Ruh sağlığımız derin darbe aldı

Ruh sağlığımız derin darbe aldı

TUĞBA KAPLAN

25 Mayıs 2014, Pazar

Son birkaç yıldır toplumsal olayların ardı arkası kesilmiyor. Türkiye’de her toplumsal ve siyasi olayın, eylemin, hatta  insani olan ölümlerin arkasından hep Gezi tarzı bir sokak hareketi çıkacağı ve akabinde darbe olacağı yorumları yapılıyor.

Darbeden marjinal gruplara, oradan dış mihraklara, faiz lobisine, oradan da Otpor’a uzanan eşsiz bir beyin jimnastiği örneği sergileniyor. En son örnek ise daha acısı taze duran Soma faciası. Maden kazasının ilk günlerinde ‘yıldönümünde ikinci bir Gezi geliyor’ ve ‘AKP’ye bir darbe girişimi’ olduğu yorumları yapıldı. İktidarın kanallarında, gazetelerinde ise gazeteciler ‘301 işçi üzerinden hangi darbe gerçekleştirilmek istendi?’ sorusuyla paranoyayı dile getirdi. ‘Darbe’ kavramı da bu kadar sık kullanılınca doğal olarak tahrifata uğruyor ve yakın siyasi geçmişte  acı dolu günlerin sembolü asıl anlamından uzaklaşıyor. Konuyu bir de siyaset bilimci ve gazetecilerin yorumları üzerinden anlamaya çalıştık. Türkiye’deki korku ve paranoya siyasetinin iki temel nedeni olduğunu söylüyor Ankara Strateji Enstitüsü’nde Doç. Dr. Haluk Özdemir. Birincisi, Gezi ile başlayan toplumsal dinamikleri iyi okuyamayan iktidarın bu sürecin sonlanmadığını düşünmesi. Özdemir’e göre, Gezi’nin yarattığı yeni siyasal dinamikleri anlayamayan siyasiler, bunu bir darbe ya da komplonun parçası olarak gösterip pasifize etmeye çalışıyor. İkincisi ise, iktidarı sürdürmenin ve pekiştirmenin bir yolu olarak korku ve paranoya siyasetine bilinçli olarak başvurulması. Gazeteci yazar Hayko Bağdat da iktidarın, sahip olduğu gücün en ufak bir geriye gidişinde ‘Seçimde konuşalım, sandıkta konuşalım’ diye saldırganlaştığını düşünüyor. Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğretim görevlisi ve gazeteci Soli Özel ise darbe paranoyasının, korku siyaseti ve darbe söylemleriyle toplumu sindirme girişimi olduğu kanaatinde.

Başbakan uyuyor olsaydı darbe olacaktı!

7 Şubat 2012 günü özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini telefonla arayarak KCK soruşturması kapsamında ifadelerini almak istediğini bildirdi. Bunun hükümete karşı bir darbe girişimi olduğuna yönelik yayınların arkası kesilmedi. Başbakan ameliyat masasındayken ‘7 Şubat kalkışması’nın yapıldığı yazdıldı. “Başbakan 45 dakika daha erken uyutulsaydı, uyandığında kolunda kelepçe olacaktı!” tezi sıkça dile getirildi. Ancak Başbakan bahsettikleri ameliyatı 26 Kasım 2011’de olmuştu. Üstelik Erdoğan 7 Şubat’ta parti grubunda, 8 Şubat’ta ise valiler toplantısında uzun konuşmalar yaptı. Hukuken Başbakan’ın yargılanması bırakın özel yetkili bir savcının, Yargıtay başsavcısının bile yetkisinde değil. Ancak tüm bu gerçeklere rağmen 7 Şubat havuz medyasında bir ‘kalkışma’ ve ‘darbe’ olarak anılmaya devam ediyor.

