Suriyeliler Türkiye’yi affetmeyecek

“Esed’le asla” koalisyonu çöken Türkiye, Esed’li geçiş dönemine razı oldu. Rusya’nın sahaya girişi, IŞİD’in Paris saldırısı Suriye’de dengeleri değiştirdi. Gelinen süreci ve ihtimalleri, Ortadoğu’yu yakından bilen gazeteci Fehim Taştekin ile konuştuk.

gazeteci Fehim Tastekin. (Usame Ari)

gazeteci Fehim Tastekin. (Usame Ari)

Gazeteci Fehim Taştekin 4,5 yıldır Suriye’de devam eden savaşın yakın takipçilerinden. Hedef gösterilmesine, Esed yanlısı olmakla suçlanmasına rağmen vaktinin büyük kısmını bölgede geçiren Taştekin, bu savaşta bize anlatılmayanları yeni kitabı ‘‘Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal’’ da kitabında anlatıyor. Kitabını ondan dinlemek üzere bir araya geldiğimiz Taştekin, G-20 Zirvesi, Viyana’daki Suriye Buluşması ve IŞİD’in kanlı Paris saldırılarına dair yorumlarını da paylaştı.

-‘Yıkıl Git, Diren Kal’ sözcükleri, Suriye’deki savaşa dair anlaşmazlığın yansıması mı?
‘Yıkıl Git, Diren Kal’ sahada karşılığı olan bir metafor. Aynı zamanda benim hikâyeme de denk düştü. Türkiye’de hükümet beni çok defa hedef gösterdi. Esed yanlısı olmakla suçlandım. Oysa ben rejimin bir gün bile ayakta kalmaması ve değişmesi gerektiğine dair sivil çabaları hep desteklemiştim. Ama hem diyalog içinde olduğum insanlar hem de Suriye’de bu süreci yaşayanlar için vaziyet trajik hâle geldi. Rejim meselesi, devlet meselesine dönüştü. “Rejim yıkılmalı, ama devlet değil” diye devleti sahiplenme refleksi hızla öne çıktı. “Bu artık ülkenin bütünlüğü meselesi. Ülkeye kastediliyor. Büyük bir komplo kuruldu. Toplumu ve devleti korumak zorundayız.” dediler.

-Bu sağlıklı ve doğru bir refleks mi?
Elbette. Bu insanlar rejimin değişmesini kesinlikle istiyor ama şunu söylüyor: “Benim rejimimi değiştirmesi gereken Suudi Arabistan mı, Katar mı, Türkiye mi? Bu, elektrik şalterini indirip kaldırmakla değişecek bir mesele değil. Dışarıdan dayatılan bir proje olamaz. Yeryüzünün en rezil rejimlerinden bir tanesi buraya gelip demokrasi satamaz.” Bu refleks çok yaygın ve sadece bir kesime de ait değil. Halk Esed’e bizim baktığımız gibi bakmıyor. Toplumsal ve siyasal analizlerimizin sahadaki karşılığı maalesef böyle değil. Çoğu zaman yanlış önermeler üzerinden dış politika geliştirdiğimiz için önümüzü göremedik ve duvara tosladık. O yüzden bunları, sahada olanları açık yüreklliikle yazmak gerekiyordu. Bir psikolojik harbin içine sokuldu gazeteciler.

