamento aritmetiğinde tek seçenek koalisyon. “Hangisi hayırlı olur?” sorusunun cevabını ise koalisyonlu yılları yakından bilen eski Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Nesrin Nas veriyor. Nas, AKP’nin tepeden tırnağa yenilenmediği sürece yok olacağını, ANAP’ın kaderinden kurtulamayacağını düşünüyor. Erken seçimin de Erdoğan’ın başkanlığa dönüş oyunu olduğunu ve bu oyunu parlamentonun bozması gerektiğini söylüyor.

-7 Haziran sonrası, siyasi belirsizlik devam ediyor. Koalisyon ve erken seçim yorumları, kırmızı çizgiler birbirini izliyor. Sizce Türkiye’yi nasıl bir süreç bekliyor?
Biz bu seçimlere, bizi kimin yöneteceğine karar vereceğimiz bir seçim olarak bakmadık. 7 Haziran’da hukukumuzu, hayatımızı, duygularımızı, ilişkilerimizi ve özgürlüğümüzü düşünerek hareket ettik.

-Gündemdeki koalisyon ihtimalleri Türkiye’nin sorunlarını çözebilecek mi?
AKP-MHP koalisyonunda bir çözüm süreci kesinlikle olmayacak. MHP’ye Kürt kimliğini tanımaktan söz etmeyin. Tüyleri diken diken oluyor. Çünkü 40 yıldır Kürtleri düşman kavramına sıkıştırıp varlığını bu söylem üzerinden devam ettiriyor. Bugünün konjonktüründe, sınırımızda yaşananları göz önünde bulundurunca, saray medyasının “YPG, IŞİD’den daha tehlikeli” manşetleri attığı bir süreçte AKP-MHP koalisyonunun Türkiye’yi çok ciddi bir çıkmaza götüreceğini, hatta bir savaş koalisyonuna doğru evirileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla AKP-MHP koalisyonu benim için kâbus koalisyonu seçeneği. AKP-CHP seçeneği ise ilkeler üzerinde, demokratik kurumların onarımı ile faydalı olur. Bunun başında yargı geliyor. Biz 13 yılda adalet duygumuzu yitirdik. Bir toplumda adalet duygusu yaralanırsa o toplumu geleceğe taşımanız mümkün değil. Öncelikle adaletin onarılması gerekiyor.

-Onarımdan kastınız restorasyon mu?
Restorasyon denince eskiye dönüş gibi geliyor. Sanki “Bu dönem o kadar kötü ki o eski Kemalist devlet dayatmasına bile razıyız” anlamı çıkabiliyor restorasyondan. Oysa biz ona da razı değiliz. Onarım hükümeti derken, zamanında oluşturulan kurumsal altyapının yeniden kazanılmasını kastediyorum. Tabii ki o gün yapılan şekliyle kalmayacak. 21. yüzyılın gerektirdiği kurumsal altyapılar kullanılacak. Özgürlüklerin asıl, sınırlamaların istisna olduğu, adaleti önceleyen, temel ekonomik kurumların devletin, partilerin ve siyasetin elinde hoşlanmadıkları kişi ya da gruplara karşı bir silah olarak kullanılmadığı (Bank Asya olayı ve Aydın Doğan’a yönelik vergi incelemeleri gibi) bir Türkiye oluşturmamız gerek. O yüzden onarımı tercih ediyorum.

-Sizce Erdoğan’ın erken seçim açıklamalarının perde arkasında ne var?
Cumhurbaşkanı sandıktan başkanlığa ret çıkmasına oldubitti gözüyle bakmıyor. Uzlaşma nosyonundan yoksun olan partiler arasındaki anlaşmazlık erken seçim söylemlerini beraberinde getirdi. Böyle bir ortamda cumhurbaşkanı uzlaşma sağlanmayınca kamuoyuna dönüp “Başkanlık bu krizi önleyecek bir şeydi. Ben bunun için başkanlık istemiştim. Bakın bir hükümeti dahi kuramadılar. Hadi seçime!” diyecek. Erdoğan bu seçimle MHP ve HDP’ye kaptırdığı oyları almak isteyecek.

-Kaptırdığı oyları geri alabilir mi?
HDP’den, Kürt kesiminden alması mümkün değil. Çünkü Roboski ve Kobani olaylarını, ardından Tel Abyad sonrası gelişmeleri, dışlayıcı tutumunu ve Erdoğan medyasının tezlerini de göz önünde bulundurunca kaybettiği tek bir Kürt oyunun AKP’ye geri dönmesi mümkün değil. Hatta içinde kalan tek tük Kürt oylarını da kaybeder. “Bakın büyük savaş var. Büyük Kürdistan projesi hayata geçiyor. Şehitler ölmez, vatan bölünmez. Bunlara hiçbir şekilde izin vermeyeceğiz.” şeklindeki milliyetçi söylemlerle Türkiye’yi sıcak çatışmaya sokup MHP’ye kaptırdığı oylarını alabilir. Tek başına hükümet olacağı, yasal olmasa bile 7 Haziran öncesine kadar olduğu gibi fiilî başkanlığın sürdürülebileceği bir yapıyı zorlayacak. Dolayısıyla Erdoğan’ın bir koalisyon peşinde olduğunu sanmıyorum. Ama yasamanın da gücünü kullanıp son anda basiretli davranarak bu oyunu bozabileceğini düşünüyorum.

