Süleyman Yaşar: Tek adam söylemiyle ekonomi yönetilmez

Süleyman Yaşar: Tek adam söylemiyle ekonomi yönetilmez

TUĞBA KAPLAN

12 Ekim 2014, Pazar

Bir dönem iktidarın ekonomi politikalarını başarılı bulan Süleyman Yaşar, bugün ise ceberut devlet anlayışının krize sebep olmasından endişe ediyor. 17 Aralık sonrası Sabah Gazetesi’nden ayrılışını “Doğruları yazdım, hoşlarına gitmedi.” diyerek açıklıyor. Yaşar, ülkede aşırı bir lüks tüketim olduğunu söylüyor: “Bunlar geri dönüşü olmayan harcamalar,  büyüdüğümüzü göstermez. Saray yaptıracağına KOBİ’lere kredi ver.”

Eski bürokrat ve gazeteci Süleyman Yaşar, şimdilerde Taraf Gazetesi’nde ekonomi yazılarına ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak derslerine devam ediyor. Dönemin başbakanı Erdoğan’a IMF anlaşmasını imzalatmayan yazar olarak tanınan Yaşar, AKP’nin son dönemdeki ekonomi politikalarını eleştiriyor. Yaşar ile kapıda ekonomik kriz olup olmadığını, Bank Asya’nın durumunu, Sabah’tan ayrılışını ve eşi Neşe Düzel’in yönettiği Taraf Gazetesi’ndeki yazarlığını konuştuk.

Kimilerine göre ekonomik kriz kapıda. Hükümet yetkililerine göre ise her şey yolunda…

Bir ekonominin ne durumda olduğunu öğrenmek için performans kriterleri dediğimiz, büyüme, kişi başına düşen gelir artışı, işsizlik ve enflasyon rakamlarına bakıyoruz. Türkiye ekonomisinde ise bir düşüşün olduğunu görüyoruz. Kişi başı gelir geçen yıla göre düştü. Geçen yıl 10 bin 780 dolar civarındaydı, şimdi 10 bin 500 dolar. 300 dolara yakın gerileme var. Bunun yanı sıra enflasyon rakamı hedeflenenin oldukça üzerinde. Merkez Bankası yüzde 5 olarak hedeflemişti. Daha sonra bunu yüzde 7,6’ya çıkardılar. En son baktık ki 9,4 civarında enflasyon tahmini yapılmış. Büyüme hızının, enflasyonun, kişi başı gelirin düşmesi Türkiye ekonomisi performansının iyi olmadığını gösteriyor.

Peki, bu kriz midir?

Şu anda bunu kriz olarak değerlendirmek doğru olmaz. Önümüzdeki aylarda bu performans düşüklüğü devam eder, yabancı sermaye girişi azalır, işadamı baskıları ve korkular devam eder, halka açık şirketler engellenir, hukuki öngörülemezlik devam eder, keyfi denetimlerle yatırımcılar bezdirilir, kısacası ekonomide de ceberut devlet anlayışı hüküm sürerse ekonomik kriz olur. IMF (Uluslararası Para Fonu) Türkiye’nin döviz ihtiyacını yıllık yüzde 25 olduğunu söyledi. Bu aşağı yukarı 200 milyar dolara tekabül ediyor. Bu döviz ihtiyacının 130 milyar doları kısa vadeli dış borç. Bu borçların geri ödenmesinde bir problem çıkacağı için Türkiye’yi krize götürebilir. Böyle bir risk var. Kamu bankaları son 15 ayda kısa vadeli dış borçları, yani sıcak para borçlanmasını yüzde 52 oranında artırdı. Yani devlet bankalarının sıcak parayla borçlanıp bunları yatırdıkları alanların kalitesiz olması sebebiyle geri döndürülmesi büyük sorunlara sebep olabilir.

Alınan kısa vadeli borçlar nereye gidiyor?

Kamu maliyesinde de kamu kesiminde de bir israf olduğunu görüyoruz. AK saraylara, lüks uçaklara bakınca anlaşılıyor nereye gittiği. 1 milyar doları geçiyor bu tür lüks harcamalar. Bunların sıcak paraya borçlanan bankalar aracılığıyla yapıldığı öne sürülüyor. Dolayısıyla kamu maliyesi açısından gelen bir risk olarak karşımıza çıkıyor.