-Bir muhalifin Türkiye’nin üstlendiği role atfen ‘Halep sizi affetmeyecek’ sözleri doğrusu etkileyici. Binlerce insan öldü. Maddi-manevi kayıplar oldu. Peki, Suriyeliler Türkiye’yi affeder mi?
Kolay kolay affedeceklerini sanmıyorum. Türkiye’deki siyasi aktörler Suriye toplumunu bir bedevi toplumu sandı. Bir vali atayabilecekleri düzeyde, idare edilmeye muhtaç, akılları ermeyen, berbat bir rejimi olan, her şeyi muhaberatın idare ettiği bir toplum sandılar. Türkiye kendine bakmadan, model götürmeye çalışıyor. Bir arada yaşamaktan gurur duyan bir Suriyeliye siz hikâye anlatıyorsunuz. Medeniyet hafızalarının zenginliğiyle oluşmuş toplumsal doku mahvoldu. Altına bomba yerleştirmek suretiyle havaya uçurulan tarihî eserler ve binalar var. Suriye’deki Ortadoğu’nun en büyük fabrikaları insanların gözleri önünde söküldü ve Türkiye’de satıldı. Bir de çatışmalar var tabii ki. Bu korkunç bir yıkım. Türkiye’de yaşayan hassasiyetleri değişmiş olanlar farklı şeyler söyleyebilir, kendilerini himaye eden ülkeyle ilgili sessizliğe bürünebilir.  Ama sıradan bir Suriyeli ile konuştuğunuzda bu yıkımdan birinci derecede Türkiye’yi sorumlu tutuyor. Bu sebeple Suriyeliler Türkiye’yi affetmeyecek.

-Bugün en çok kızılan ve unutulmayacak olan “Esed 3-5 haftaya kalmaz gider” söylemi. Nasıl bir stratejiydi ki Türkiye buna inanarak hareket etti?
Suriye’yi, Ortadoğu’yu bildiklerini sanıyorlar. Ortadoğu bilgileri, orada İhvan gibi belli sivil örgütlerle teması olan, hükümete yakın birtakım danışmanların onları yönlendirmesinden veya kendi algılarından ibaret. Baktılar Mısır’da 11, Tunus’ta 18 günde diktatörler gitti. “Suriye’de de ordu çok güçlü, ama orada da 2 aya kalmaz gider.” diye düşündüler. Ama herkesin göz ardı ettiği bir şey oldu. Muhalifler rejim karşıtı birkaç gösteri düzenledi. El Cezire ve diğer kanallarda yanıltıcı şovlarla bu gösteriler abartıldı. İnsanlar hakikaten çok büyük gösteriler olduğunu düşündü. Her yer yıkılıyor sandılar. Şam Hamidiye Çarşısı’nda 150 kişi yürüdü. Ama “Bütün Şam ayaklandı” diye haberler yapıldı. Daha sonra daha çok katılımlı gösteriler de oldu. Ama rejimi destekleyen çok büyük kalabalıkların katıldığı gösteriler de düzenlendi. Mesela Tartus’ta liman boyunca, kilometrelerce uzayan bir insan topluluğu yürüdü rejimi desteklemek için. Dünyada hiçbir medya buna ilgi göstermedi. Hepsi görmezden geldi.

-Neden görmezden gelindi?
İnsan hakları örgütleri hatta çok saygın uluslararası örgütler manipülasyona ortak oldu. Türkiye’de devlet medyası, psikolojik savaşta öncü rolü oynadı. Uluslararası medya hakeza. Suriye’nin hızlı bir şekilde şeytanlaştırılması için birtakım gerekçesi var uluslararası medyanın. İsrail karşıtı olması, İsrail’le savaş hâlinde olması, Hizbullah’ı Hamas’ı desteklemesi, İran ve Rusya’nın müttefiki olması. Asker ölüyor, polis ölüyor “Şebbiha öldürmüştür.” deniyor. Aleviler öldürülüyor, kaçırılıyor. “Rejim mezhep savaşı çıkarmak istiyor.” deniyor. Ama Sünni, Şii, Alevi mağdurlarla bir araya gelip hikâyelerini dinlediğimde, meselenin hiç de  bize sunulduğu gibi olmadığını görüyorum. Elbette rejim suç işledi, işliyor. Şebbihalar suç işledi, işliyor. Bu ayrı. Ama bu kriz oluşturuldu, sonra korkunç derecede büyütüldü. Bunun üzerinden bütün dünya aldatıldı. Savaş dediğiniz şey kirlidir. Ve suç işlemeyen yoktur. Muhalifler de, rejim de inanılmaz suçlar işledi.

