Nasıl tefekkür edilir?

Nasıl tefekkür edilir?

TUĞBA KAPLAN

28 Kasım 2014, Cuma

Gökyüzüne bakıp, yıldızların, Ay’ın güzelliğiyle mest olunca, denizin sesiyle ruhumuzu dinlendirince tefekkür ettiğimizi düşünüyor fakat yanılıyoruz. Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her şeyi tefekkür etmek lazım ama nasıl?

Tefekkür, Arapçada ‘fkr’ mastarından türeyen bir kelime. Derin düşünme, işin şuuruna varma, zihni yorma manalarına geliyor. Zıddı ise, fikirsizlik ve düşüncesizlik demek. Mısırlı alim Ragıb el-İsfehanî’ye göre; bilinenden ilme varma kuvvetine fikr, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür deniyor. İslam düşüncesinde tefekkür, zihni bir süreç olarak insanın nasıl bildiğini temellendirmeye yönelik olarak düşünülüyor. Tasavvufta ise iki türlü tefekkürden söz ediliyor. Biri iman ve tasdikten doğan istidlal sahiplerinin tefekkürü, diğeri ise Hakk’ı Hakk vasıtasıyla gören ashab-ı şuhuda mahsus tefekkür. Seyr ü sülûk ehlinin makam ve menzilleri arasında önemli bir yere sahip olan tefekkürü mutasavvıflar, kalbin amellerinden biri olarak, aklın kalbe olan ilişkisiyle gözün can ile olan ilişkisi gibi olduğunu söyler. Ebu İsmail Abdullah Muhammed Ensarî, “Bil ki tefekkür, istenileni idrak etmek için basirete dokunulmasıdır.” der. Dolayısıyla tefekkür en değerli ibadet ve Cenab-ı Hakk’a yaklaştırıcı bir vasıta olarak kabul edilir.

Çoğu insanın tefekkür denilince aklına, “Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.” hadis-i şerifi gelir. ‘Ne kârlı bir ibadet’ düşüncesiyle, sadece gökyüzüne bakıp, yıldızları, denizi, ağaçları seyrederek tefekkür etmeye koyulur. Ancak durum bilinen şeklinden çok farklı. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kadir Paksoy, hadis kriterleri açısından bu hadisin zayıf olduğuna dair bilgiler olduğunu söylüyor. Bir kısım alimler bu hadisi sahih kabul ederken, önemli bir kısmı zayıf olarak görüyor. Bazı kaynaklarda ise, ‘Tefekkür bir gece boyunca namaz kılmaktan daha hayırlıdır.’ şeklinde geçiyor ama bu da zayıf. Paksoy’a göre bu hadislerin zayıflığı, tefekkürün dinimizde ve Hak katında ne derece kıymetli olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

‘Düşünmeyen kişilere yazıklar olsun’

Kur’ân-ı Kerim’de, hadisteki mânâyı ifade eden evrenin yaratılışı, kâinatta oluşturulan sistem ve sistemin işleyiş mükemmelliğine vurgu ile Cenab-ı Hakk’ın kudretine dikkat çekilerek birçok tefekkür ayeti dikkat çekiyor. Nebiler Serveri’ne en çok etki eden ayetlerden birinin de tefekkür ayetlerinden biri olduğu söylenir. Ümmü Seleme (ra) ve başka bir rivayette ise Âişe Validemiz r.anha, bu âyet nazil olduğu zaman veya bu âyeti okurken Efendimiz’in ağladığını nakleder. Bir gün sabah ezanı için gelen Hz. Bilal (ra), “Ya Rasulallah (sas)! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir?” diye sorar. Efendimiz, “Bu gece Yüce Allah bir ayet indirdi. Beni bu ayet ağlatmaktadır.” dedi ve ayeti okudu: ‘Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri arkasına gelişinde aklı başında olan kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.’ (Âl-i İmran, 190.) Bir sonraki ayet, ‘Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (tefekkür ederler) ve Rabb’imiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz (derler).’ (Âl-i İmrân, 191.) Ondan sonra Rasulüllah (sas) “Bu ayeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.” der.