Bütçede açık var mı?

Şu an bütçede büyük bir açık yok. Fakat kamu bankaları tıpkı 2001 krizi öncesindeki gibi, bu şekilde kullanılmaya başladığında, bu bankalar kısa vadeli borçlarla borçlandırıldığında ödemesi zor olur. Dış borç alıyorsanız, bunun geri dönüşümünü alacağınız, sağlıklı ve kaliteli alanlara yatırım yapmalısınız. Ama siz kısa vadeli borç alıp, AK saraylar yapıp, lüks uçaklar ithal ediyorsanız bunlar geri dönüşü olmayan harcamalardır. Dolayısıyla kamu maliyesini büyük riske sokar. 2001 krizi öncesi de kamu bankaları tıpkı bu şekilde kullandı. Özellikle belli kesimlere ucuz krediler verildi. Bunların faiz farkları hazine tarafından karşılandı. Kamu bankaları yüksek faizle mevduat toplayıp hazineye aktardı ve geri dönüşü büyük problem oldu. Neticede bankacılık sistemi krize girdi. Benzer uygulamaları görüyoruz şu anda.

Dış borç vatandaşın kredi borcu deniyor ama…

130 milyar dolar olan kısa vadeli borcun içinde kamunun payı düşüktü. Son dönemde bu artmaya başladı. Dolayısıyla kamu kesimi de sıcak parayla borçlanıyor. Vatandaşın kısa vadeli borçlanmasında da devletin rolü var. İktidar sıcak paraya borçlanmanın önünü açtı. İhracatı kârlı olmaktan çıkardı, ithalatı kârlı hale getirdi ve faiz lobisine teslim oldu.

Faiz lobisinin ülkeyi karıştırdığını söyleyen iktidar, bu lobiye nasıl teslim oluyor?

Faiz lobisi söylemini karalayan da bu lobiye teslim olan da iktidarın ta kendisi. İktidar, faiz lobisiyle işbirliği içinde. Baktığınızda hükümet hep ikili konuşuyor. Söyledikleri ve yaptıkları arasında hep bir tutarsızlık var. Bir taraftan faiz lobisi diyor, arkadan faiz lobisiyle işbirliği yapıyor. Rekabet Kurulu aralarında anlaşarak mevduata düşük faiz, tüketici kredilerine, kart kredilerine yüksek faiz uygulamak için anlaşan bankaları yakaladı. Bunların içinde kamu bankaları da var. Ve kamu bankaları Türkiye’de bankacılık sisteminin yüzde 50’sini oluşturuyor. Dolayısıyla devlet bu bankaların kartel olarak anlaşma yapmasına izin veriyorsa, faiz lobisiyle işbirliği yapıyor demektir.

Kamu bankalarının özelleştirilmek istenmemesinin altında yatan sebep bu mu yoksa?

4603 sayılı yasaya göre Ziraat ve Halk Bankası’nın özelleştirilmesi gerekiyor. Bugüne kadar aradan 14 yıl geçtiği halde bu özelleştirmeler yapılmadı. İktidar kamu bankaları aracılığıyla faiz lobisiyle işbirliği yapıp, vatandaşı sömürüyor. Özelleştirilmesi gereken bankalar ve sigorta şirketleri dururken şimdi faizsiz bankacılığa girmeye çalışıyor. Devletin ne işi olur bankalarla, sigorta şirketleriyle? Eğer siz BDDK gibi düzenleyici kurum koyuyorsanız, her türlü yetkiye sahipseniz, oyuncu olarak tekrar piyasaya girmesinin bir anlamı yok. Eğer giriyorsanız, burada belli menfaatleriniz vardır ve belli kişilerin çıkarlarını koruyacaksınız demektir. Bu da tutarsızlığın göstergesi.

Siz bugünkü ekonomi politikasında neyi eleştiriyorsunuz?