-Siz gördükleriniz ile anlatılanlar arasındaki farkın sebebini Türk yetkililere sordunuz mu hiç?
Her tarafta “2 aya gidecek, devrilecek” denirken dışişleri sözcüsüyle 50 dakika telefonda tartıştık ve şöyle dedim: “Sizin hikâyenizin sahada karşılığı yok. Bu bilgiler doğru değil.” Cevap “Hayır, biz devletiz, istihbaratımız var sahada.” oldu. Gittiğimde bir kez daha gördüm bize anlatılan ile sahada olanların aynı olmadığını. Kardeşi 8 yerinden kurşunlanmış, hastaneye getirilmiş yaşlıca sakat bir adam gördüm. Humus’ta gösterilere katılmak için baskı gördüklerini, akrabalarının, çocuklarının kaçırıldığını, birinin öldürüldüğünü, evlerini değiştirdiklerini, baskılar yüzünden Şam’a sığınmak zorunda kaldıklarını anlattı. Ve bana “Evladım bu hikâye sana emanettir.” dedi, beynimden vuruldum. Bir gerçek, emanet hâline geliyordu. Çünkü herkes gerçeğe ihanet ediyordu.

-Nasıl bir ihanet bu?
İnsanlar gündüz kendi mahallelerinde ne olup bittiğini görüyor. Ama akşam televizyonu açtıklarında, bambaşka bir şey izliyorlar. Bu insanlar üzerinde korkunç bir psikolojik isyana sebep oldu. “Bizimle oynuyorlar, bize komplo kuruyorlar.” dediler.

– Türkiye’nin kırmızıçizgisi “Esed’le asla, müzakere bile edilemez” koalisyonu çöktü. Süreç ‘Eninde sonunda Esed gitmeli’ şartının da terk edileceği bir noktaya gelir mi?
Türkiye kendisinden beklenen rolün çok daha ötesinde büyük iddialara kalkıştı. Suriye meselesi temelde Türkiye’nin ürettiği bir politika mıydı? Yoksa Amerika’ya uyum sağlamak zorunda olduğu bir politika mıydı? Nereden sonra Türkiye bunu içselleştirdi ve kendi iç dinamikleri, özgül ağırlığıyla yürütülen bir politika hissine kapıldı? Bunlar bir süreç ve Doha’da kritik bir toplantı yapıldı Amerikalılarla birlikte. Aynı zamanda CIA şefinin temasları vardı. O toplantı ve temaslar sonrasında Türkiye Şam’la ilişkilerini kesen, Şam’ı düşman ilan eden ve ‘Bu rejim yıkılmalı’ diyen çizgiye savruldu.

-Türkiye’ye Suriye’de rejimi değiştirmesi için bir fırsat mı verildi?
“Müzakereyle bu rejimi dönüştürebileceğine inanıyorsun, kredini kullanıyorsun. İyi komşuluk ilişkisi, sıfır sorundan kaynaklanan büyük krediyi kullanmak istiyorsun. Hadi kullan.” seçeneği sunuldu. Türkiye’nin önüne koyduğu şartlar gerçekleşmeyince, müzakere süreci yürümedi. Bu süre zarfında Suriye içinde çok ağır suçlar işlendi, askerler öldürüldü, çok sayıda kamu binası yakıldı, yıkıldı. İnsanlar kaçırılıp öldürüldü, kurtarılmış bölgeler ilan edildi.

-Türkiye, Suriye’de ayrıca terör meselesi olduğunu okuyamadı mı?
Kamuoyu huzurunda “Biz bunlara cevap verdik.” diyerek geçiştirdiler, terör meselesini. Amerikan yönetimi bir süre sonra Türk hükümetine “Senkronize hareket ediyoruz. Tecrit başlıyor.” dedi ve Türkiye buna uyum sağladı. Yani kendisi yapmış gibi bir tavır sergilemesinin anlamı yok. ABD’ye uyum sağlandı, silahlı süreç başladı. 2012’nin başından itibaren Türkiye-Ürdün sınırından silahlar geçmeye başladı, militan akışı organize edildi. Libya’dan gemilerle, Balkanlar’dan Orta Asya’dan uçaklarla savaşçılar sahaya sürüldü. Bütün bunları CIA-Türk istihbaratı, diğer ortaklarıyla birlikte yaptı. Ve bunu Türkiye sahiplendi. Bir yerden sonra inanmaya ve Emeviye Camii’nde namaz kılacaklarını düşünmeye başladılar.