Bir darbe kokteyli: Dış mihrak, faiz lobisi ve Otpor

Hükümet ve hükümete yakın çevreler ilk günden itibaren Gezi’nin bir darbe olduğunu zikrediyor. Gezi olayları o günden bu yana birçok ithama maruz kaldı. Darbe, dış mihrakların oyunu, faiz lobisinin isteği ve Otpor gibi bir yığın komplo teorileriyle anıldı. Basına yansıyan Gezi’ye darbe davası hazırlığı yapıldığına yönelik haberler ise bundan sonra yapılacak her sokak hareketinin ‘darbe’ yaftası yiyeceğini gösterir nitelikteydi.  İşin ilginç yanı Gezi olaylarında darbecilere destek vermekle suçlanan Koç Holding’in Yeniköy’deki yeni Ford/Otosan fabrikası bizzat Başbakan’ın katılımıylaperşembe günü açıldı.

Yolsuzluktan darbe çıktı!

4 bakan ile 3 bakan çocuğunun ve İranlı işadamı Reza Zarrab’ın aralarında olduğu isimler hakkında rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık suçlarını işledikleri iddiasıyla yürütülen soruşturma bir anda ülkede cadı avına ve sürgün operasyonuna dönüştü. Olaya dair suçlanan kişilere ait olduğu iddia edilen ses kayıtları, bilgi ve belgenin aydınlığa çıkarılması beklenirken o günden bu yana soruşturmayı başlatan savcı ve yürüten polisler ya görevden alınıyor ya da görev yeri değiştiriliyor. 17 Aralık’ın darbe olarak anılmasında ise Başbakan’ın 31 Aralık 2013’teki “Millete Hizmet Yolunda” konuşmasında rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu yargı darbesi olarak değerlendirmesinin büyük etkisi var.

Pamir’in kaybolması Gezi ruhunu hortlatacak

3 Nisan 2014 tarihinde evinin yakınlarında kaybolan 3 yaşındaki Pamir’in olayı da ‘darbe’ etiketinden nasibini aldı. Pamir’in yan villanın bahçesindeki havuzundan cansız bedeni çıkana kadar, aramalar boyunca çocuğun babası Gezici, evi 3. köprüye yakın olduğu için yeni bir çevreci hareket başlayacağı, bunun iktidarı devirmeye yönelik bir darbe girişimi olduğu yönünde vicdansızca yorumlar yapıldı.

Milli iradeye grizu saldırısı!

301 maden işçisinin hayatını kaybettiği Soma faciası üzerinden de hükümetin devrilmek istendiği havuz medyasında dile getirildi. Başbakan Erdoğan’ın Soma ziyaretinde acılı şehit yakınlarının kendisine yönelik protestosu bu çerçevede değerlendirildi. Başbakan müşavirinin yerde yatan madenciye tekmeleri ve Başbakan’ın arkasında koruma ve polis ordusu varken bizzat bir vatandaşı tokatlaması bir kenara ‘301 işçi üzerinden hangi darbe gerçekleştirilmek istendi?’ sorusu gelinen akıl oynatmasını gösteriyordu.

İktidar her eylemi bir darbe girişimi olarak görmeye devam edecek

Soli Özel (Gazeteci-Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Görevlisi): AK Parti, iktidarının meşruiyetinin sorgulanabileceği tek yerin sandık olduğunu iddia ediyor. Bir kere her toplumsal olay ya da her sokak hareketi, her eylem darbe girişimi değildir. Siyasilerin bu zihniyeti terk etmesi lazım. Gezi gibi demokratik isyanlar veya yargının yolsuzluğu araştırması darbe denmek suretiyle gayrimeşru gösterildiği için demokrasi ve hukuk devleti kavramları önemini yitiriyor. Gezi’ye baktığımızda Gezi’nin örgütsüz olduğunu söyleyenler oldu. Oysa Gezi gerçekten neyi istemediğini, nasıl bir ülkede yaşamak istemediğini bilen ama bunun yerine koyacak bir projesi olmayanlardan oluşan bir hareketti. Bir anlamda iktidara “Bu şekilde devam edemezsiniz, etme”  şeklindeki bir işaret fişeğiydi. 50’li 60’lı yıllar ve sonrasına baktığımızda önce sokak hareketleri, çatışma, huzursuz bir toplum ve sonrasında darbe geldi. 60’tan sonraki darbeler de hep önce sokak hareketleriyle geldi.  Bu kaygıya sahip bir güruh var. Ama ben tarihin tekerrür ettiğini düşünmüyorum. Toplumsal hoşnutsuzlukların dile getirilmesinden memnun olmayan iktidar ne yazık ki her defasında bu eylemleri, olayları bir darbe girişimi olarak görmeye devam edecek. Giderek yönetilemeyen bir Türkiye ve yönetemeyen bir lider duruyor karşımızda.