2002’de iktidara geldiklerinde de şimdi de buğday üretim rakamı aynı. 12 yıldır ihraç ürünleri konusunda tek bir yatırım yapılmamış. Tarıma dönük ihracat sanayii durmuş, tarım ürünlerini artıracak olan GAP, Konya Ovası projesi bitirilmemiş, imalat sanayiine gereken önem verilmemiş, iktidara geldiği günden bu yana buğday, arpa üretimi düşmüş. Gelir artmış, nüfus artmış ama tahıl üretimi hâlâ düşük. Tamamen sıcak parayla ithalatın kârlı olduğu bir yapı ortaya çıkıyor. Sürekli yüksek faiz vererek parayı değerli kılıyor ve ihracatı değerli olmaktan çıkarıyor. Bu da hem cari açık veriyor hem yüksek enflasyon oluşturuyor hem de işsizlik ortaya çıkıyor. İşsizlik şu an 9,05. Bir ülkede yönetimin başarılı olduğunu söylemek için işsizliğin düşük olması gerekir. Bunlar iktidara geldiğinde de yüzde 9 seviyesindeydi. Hâlâ bu seviye düşmemiş. Bu da iktisattaki başarısızlığı gösteren bir unsur.

Özal ve Menderes lüks düşkünü değildi

Bu dönemin Menderes ve Özal döneminin devamı olduğu söyleniyor…

İktidar sürekli bunu söylüyor seçim meydanlarında. Baktığınızda hiçbir alaka olmadığını görüyoruz. Menderes de Özal da lükse düşkün insanlar değildi. Mütevazı bir yaşam sürdüler. Markalar üzerinden kendilerini şekillendirmediler. Mevcut konut ve uçaklar dururken kendilerine saraylar, lüks uçaklar yaptırmadılar. Şu an bakıyorsunuz aşırı bir lüks tüketimi var. Bunlar ülkenin büyüdüğünü göstermez, aksine büyüme hızını düşürür çünkü geri dönüşümü olmayan harcamalar. 1 milyar dolara saray yaptırılacağına, KOBİ’lere kredi verip daha yararlı ve geri dönüşümü olan projeler yapılabilir, ekonomi canlandırabilirdi. Bu rakamın düşük olduğunu söyleyenler, sayı saymayı bilmiyor. Bu rakam çok önemli. Adnan Menderes’in 10 yıllık iktidarı döneminde büyüme hızı yüzde 6,6 Turgut Özal’ın 5,9, son dönem 4,7.

Bu lüks ve refah devam eder mi?

İktidar böyle olunca halkta da lüks yaşama olan merak artıyor. Elbette halkın refah düzeyi artsın, yaşam koşulları iyi düzeye çıksın. Ama bunlar borçla yapılıyorsa, bu sürdürülemez bir lüks olur. Refah sürdürülemez hale geliyor. Son dönemde dış borçlarla lüks yaşadığımızı gösteren bir tablo var. Son sekiz senedir ısrarla dış ticarete yönelik yatırım yapılsın diyorum. Ama ne yapılıyor? Rant elde edebilecek AVM, konut, rezidanslar… Lüks otomotiv ithal ediliyor. Tamam, Türkiye’nin konuta da ihtiyacı var ama sağlıklı depreme dayanıklı konuta ihtiyacı var.

Ali Babacan, orta vadeli ekonomi programını açıkladı. Nedir izleniminiz?

Orta Vadeli Programı açıklarken Ali Babacan ‘Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkesiyiz.’ dedi. Daha önce de söylenmişti. Bunu hiç anlamıyorum. Almanya’nın fert başına geliri 45 bin dolar. Almanya yüzde 1 büyüdüğünde fert başına doları 450 dolar artıyor. Biz yüzde 3 büyüdüğümüzde 10 bin dolar olan kişi başı gelir 300 dolar artıyor. Yine onlarınki bizden hızlı artıyor. Burada bir göz boyama, halkı kandırma operasyonu yapılıyor. 2023 hedefleri sürekli gündeme getiriliyor.

2023 hedeflerini gerçekleştirmek mümkün mü peki?

Mümkün değil. Çünkü 25 bin dolar fert başına geliri yakalama hedefleri var. Bunun olması için bu yıl dahil, yüzde 8,8 oranında fert başına gelirin artması lazım. Şu an artmıyor düşüyor. 2 trilyon dolarlık milli gelir hayal, 500 milyar dolarlık ihracat hayal. Bir kere neyi ihraç edeceğiz? İhraç edecek ürünlerin üretimi için yatırım yapılmıyor. Vatandaşa da ye, iç, tüket, üretmesen de olur, yeter ki sesini kes ve şükret diyorlar. Kendileri şükretmeyi bilmiyor. Hâlâ daha fazla sahip olmak için her türlü yolu deniyorlar. Vatandaşın vergisini israf ediyorlar. Halbuki bu vergiler altyapı projelerinde yöneltilmeliydi. İhraç edeceğimiz ürün yok.