-Erken seçim durumunda Türkiye siyasi ve ekonomik olarak nasıl etkilenir?
Erken seçimden AKP tek başına hükümet kuracak sonucu çıkarır ama MHP baraj altında kalır. Yasal zemini olmasa bile Erdoğan fiilî başkanlık yapmaya devam eder. Seçmen bu oyuna gelir mi? Gelebilir. Türkiye hiç ummadığı bir şekilde Sünni Türk milliyetçisi kamplaşmasının, ideolojik baskının altında kendini bulur. Sosyal hayatı da karıştırır, ayrıştırır. Ekonomik etkileri de çok ağır olur. Ekonomi şu an çok gündemimizde değil. 2008’den beri kişi başına düşen geliri artmayan bir Türkiye var. Son çeyrekte bu sanayinin büyüme oranı binde 8. Türk sanayisi havlu attı. Ocak ayından beri bırakın yabancı sermayenin gelmesini, hem yabancı hem de yerel sermaye çıkışı söz konusu. Türkiye’deki yatırım altyapısı da çöküyor. Bunun sebebi de hukuki altyapının olmaması. Türkiye artık her bir ürünü en ucuz şekilde üreterek satabiliyor. Bu da Çin tipi üretime zorluyor. AB perspektifi önünde olan, 2005’te müzakere takvimini almış bir ülkenin geldiği nokta Çin tipi üretim. Yani fakirleşen ve ayrışan bir Türkiye’yi getirir erken seçim.

-13 yıl sonra ilk kez güç, yürütmenin elinden yasamanın eline geçti. Parlamentoya ne gibi görevler düşüyor?
Yasama bu gücü kullanmak ve bu güce sıkı sıkı sarılmak zorunda. Öncelikle cumhurbaşkanı anayasal sınırlarına çekilmeli ve yetkileri yeniden gözden geçirilmeli. Merkez Bankası siyasi iktidardan bağımsız ve bütün politika araçlarını ekonominin öncelikleri doğrultusunda kullanma özgürlüğüne sahip bir yapı olmalı. SPK’dan BDDK ve Rekabet Kurulu’na kadar bağımsız kurumların yeniden güçlendirilmesi ve ideolojik bağlılıktan çıkarılması gerek. Ekonomi ile ilgili atılması gereken adım, yok olan güveni onaracak kurumsal ve idari altyapıyı düzenlemektir. Tabii MİT Kanunu ve İç Güvenlik Kanunu da yeniden gündeme getirilmeli. HSYK’nın yapısı gözden geçirilmeli. HSYK bağımsız ve tarafsız bir yapıya kavuşmadan adalet duygusunun tesis edilmesi mümkün değil. 17/25 Aralık son derece önemli. Gündeme gelmezse “Şeffaf ve denetlenebilir bir devlet/siyaset yapısını ortaya koyacağız” iddiasının içini dolduramazsınız. Bu, ismi geçenleri hemen yargılayıp hapse atalım değil, tarafsız yargıya teslim edelim demektir. 17/25 Aralık eninde sonunda soruşturulacak. Unutulması mümkün değil.

-17/25 Aralık soruşturulmalı diyorsunuz. Ancak bu tarihlerin simgesi Reza Zarrab’a iki bakan ödül verdi.
Yaralıyor bu görüntüler. “Bıraksaydınız, unutuyorduk Reza’yı. Hatırlatmanıza gerek var mıydı?” diye tepki gösterenler haksız değil. Devletin içler acısı, perişan bir hâle geldiğini, bütün o etik değerlerinin lime lime döküldüğünü çok açık gösteriyor. “Haberim yoktu, şirketinin adı farklıydı” gibi birbirinden komik savunmalar yapılıyor. Belli ki ona ödül verilmesi istenmiş. Bu bir panik hâli, sağlıklı düşünme yetisini kaybetmekten kaynaklanan bir tutarsızlık.

