Efendimiz’in Kendisi Bir Mucize

 

Bazen gazetelerde ya da televizyondaki herhangi bir haber programında “Beşinci kattan düşen çocuk ölmedi!”, “Düşen uçaktan burnu kanamadan kurtuldu!” gibi normal hadiselerin mucize olarak aktarıldığını duymak bizi şaşırtmıyor nedense. Oysa halk arasında dile pelesenk edilen ‘mucize’ kelimesi, sanıldığından daha büyük bir anlama sahip.

TUĞBA KAPLAN – YENİ BAHAR DERGİSİ | 12 Nisan 2012

Sözlükte aciz bırakan, benzeri yapılamayan, harika manasına gelen mucize, ıstılahta ise insanların her türlü gücü dışında, kanla ve çalışarak elde edilemeyen, ancak Allahu Teâlâ’nın yüce iradesi, verdiği İlahi güçle gerçekleşen olağanüstü bir olay anlamı taşıyor. O’nun (cc) davasına bir onay, tasdik olma gibi yüksek bir gayeyi ifade ediyor.

    Mucizenin, dünyevî aklımızla izah edebileceğimiz bir kavram olmadığına dikkat çekiyor Dokuz Eylül Üniversitesi, Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İrfan Yılmaz. Çünkü mucize karşısında aklınız ve mantığınız susuyor, aciz kalıyorsunuz. Allah, mucizeyi inkârcıların iyice gemi azıya aldıkları, hakaret ve tacizlerinin zirve yaptığı bir zamanda peygamberini münkirler karşısında ezik, mahcup ve aciz bırakmamak için yaratıyor. Zira ancak Cenâb-ı Hakk’ın izni ve emri ile yalnız peygamberlerin gösterebildiği, bilhassa münkirleri ikna etme, iman etmeyenlerin inkişaf etmelerini sağlama, inananların imanını güçlendirme maksadı taşıyan olağanüstü işler/hâller ‘mucize’ olarak nitelenebiliyor.

     Keramet kavramı da zaman zaman mucize ile karıştırılabiliyor.Halbuki keramet, İlahi emirleri dikkatle yerine getiren, günahlardan titizlikle sakınan, Allahu Teâlâ’ya çokça ibadet ve taatla yaklaşan, zühd ve takva sahibi bazı büyük zevatta (Allah dost, veli, evliya) görülen harika haller şeklinde nitelendiriliyor.Birisinin içinden geçenleri okuma ,zor durumlarda isabetli tahminler yapma gibi durumlar keramet sayılıyor.Veliler peygamberin derecesine asla ulaşamayacağı gibi keramet de mucizeye erişemiyor. Yani keramet peygamberlik davasıyla ve istenilen zamanda gösterilemiyor.

  Mucize: İlmin ulaşamayacağı son sınır

     Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda19. Mektup’ta geçen ‘Mucizat-il Ahmediye’ bahsinde ‘mucize’ kavramı üzerinde duruyor.Onun Allah tarafından peygamberin davasına bir tasdik ve imza hükmünde olduğunu, aynı zamanda peygamberin her dediğinin hak ve doğru olduğunun, Allah tarafından doğrulandığının bir delili olduğunu kaydediyor. Mesela peygamber, “Ben Allah’ın elçisiyim.” diyor. Cenâb-ı Allah da, eline mucize verip onun ricasıyla âdetini ve kanunlarını değiştirerek peygamberinin doğru söylediğini görsel olarak tasdik ediyor. Mucizelere farklı bir şekilde temas eden Bediüzzaman, onları ilmin ulaşamayacağı son sınır olarak görüyor. İlmin bu sınıra yaklaşabileceğini, ancak bu sınırın insan gücüyle aşılamayacağını vurguluyor. Örneğin, eşyanın ışınlama suretiyle nakledilmesi, kayalardan su çıkması, ölülerin diriltilmesi vs.
     Allahu Teâlâ’nın Hz. Âdem’e, “Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.” diye buyurması O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) yaradılışının en büyük mucize örneği olduğuna açık bir delil. Peygamberliği ispat edenin mucize olduğunu ifade eden Endülüslü âlim İbnu Hazm da “Muhammed’in hayatı başlı başına bir Mucizedir.” diyor. Ibnu Hazm’a göre, Efendimiz’in (aleyhisselati vesselam) hayatını ve siretini öğrenip düşünen kimse, mecburi olarak O’nun Allah’ın elçisi olduğunu anlayarak peygamberliğini tasdik eder. Başka hiçbir mucizesi olmasa bile hayatının her karesi  peygamberliğini tasdike yeterlidir.