IŞİD’in Türkiye sınırına dayanması, Güneydoğu’nun karışması ekonomiyi nasıl etkiler?

İktidarın dış politikadaki belirsiz tavrı, hayalperest hedefler peşinde koşması, bölgeyi doğru okuyamaması, bilmemesi Türkiye’yi zora soktu. Bunu ben söylemiyorum. AKP’yi, bölgeyi iyi bilen dışişleri eski bakanı Yaşar Yakış, eski milletvekilleri, partiyi beraber kurdukları isimler söylüyor. Siz bu kişileri dinlemeyip hayaller peşinde koşarsanız böyle bir çıkmaza girerseniz. Özellikle Ortadoğu ülkeleri iyice zayıfladı bu dönemde. Irak, Suriye, Mısır hepsi sorunlu hale geldi. Ortadoğu ülkelerindeki büyükelçilerimiz ve ticaret ataşelerimizin çoğu çekilmiş durumda. Artık orada iş yapmanız mümkün değil. Bu da ülke ekonomisini olumsuz etkiliyor. Dışişleri bakanıyken Davutoğlu, IŞİD’in petrol boru hatlarımıza yönelik sabotajını önleyici hiçbir önlem alınmasını sağlamadı. Petrol fiyatları 116 dolara kadar çıktı. Terör örgütü kalkmış yılbaşından beri petrol boru hatlarınıza sabotaj yapıyor, petrol akışını engelliyor siz dışişleri bakanı olarak bunu görmezden geliyorsunuz. Türkiye üzerinden geçtiği için bütün petrol fiyatları zamlandı. Dış politika tasarımındaki hata, ekonomiyi de olumsuz etkiledi.

Gelişmekte olan ülkelerde başkanlık sistemi çalışmıyor diyorsunuz. Türkiye bu sisteme geçse de, çalışmayacağı anlamına mı geliyor?

Kurumlar gelişmekte olan ülkelerde tam oturmuş değil. Kırgızlar 20 yıla yakın başkanlık sistemiyle yönetilmeye çalışılmış. Başkanın oğlu, kızı, karısı ve yakınları bütün ticari hayatı ele geçirmiş. Başkanın oğlunun şirketi üzerinden özelleştirmeler yapılmış. Ülkede her şeyin fiyatı daha da artmış. Halk sokağa dökülmüş. Başkan ve ailesi kaçmış. Başkanlığın yürümediğini görmüş ve parlamenter sisteme geçmişler. Gelişmekte olan diğer ülkelerde de aynısı olmuş, oluyor. Başkanlık, tek adam iktidarı otoriterliğe götürür. Öngörülebilir hukuk olmayan bir ülkede başkanlıktan söz etmek mümkün değil. Söz ediliyorsa da, sonu otoriterliktir. Bize koalisyon hükümeti ve parlamenter sistem lazım.

İslamî bankayı batırmak isteyenler, İslam etiğiyle problem yaşıyor

Bank Asya’nın devlet eliyle batırılmaya çalışılmasına ilişkin ‘İslami banka batamaz ki!’ dediniz. Ne anlamalıyız bundan?

Bank Asya ve diğer katılım bankaları İslami esaslara göre çalışıyor, yani kâr-zarar ortaklığı esasına göre. Sabit giderleri yok. Yaptığı yatırımlar da bir yerde ortaklık şeklinde. Faiz esasına göre çalışmıyor. Dolayısıyla böyle bir sistemin batması da batırılması da mümkün değil. Geri dönüşü olmayan alanlara yatırım yapmıyorlar. İslam’ın kurallarına uygun alanlara yatırım yapılıyor. Bunlar da genelde risksiz alanlar. Bu nedenle İslami bankanın batması mümkün değil. Ayrıca İslami bankayı batırmak isteyenlerin aslında İslam etiğiyle problem yaşadığını gösteriyor bu. Bir bankayı batırmak isteyip anahtarını masama getirin diyorsunuz, bu sadece bir bankayı değil, bütün bankacılık sistemini ve ülke ekonomisini etkiler. Bu yabancı yatırımcının gelmesini engeller. Tek adam söylemiyle ekonomi yönetilmez. Bir kuruma müdahale etmek, talimat vermek sistemin yanlış çalıştığını gösteriyor.