-Tarih, bir partinin oylarında ciddi bir düşme başladıktan sonra eğilimi tersine çevirmenin imkânsız olduğunu gösteren örneklerle dolu. Adalet Partisi, ANAP ve DYP tipik örnekler. AKP bu partilerin kaderinden kurtulabilir mi?
ANAP’tan örnek vereyim. Meşruiyetinin kaynağını halktan alan, evrensel değerlerle yerel değerleri buluşturabilen partileri halk ödüllendiriyor. Çünkü Türkiye ayrışmak, parçalanmak istemiyor. 1983 ANAP’ı böyle bir ANAP’tı. Ama kurulur kurulmaz, kendi parti olma felsefesini tam oturtamamış partiler hemen iktidara gelirlerse, bir süre sonra iktidarın yapıştırıcılığı partilerin o felsefeye sahip olmasını imkânsız hâle getiriyor. Parti olmadan iktidar olan partilerin etrafı hemen çevrilir, halka iktidar nimetinden yararlanmak isteyenlerle büyür. İktidar elinden yavaş yavaş gitmeye başlayınca, o yapıştırıcıların çözülmesiyle halka küçülüyor. Bizim gibi demokrasinin içselleştirilemediği ülkelerde partiler devlete tutunarak, devletteki gücü kullanarak oylarını korumaya çalışıyor. Meşruiyetini halktan alan ANAP da giderek devlete yaklaşmaya başladı ama oyları o doğrultuda azaldı. AKP’nin de sorunlarından biri kuruluşundan çok kısa bir süre sonra iktidara gelmiş olması. Bizim gibi, devletin hâlâ en büyük güç ve zenginlik dağıtıcısı olduğu ülkelerde iktidar partilerinin etrafı göz açıp kapatıncaya kadar çevrilir. Bir de AKP’nin yapısı çok farklı. Ciddi Erdoğan etkisi var. Parti olabilmesi için bir kişinin etkisinden kurtulması gerekiyor. O bir kişi partinin tamamı demek. Bu nedenle yönü aşağıya doğrudur. Ve böyle giderse ANAP’ın, DYP’nin, AP’nin kaderinden kurtulamaz.

-Fabrika ayarlarına geri dönerse sonuç değişir mi?
Mümkün değil. ANAP 1999 koalisyonundan sonra reformcu bir parti hâline geldi. 34 anayasa değişikliğine imza attı. Koalisyon ortaklarımızı büyük ölçüde ikna eden partiydik. Ekonomik reformların yapılması konusunda ciddi destek verdik. Avrupa Birliği yolunda ilk Helsinki kararı için ortaklarımızı ikna etme konusunda öncü olduk. Son derece liberal, çağdaş, kentli bir parti açılımı yaptık. Ortaklarını ikna ederek bu kararları çıkarmasına, böylesine yenilikçi, reformist görünmesine rağmen yok olmaktan kurtulmadı. AKP tepeden tırnağa yenilenirse ancak fabrika ayarlarına döner ve yok olmaktan kurtulur.

-Özellikle AKP cenahı Erdoğan’ı Özal’la, AKP’yi ANAP’la sık sık özdeşleştiriyor. Gerçeklik payı nedir bu benzetme gayretinin?
Ben bu özdeşleştirmeye çok katılmıyorum. ANAP her kesimin rahatlıkla temsil edildiği, içinde kendini bulabildiği bir merkezdi. Belki AKP’nin ilk döneminde kuşkuları ve İslamcı söylemlerini ortadan kaldırmak için de olsa bir renkliliği vardı. Ama o renk çok çabuk kayboldu. ANAP o renkliliği sonuna kadar taşıdı. Ve daha kentli bir partiydi. AKP daha kasabalı bir parti. Kasabalı derken üretimden kopuk olmasını kastediyorum. ANAP hiçbir zaman Sünni Türk kimliği dayatmaya kalkmadı. AKP dini, dindarlığı siyasi bir girdi olarak kullandı ve kendine bir zemin buldu. Her hafta cuma namazları siyasi propaganda yapma zeminine kavuştukları alanlar oldu. Bu ANAP’ın aklına gelmezdi, gelse bile yapmazdı. Din Özal’ın hassas olduğu bir konuydu. Bireyin alanında bırakıldı, dayatılmadı. Menderes son iki yılında, rahmetli Demirel de Milliyetçi Cephe hükümetinde dini kullanmıştır. Ama dinin bu kadar siyasallaştırıldığı böyle bir dönemi hiç görmedim. Bugünkü gibi bir dönem hatırlamıyorum.

-Özal’ın da bir başkanlık hayali vardı. Buna ortak nokta diyebilir miyiz?
Doğrusu, aktif siyasetin içinden gelip sonra cumhurbaşkanı olan siyasetçilerin hepsi bir süre sonra başkanlık diye tuttururlar. Herhâlde aktiviteyi özlüyorlar. Demirel de “Türkiye için ideal olan başkanlık” demişti. Kategorik olarak başkanlığa karşı değilim. Denge ve denetleme mekanizmaları konduğu sürece her şey olabilir. ABD tipi başkanlık dediğinizde başımın üstünde yeri var, hiç itirazım olmaz. Ama Venezuela, Meksika ve Rusya’da da başkanlık var. Yargıyı, yürütmeyi her şeyi ele geçirme hayalinin adı Türk tipi başkanlık oluyor. Ama milletin parlamentoyu hiçbir zaman aradan çıkarmayacağını unutuyorlar.

-Nasıl?
Bürokrasinin soğuk yüzünü yumuşatan araçtır parlamento. Bir milletvekili tanıdığı aracılığıyla, çözemediği sorununu çözer vatandaş. Katı devleti yumuşatır, arada tampon görevi görür parlamento. Vatandaş gelir devlete çarpacakken, parlamentoya çarpar ve yumuşar. Bu sebeple halk milletvekilini, parlamentoyu feda etmez. O yüzden de başkanlık istemez. Amiyane tabirle vatandaş parlamentoyu bu süreçte yedirmez. Çünkü ulaşabildiği, sesini duyurabildiği tek mercidir.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>