-Emeviye Camii’nde namaz kılınamadı ama…
ABD yönetimi baktı ki bu iş istenilen sonucu vermeyecek, frene bastı. Rusya ile anlaşmaya başladı. Ama Türkiye topa fazla girdi, sahaya fazla açıldı. İstenmeyen örgütlere kucak açtı. Sınırlarında, kendi eliyle ve toprakları üzerinden yürütülen operasyonlarla tonlarca örgütün ortaya çıkmasını sağladı. Selefî cihatçı gruplar inisiyatifi ele geçirdi. Önce Kaide, arkasından IŞİD palazlandı. ABD önceliğini değiştirdi. Türkiye fazlasıyla batmış olduğu için senkronize sorunu yaşıyor. ABD geri adım atarken, Türkiye geri adım atmak istemiyor. Bu da gerilimlere yol açıyor. Ama Türkiye eninde sonunda ABD yönetiminin istediği noktaya her seferinde geliyor.

-Amerika’nın şu anki önceliği ne?
Amerikan yönetiminin önceliği rejimi değiştirmekten IŞİD’le mücadeleye döndü. Sadece “Esed gitse de biz de bu işten onurumuzla çıksak.” noktasına geldi. Ama Rusya “Hayır olmaz. Eğer Esed gidecekse buna biz değil, halkı karar verir.” dedi.

Silahlı isyanla rejim değiştirme stratejisi çöktü

-Rusya’nın oyuna girmesi Suriye’nin geleceğini nasıl etkiler?
Rusya geldi, her şey değişti. Türkiye’nin tampon bölge ve müdahale hayalleri tamamen çöktü. Siyasi süreç şimdi Rusya’nın kurduğu oyun planına göre işliyor. Rusya burada işin silahla bitirilemeyeceğini biliyor. “Sahadaki çok sayıdaki örgütten müzakereye hazır olanlarını hükümete ortak edelim. Hazır olmayanları ya da bunu reddedenleri de terörist olarak nitelendirip terörle mücadele konseptine dönüştürelim. Bir taraftan Suriye’de reformlar olsun, diğer taraftan Suriye ordusunun da içinde yer aldığı uluslararası bir yardım çerçevesi içinde terörle mücadele devam etsin.” diyor Rusya.

-G-20 Zirvesi’nde Suriye’nin geleceğine yönelik söylemleri ve Viyana’daki Suriye Buluşması’nda alınan kararları nasıl okuyorsunuz?
Ankara, Suriye krizi bağlamında ters tepmesi muhtemel iki şeyi fırsata çevirmeye çalışıyor: Avrupa’ya mülteci akını ve IŞİD’in Paris saldırıları. Erdoğan’ın “Türkiye’deki 2,2 milyon Suriyeli Avrupa’ya yürürse ne olacak?” sorusu bir at pazarlığı kıvamında Türkiye-AB ilişkilerinde adı konulmamış ‘mülteciler’ adlı bir başlık tesis ediyor. Silahlı isyanla rejim değiştirme stratejisi çöktüğünden beri uluslararası aktörler Rusya’nın dediği noktaya geliyor. Tam da Paris’teki dehşetin gölgesinde 14 Kasım’da düzenlenen Viyana Toplantısı’ndan çıkan yol haritası, 30 Eylül’de askerî operasyon başlatarak oyunun kurallarını değiştiren Rusya’nın savunduğu tezlerin etkilerini taşıyor. Viyana’da ‘Uluslararası Suriye’ye Destek Grubu’ adını alan bu inisiyatifin sonuç bildirisinde iki kritik unsur var. Mutabakata göre Suriye’de 6 ay içerisinde bir ‘geçiş hükümeti’ kurulacak, yeni bir anayasa hazırlanacak ve bu anayasa doğrultusunda 18 ay içerisinde BM’nin gözetimi altında seçimler yapılacak. Bu hedef doğrultusunda Suriye hükümeti ile muhaliflerin BM gözetimi altında müzakerelere başlaması için öngörülen ideal tarih 1 Ocak. Yani Esed’li bir geçiş olacak.