Darbe paranoyası ve korku pompalanıyor

Doç. Dr. Haluk Özdemir (Ankara Strateji Enstitüsü): Siyaset biliminde darbe paranoyası ve korku pompalanarak insanları kenetlemeye çalışılmasına “bayrak etrafında toplanma sendromu” deniyor. Yani içeride yapılan tüm yolsuzluk, haksızlık ve yanlış uygulamalara rağmen, dışarıya karşı milli duygular temelinde tüm bunların hoş görülmesi. Bu durum, daha çok savaş dönemlerinde görülse de iç siyaset stratejisi olarak da yaratılabilir. Monica Lewinsky skandalı sırasında ABD’nin Kosova’daki Sırpları bombalaması gibi. Gezi olaylarından sonra Türkiye’de çok farklı dinamikler harekete geçti. Yeni neslin politizasyonuna şahit olduk ancak bu aşamalı bir politizasyondan ziyade bir patlama şeklinde gerçekleşti. Doğrusunu söylemek gerekirse iktidar bu siyasi gelişmeleri hâlâ yanlış okumaya devam ediyor. Hükümetin yanlış adımları, her fırsatta sokağa dökülmeye hazır bir kitle yaratmış durumda. Her olayın bir sokak hareketine dönüşeceğinden korkulmasının nedeni de bu. Korkular, yolsuzluk iddialarından daha ağır bastığı için AKP yerel seçimlerde bu kadar başarılı oldu. Halkın önemli bir kısmı, tüm bu olayların (Gezi, yolsuzluk ve Soma’daki protestolar) Tayyip Erdoğan’ı yıpratmaya yönelik bilinçli bir komplonun parçası olduğuna inanıyor.

‘Biz güç kaybedersek size zulmedecekler’

Hayko Bağdat (Gazeteci- yazar): İktidar eski devletin öğrettiği şeyi yapıyor. Öldürülenlerin niye öldürüldüğünü anlatmaya devam ediyor. Israrla 15 yaşında çocuğun cebinden çıkan misketlerle annesini yuhalatıyor. Ölümü hak eder pozisyonda olduğunu hatırlatıyor. Roboski’de ölenlerin kaçakçılığından, Soma’daki madencilerin ise ölüme mahkûm olduklarından dem vuruyor. Kendi tabanına bu zulmün hak olduğunu anlatmaya çalışıyor. Kendi tabanını da sertleştiriyor. Bu iktidarın, gücünü biraz kaybettiğinde ne kadar canavarlaşacağını nasıl şirazeden çıktığını gösteriyor. “Biz güç kaybedersek muhafazakâr kesime zulmedecekler, tekrar kadınların başörtüsü çekilecek, tekrar camiler ahıra dönüşecek.” diyerek korku pompalıyorlar. Bu iktidar giderse başımıza felaketler gelecek algısıyla insanlar gaddarlaşıyor. Bu hayırlı bir gidiş değil. Ama Başbakan bu politikadan kazançlı çıktığını gördü. Bakın danışman kadrolarına, uçağında yolculuk yapan gazetecilere zihniyet ortada. Irkçılık yapan, tekme atan tutarsız isimlerle dolu. Bu harekete yön verecek aklıselimler de artık değersizleşti.

 

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>