  Allah’ın lütfuyla, mucize karıştırılmamalı

  Kendi varlığıyla başlı başına bir mucize olan Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mucizeleri dururken, bizi şaşırtan herhangi basit bir olaya dahi mucize ve imkânsız nazarıyla bakmamız ne kadar doğru bir düşünmek gerekiyor. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yener Öztürk, günümüz insanının kullanmış olduğu mucize ifadesinin dinî literatürde kastedilenle ilgisinin olmadığını belirtiyor. Öztürk’e göre ilginç hadiselerin Allah’ın kullarına bahşettiği ekstra bir lütuf, hususi bir yardım ve koruma olarak görülmesi gerekiyor. Prof. Dr. İrfan Yılmaz ise insanın kendi yaratılışına baktığında her detayının farklı bir  mucize olduğunu görebileceğini anlatıyor. Bir çocuğun gözle görülmeyen iki hücreden dokuz-on ay gibi bir sürede yaratılıp dünyaya gelmesi, üzerinde düşünmeyen insanlara belki normal geliyor. Belki bu tip kişiler yaratılma hadisesi, iki dakika içinde olsa ancak  o zaman onu  mucize şeklinde nitelendirirlerdi.  Hâlbuki hâdisenin nispeten geniş bir zamana yayılması onun mucizevî yönünü küçültmüyor. Zira cansız elementlerin, suyun ve hava moleküllerinin kanlı-canlı et ve doku, gören göz, idrâk eden beyin gibi organ olmaları mucize değil mi? Dolayısıyla kâinat kitabını, insanı ve bunların fihristi olan Kur’an-ı Muciz’ül Beyân’ı okumasını bilen birisinin mucize istemesine gerek yok, çünkü yaratılan her bir varlık zaten mucize.

     Yener Öztürk, Allah Resûlü’ne sıdk ile iman etmiş sahabenin, mucize mevzuunda ısrarlı bir talebi olmadığını, fakat inkârcıların bu konuda ısrar ettiklerini anlatıyor. Onlar bu talepleriyle Peygamberimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) zor durumda bırakmak istiyorlardı. Niyetlerinde iman etmek gibi bir arzu yoktu. Bu sebeple talepleri Allah tarafından kabul görmüyordu. Kur’an’da bu hadise şöyle aktarılıyor: “Bizi, (o inkârcıların talep ettiği) ayetleri (mucizeleri) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin yalanlamış olmasıdır.” (İsra, 17/59.  
  Görüldüğü gibi Efendimiz’in nübüvvetini görmek için mucize beklemeye gerek yok. Zira O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyaya teşrifleri en büyük mucize. Bu düşünceyle O’nun ufkunu yakalayıp sünnetine tabi olmak, sahabeler gibi asıl gâye ve mucize olan Kur’an-ı Kerim’e odaklanıp onu anlamaya ve yaşamaya yoğunlaşmak gerekiyor. Resûlullah’ın duruşu, tavırları, konuşması ve hareketlerini kavrayan birisi için zaten başka bir mucizeye gerek kalmıyor. 

Efendimiz’in mucizeleri

Efendimiz’e indirilen Kur’an-ı Kerim, O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliğini simgeleyen en etkili mucize. Çünkü Resûlullah’a bütün insanların peygamberi olduğuna tanıklık edecek Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan gibi her devirde geçerli, aklî ve eşsiz bir mucize veriliyor. Kur’an-ı Kerim’de, O’nun Allah tarafından gönderildiği ve İlahî bir mucize olduğuna dair pek çok delil var: Lafız ve manasının eşsiz bir belagat içermesi, Peygamber’in ümmi (okuma-yazma bilmeyen) olması, geçmiş peygamber ve ümmetlere dair olayları anlatmakla yetinmeyip gelecekte olacak birçok konuda haber vermesi  gibi.

Ay’ın iki parçaya bölünmesi
Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘Şakk-ı Kamer’ diye nam salan bu büyük hissî mucizesi de Kur’an’la sabittir: ”Kıyamet saat(i) yaklaştı, ay (ikiye) bölündü (yarıldı).” (Kamer, 1) Abdullah İbni Mesud (ra) rivayet ediyor: “Resûlullah zamanında ay iki parçaya ayrıldı. Bazı sahih hadislere göre; müşriklerden bir grup, bir mucize olarak ayın iki kısma ayrılmasını, Hz. Muhammed’den istediler. O da, Rabb’ine yönelerek niyazda bulundu. Ay, Allah’ın kudret ve izniyle derhal ikiye ayrıldı; bir kısmı Hira Dağı üzerinde, diğer kısmı ise, aşağıda ve tam karşısında görülüyor.”

Miraç

Miraç hadisesi de Peygamberimiz’in en büyük mucizelerinden biri. İsra ve Necm sûrelerinde Efendimiz’in mucizevî şekilde Mescid-i Aksâ’ya yaptığı gece yolculuğu ve Sidretü’l-Münteha’ya (Yaratılmışların bilgilerinin tükendiği, ötesine geçemediği son sınır) yükselişi bildiriliyor.

Dokuz zevceyi adaletle idare etmesi

Elbette O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) mucizeleri bu örneklerle sınırlı değil. Fethullah Gülen Hocaefendi, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in hiçbir mucizesi olmasaydı, nikâhı altındaki dokuz zevcesini bir arada kavgasız, gürültüsüz idare etmesinin peygamberliğine delil olarak yeteceğini hatırlatarak, O’nun nübüvvetinin, mucize oluşunu daha da detaylandırıyor. Hocaefendi’ye göre, ezvac-ı tahirat, cahiliyeden yeni çıkmış kadınlardı. Üzerlerinde hâlâ o döneme ait bazı hususiyetler taşıyan o mübarek validelerimiz, saadet hanesine girince birdenbire değişiyorlardı. Beşeriyetten çıkıp âdeta melekleşiyorlardı. Günümüzde ise nikahı altında bir eşini bile  idare edemeyen, problemli evliliği olan insanların varlığı,O’nun eşlerine karşı tavrının,adaletinin mucize olduğunu kanıtlıyor. [email protected]
 

Kaynak: Efendimizin Mucizeleri, Yrd. Doç. Dr. Muhammed Sadık Hamidi

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>