 ‘Biat etmeyen patronun arsasına el konulacak’ diye bir haber yansıdı basına. Bu neyin göstergesi?

İşadamlarına yapılan baskının açık göstergesi. Kafalarına göre kanun çıkarıp aynı düşüncede olamayan işadamlarını bezdirme girişimi. Bu uygulamalar yatırımcıyı korkutuyor. ‘Yarın benim başıma da gelir’ korkusuyla girişim engelleniyor. Öngörülebilir bir hukuk sistemi yok. Aynı düşüncede olmayanı seçip, üzerine vergi müfettişi gönderip anlamsız cezalar keserseniz, öngörülemez bir hukuk sistemi oluşturursanız, kimse yatırım yapmaz. Türkiye’deki yerli yatırımcı bile artık dışarıda yatırım yapıyor. Dolayısıyla iktidar bu söylem ve davranışlarıyla yerli yatırımcıyı da kaçırarak, başka ülkelerin büyümesine yardım ediyor, onlara istihdam sağlıyor.

Köşe yazarının amiri olmaz

Dönemin Başbakanı Erdoğan’a IMF ile anlaşmayı imzalatmayan yazar olarak tanınıyorsunuz. AKP’nin ekonomi politikasını destekliyordunuz. Nerede ters düşmeye başladınız?

Ters düşen ben değilim, onlar. Aynı yerde duruyorum. AKP’nin yöneticileri değişti. Yıllardır aynı şeyleri söylüyorum. Lüks tüketimin, sürdürülemez ekonomiyi getirdiğini söylememi istemiyorlar. Onlar benim bu söylemlerimle ters düşüyor. Doğru bir ekonomi politikası izlerlerse onu da söylerim. Şu an yanlış politikalar izliyorlar, ben de eleştiriyorum. Yanlış politikaları da her haliyle ortada. Benim hükümetle duygusal bir ilişkim yok.

Sabah’tan paralele çakmadığınız, hükümeti eleştiren Taraf’ın GYY’si Neşe Düzel’in eşi olduğunuz, Taraf’a danışmanlık yaptığınız ve  Halkbank’ın içini iyi bilen biri olduğunuz için yazılarınıza son verildiği söyleniyor. Nedir işin aslı?

Ben ekonomistim ve benim malzemem verilerdir. Verileri yorumlarım, kimseye çakmak gibi bir amaçla yazı yazamam. Rakamlar konusunda doğruları yazdım, hoşlarına gitmedi. Hiçbir kuruma danışmanlık yaptığım da yok. Köşe yazarlığı yaptığım sürece, para karşılığı danışmanlık yapmadım. Buna karşı çıkan biriyim. Bunun yanı sıra Taraf Gazetesi’nin yaşaması için elimden gelen desteği de veririm. Ciddi baskılar yapılıyor. Halk Bankası’ndan hiç kimseyi tanımam, bugüne kadar da hiçbir ilişkim olmadı. İçini nasıl iyi bilebilirim ki?

Sabah’tan ayrıldıktan sonra hemen Taraf’a geçişiniz eş torpili olarak yorumlandı.

Sabah’tan önce de Taraf’taydım zaten. Gazeteme geri dönmüş oldum.

Eşinizin genel yayın yönetmeni olduğu bir gazetede köşe yazarı olmak nasıl?

Aynı kurumda çalışan iki profesyonel gibiyiz. Yazılarımı dışarıdan yazıyorum. Fikir alışverişinde bulunuyoruz elbette. Ama Neşe bana asla müdahale etmiyor. Köşe yazarının amiri olmaz ki. Olursa yazar, kalemini alır gider. Benim Sabah’ta yaptığım gibi.

Sabah yazarı Engin Ardıç ile aranızdaki polemiğin sebebi nedir?

Bu kişi durup dururken önce Neşe’ye sonra bana sataştı. Samimiyetim olmayan, tanımadığım biri. Eşime ve bana hakaretamiz yazılar yazdı. Yazılarını okutmak için böyle bir polemiğe girme çabası içinde sanırım. Ya birilerine yaranmak istiyor ya da birilerinden talimat alıyor.

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>