Yaratılış gayesini anlamanın anahtarı

Tefekkür, imanda büyük bir inkişafa vesile olduğu için çok ehemmiyetli. Zira tahkiki imana giden yolun ve yaradılış gayemizi anlamanın tefekkürden geçtiğini belirtiyor Kadir Paksoy. Allah’ın azametini tefekkür eden insan, O’nun büyüklüğü karşısında gafletten kurtulur, imanı kuvvetlenir. Acz, fakr ve kusurlarını anlar, Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala, kudret-i Rabbaniye’nin mucizatını göstererek, insanların bunları düşünerek ibret almalarını beyan buyurur. Âlemin düzenliliğini, yaratılış gayesini, verilen nimet ve güzellikleri, dünyanın geçiciliğini, süt veren hayvanlardaki icazı, gece ve gündüzün dönüşümünü düşünen insan, Allah Teala’nın sonsuz ihsanlarıyla kullarını nasıl donattığı karşısında, O’nun büyüklüğünü idrak eder. İnsan, bir saat sağlam tefekkür ederse, o insanda erkân-ı imaniye (iman esasları) inkişaf eder. Daha sonra o insan, Allah’ı sever ve kalbinde derin bir muhabbet-i ilâhî belirir, derken zevk-i ruhanîye ulaşır ve ötelere doğru kanatlanır gibi olur. İşte böyle bir tefekkürle bazen insan, bin sene ibadet yapan ancak bu türlü bir tefekkürden mahrum kimselerin varabildiği ufka varır. İşte bu manadaki tefekkür, bin sene ibadete mukabil olur.

Gökyüzüne bakmak, deniz kenarında oturmak tefekkür mü?

Tefekkürün usulü nedir? Neler yapınca tefekkür edilmiş olur? sorularının cevabı gayet açık. Tefekkür etmek için evvela icmâlî bir malumatın olması şartından bahsediyor alimler. Doç. Dr. Kadir Paksoy,  tefekkürden maksadın, insanlığın hal-i hazırda ulaştığı ilim seviyesi itibarıyla, bu ilk bilgi sayesinde yeni terkipler, yeni tahliller yapıp, onlar üzerinde derinleşip ve daha değişik hükümlere varması olduğunu söylüyor. Bu sebeple, tefekkürün yüzeysel değil, derinlemesine yapılması gerektiği üzerinde duruyor: “Mesela bir ağacın meyvesine bakarken onun sadece bir meyve ya da gıda olduğunu düşünmek tefekkür değil. Onun Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarını hem nazarlarımıza hem dil zevkimize hem de enzarımıza arz ettiğini görerek topraktan ve kuru odundan ne derece nimetler sunduğunu görmek tefekkürdür. O sebeple ayetleri kelamî kaynakları okuyarak derinlemesine bilgiye sahip olabiliriz.”

İnsan tefekkür sonucu vardığı hükümlerle, ileride varacağı daha başka hükümler için mukaddime yaparak, bundan yeni yeni neticeler çıkarıp, tefekküründe derinleşmesi, tek buudlu tefekkürünü çok buudlu yapmasıyla muzaaf tefekküre ulaşabilir. Bütün bunlar, ilk etapta malumat sahibi olmaya vâbeste. Malumatsız insanın tefekkür etmesi de mümkün değil. Bunun için bol bol kitap okumak ve araştırmak gerekir ki, daha sonra tefekkür yolu ve usûlünü öğrenip, son olarak şeriat-ı fıtriye ve âyât-ı tekviniye mütalaa edilebilsin, sabit ve sağlam düşünebilme imkânı doğsun. Bu sebeple insanın evvelâ tefekkür edecek mevzuyu bilmesi, yani ayların ve yıldızların dönüşünü, onların insanla münasebetini,  insanı teşkil eden zerrelerin deveran ve cereyanını bilmesi tefekkür adına  önemli bir adım.