Türkiye’nin ikircikli IŞİD politikası

-IŞİD’in kanlı Paris saldırısıyla, eylemlerini Batı’ya taşımasından bir ders çıkarılmalı mı?
Paris katliamından sonra aynaya bakma zamanı. Batının müdahaleci küstahlığı ve Selefî örgütlerle iştigali, İslam dünyasının da şiddeti haklı gören mazlumiyet psikolojisi, bağlamları yanlış kurulmuş hak-batıl anlayışı ve mezhepçi saplantıları sıkı bir sorgulamayı gerektiriyor. IŞİD’in bayraklaştırdığı ideoloji İslam dünyasında giderek zemin bulan bir iklimden besleniyor. Bu iklim birlikte yaşam kültürüne sırtını dönen bir dönüşümün ürünü. Ortadoğu’nun kültürel, dinsel ve mezhepsel zenginliğine karşı ilan edilmiş bir savaşa tanık oluyoruz. IŞİD’in siyah ve beyaz dünyasında Şiilere, Alevilere, Ezidilere yaşam hakkı yok. Sapkın olarak gördükleri bu kesimlerin yeryüzünden silinmesi ‘büyük cihat’ olarak telakki ediliyor. IŞİD’in dönüştürdüğü cihadi Selefî ideolojinin onlarca yıldır finansörü olan Suudi Arabistan, ABD ve Fransa’nın en önemli müttefiki. Taliban, Kaide ve IŞİD gibi örgütlerle iştigal eden ülkelerin deneyimleri ve Müslüman dünyadaki yobazlaşma şimdi Paris katliamının ışığında sorgulanmayacaksa bu coğrafyanın sırtına inip kalkan kanlı balyoz hiç eksik olmayacak demektir.

-Paris katliamı IŞİD ile savaşın karakterini değiştirir mi?
G-20 sonrası Ankara, mülteciler, siyasi çözüm süreci ve PYD-YPG’yi tecrit etme beklentilerinde aradığını bulamadı. Aksine yeni süreç Türkiye’yi ummadığı başka bir yerden köşeye sıkıştıracak şekilde gelişiyor. IŞİD’e karşı ikircikli politika zaten epeyce afişe oldu. Şimdi gündemde IŞİD’in petrol ticareti var. Der Spiegel dergisi Suriye stratejisi ile ilgili gizli bir Kremlin belgesini deşifre etti. Putin de G-20 Zirvesi sırasında petrol sevkiyatı ile IŞİD’i destekleyen ülkeleri gündeme getirdi. “IŞİD’in 40 ülke tarafından finanse edildiğini biz biliyoruz. Üstelik finans kaynağı sağlayanlar arasında bugün G-20 Zirvesi’ne katılan ülkeler de var…” dedi. IŞİD petrolünün nasıl Türkiye’ye geçirildiğini bizzat ben görüntülemiş ve uzun uzadıya yazmıştım. “Paris saldırılarıyla IŞİD terörü yeni bir evreye girdi. Bununla savaş için bütün ülkelerin birleşmesi gerekiyor.” fikrinde geniş bir mutabakat oluştu. Suriye konusundaki bütün hedefler ıskalanmışken Türkiye’nin hâlâ batak bir siyasette ısrar etmesinin bedeli ağır olacak. En azından öteki müttefiklerin günahları da Türkiye’nin sırtına vurulacak.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>