Zikirler tefekkür yerine geçiyor mu?

Yaratılan her şeyi düşünüp tefekkür etmenin dışında, birtakım ayet, zikir ve dualarla da tefekkür edilebileceği söyleniyor. Bu duruma da kaynaklarda açıklık getiriliyor. Belli vird ve zikirler de, insanın tefekkürünü geliştiriyor. Ancak tefekküre sevk eden ayetler, zikirler ve sessizce yapılan duaların manası anlaşılmıyorsa, okunmaları sevap olur ama tefekkür olmaz. Zira tefekkür, fikretmekten geliyor. Dünkü vakalarla yeni vakaları bir araya getirme, terkipler yapma ve çok defa bir şeyin sebebi ile neticesi arasında münasebet kurmaktır. Allah ile münasebetlerimizi perçinleştirme ise bunun en önemli semeresi. Buna götürmeyen, evrad ü ezkâr da olsa, Kur’ân-ı Kerim de olsa, hatta o Kur’ân’ı bizzat Cibril’in ağzından da dinlesek sevap olur fakat tefekkür olmaz. Tefekkür olabilmesi zihni yormaya, üzerinde durmaya, ciddi araştırmaya, Rabb’imizle münasebetimizi derinleştirmeye ve kuvvetlendirmeye bağlı.

Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün, Zat’ı hakkında değil

Tefekkür, afaki ve enfüsi olmak üzere iki şekilde ele alınıyor. Doç. Dr. Kadir Paksoy, bu çeşitlere değiniyor. Enfüsi tefekkür aklımızın alabildiği, somut ve ispatı mümkün varlıklar üzerinden yapılırken, afaki tefekkür Allah’ın varlığı gibi soyut, insanın ihata edemediği konuları tefekkür etmeye çalışmak oluyor. Paksoy, bu sebeple enfüsi tefekkürde kendi yaratılışımızı anlamak adına derinleşebildiğimiz kadar derinleşip, afaki tefekkürde kendimizi kaptırmadan, afakta boğulmadan ilerlememiz gerektiğinin alimler tarafından tavsiye edildiğini hatırlatıyor. Bunun yanı sıra hadis-i şeriflerde tefekkür kavramının fazileti yanında tefekkür ameliyesinin de bir sınırının olduğu ve bu sınırların nerelere kadar uzandığı da anlatılıyor. Bu sınır Cenab-ı Hakk’ın zatına kadardır. Zira Efendimiz (sas) “Allah’ın yarattıkları hakkında düşünün. Allah’ın zatını düşünmeyin. Allah’ın zatı hakkında düşünmeye güç yetiremezsiniz.” buyuruyor.

Huzur, tahkikî iman kuvveti ve imanî tefekkürle kazanılır

Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’un dört esas üzerine bina edildiğini belirtir. Bunları acz, fakr, şefkat ve tefekkür olarak sıralar. Dördüncü esas, yani tefekkür, Risale-i Nur’un en önemli esası olarak karşımıza çıkıyor. Üstad Hazretleri’nin gözünde, bütün varlık âlemi bir tefekkür levhasıdır. Şuur sahibi varlıkların yaratılışından maksat da, tefekkür vazifesinin yerine getirilmesidir. Âlemi iki daire ve iki levha şeklinde mütalâa eden Bediüzzaman, bunları şu şekilde sıralar: “Biri, gayet muhteşem, muntazam bir daire-i rububiyet ve gayet musannâ, murassâ bir levha-i san’at. Diğeri, gayet münevver, müzehher bir daire-i ubudi­yet ve gayet vâsi, câmi bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman.” Bir başka yerde ise, huzurun tahkikî iman kuvvetiyle ve marifetullahı netice veren masnuattaki imanî tefekkürle kazanılacağını belirtir.

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>