Temkin, Herşeyi Allah’tan Bilmektir

 

 

“Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülâmel yapar.” (22. Mektub, 4. vecih; 2. düstur)

TUĞBA KAPLAN – YENİ BAHAR DERGİSİ | 05 Nisan 2012

     Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin üzerinde durduğu bu bahis tam da günümüz insanının içinde bulunduğu durumu özetler nitelikte. Nitekim basit ve anlaşılır cümleler kullanma yerine, doğru konuşma adına kelimeleri uzatıp fazlaca konuşma insana ve çevresine tamiri zor yaralar açabiliyor. Zira çok konuşan insanın dilinin sürçmesi, kalbinin kararması, hata üstüne hata yapması ve farkında olmadan kalp kırma ihtimali oldukça yüksek. Öyle ki Ashab-ı Kiram hep hayır konuştuğu halde, yanlış konuşmaktan korktukları için değil de, “Belki boş bir söz söyleriz.” diye tavırlarını hep sükûttan yana koymayı tercih etmişler. Çok konuşmamanın, her şeyden önce din-i mübin-i İslâm, toplum, aile ve birey hayatına zarar vermeme adına önemli olduğu aşikâr. Temkinli olmak da bir o kadar ehemmiyetli. Neden mi? Kelime olarak “Dikkat, ihtiyat, özen, önlem, sakınma, teenni, tedarik ve tedbir” anlamlarına gelen temkin, Müslümanlara bakan yönüyle “acele etmeme, başını-sonunu düşünerek sabır ve temkinle hareket etme, ihtiyatlı olma” hali. Her zaman abdiyetin, kulaktaki küpenin, ayaktaki pranganın farkında ve şuurunda olma adına bir hatırlatıcı. Zaten hidayetin, imanın dahi garantimiz altında olmadığını bilmekten kaynaklanmıyor mu ısrarla ve umutla son nefeste inançla gözleri kapamak için dua etmemiz? Öyle olmasa Nebiler Serveri ve O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) güzide ashabı en ufak bir meselede bile temkinli davranır mıydı? Efendimiz bir hadis-i şerifinde, “Bir iş yapmak istediğin zaman, Allah sana o işten kurtuluş gösterinceye kadar yahut Allah sana bir çıkış kapısı yaratıncaya kadar yavaş ve temkinli davran.” buyuruyor. Hatta O’nun dikkat ve temkinle hareket etmenin Allah’tan, aceleciliğin ise şeytan­dan geldiğini belirten ifadesi de rivayet ediliyor.

     Allah Resûlü’nün bir temkin, tedbir ve denge insanı olduğunu ömrünün her karesinde görmek mümkün. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Reşat Öngören, insanın manevî mertebesi yükseldikçe hassasiyetinin de arttığına dikkat çekiyor. Bu hassasiyetin korku ve ihtiyatlı olma duygusunu beraberinde getirdiğini ifade ediyor. Peygamberimiz’in en ileri seviyede Allah’ı anan bir kul peygamber olduğunu hatırlatan Öngören, bize O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) çoğu olayda başkalarını şaşkınlığa düşürecek derecede ihtiyat gösterdiğini anlatıyor: “Bir gün abdest almak için suya doğru giderken, durup bir yerde hemen teyemmüm alması sahabenin kafasını karıştırmıştı. ‘Ya Resûlullah zaten abdest almaya gidiyorsun, ne diye teyemmüm aldın?’ diye sorulunca ‘Belki abdest alacağım yere gidene kadar, ömrümün vadesi dolar da abdestsiz Rabb’imin karşısına çıkmayayım.’ diyor.”

‘O, 23 yıllık tebliğ hayatında temkini elden bırakmadı’

Efendimiz’in temkinli duruşu ve teenni ile hareket ettiği örnekler 23 yıllık tebliğ hayatında da pek çok kez dikkatimizi çekiyor. Muhataplarıyla iletişimini koparmamak için hemen her gün onlarca hadise olmasına rağmen Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), temkin ve sabrından zerre kadar taviz vermediğini görüyoruz. Gürül gürül konuşması gerektiği yerde bile sükûtu tercih edip şiddet çığırtkanlıklarına karşı hep şefkatle mukabelede bulunduğu; kendisine hakaret eden, hayatına tuzaklar kuran ve defalarca öldürme niyetiyle karşısına çıkanlara bile farklı davranmayıp işin hep tamir tarafında durduğu rivayetlerde aşikâr. Tam da bu noktada ‘Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz’ kitabının yazarı Dr. Reşit Haylamaz, tahammül edilemez gelişmeler karşısında, “Bırak yâ Resûlullah! Şu adamın boynunu vurayım!” şeklindeki taleplere “Evet” demeyen Allah Resûlü’nün haklı çıktığını ve talepleriyle O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) zorlayanların mahcup olduğunu dile getiriyor.

Haylamaz’a göre insanı hedefe ulaştıracak en kestirme yol, temkin ve tevazu. Zira müminde olması gereken hasletin, mahviyet ve tevazu olduğunun unutulmaması gerekiyor. İnsanın, hangi mertebeye ulaşırsa ulaşsın, hangi zirvede bulunursa bulunsun, her zaman ayağını yere sağlam basıp, hep kulluğunun şuurunda olması gerekiyor. Başta Efendimiz olmak üzere Ashab-ı Güzin ve bilinen âlimlerin temel niteliklerinden biri olan temkin, günümüz insanında bulunması gereken önemli bir vasıf. Temkinli davranışlara bugün nadir de olsa örnek bulmak mümkün. Kötü sözlü bir komşusunun ağır hakaretlerine karşılık vermeyip komşuluk adabı içinde, soğukkanlılığı elden bırakmayan ve münakaşaya girmeyen insanların varlığı ümit verici. Hak dostu olanlardaki bu türlü mülahazalar, şüphesiz vicdan genişliğinin bir alâmeti. Böyleleri başkalarının kusurlarını ve kendi iyiliklerini hemen unutan, ihsan ve lütufları kendinden değil, Yaradan’dan bilen temkin ve tevazu sahibi insanlar. O halde, günümüzde özellikle mal, mülk, güç, şöhret ve mevki sahibi olan inananların en azından vicdan genişliği açısından onlara benzemeye çalışıp, tevazu ve temkinle hareket etmesi ve o ufku yakalamak için gayret göstermeleri gerekiyor.
 
TEMKİN KAYMASINA DÜŞMEMEK İÇİN…

Fethullah Gülen Hocaefendi, özellikle irşat ve tebliğde temkinli olmanın önemli olduğunu vurguluyor. Din-i mübîn-i İslâm’ın aydınlık çehresini insanlığa göstermeye çalışmanın, meselelerin kusursuz bir temsille, hiç kimsenin kabul etmekten çekinmeyeceği bir üslûp ve formatla sunulmasının gerekliliğine dikkat çekiyor. İnsanın elde edilen netice ve semereyi asla kendinden bilmemesi, ortaya koyduğu hizmet ve gayretleri dolayısıyla nazlanma gibi tavırlar içine girmemesi de temkin adına oldukça önemli. Hocaefendi bir kısım mazhariyetler karşısında insanın naz makamına geçebileceğini şöyle açıklıyor: “İnsan takdir, teveccüh ve iltifatlar karşısında niyaz zemininden kayıp naza girebilir. Dolayısıyla temkin kaymasına düşebilir.

Mesela, eğer hizmet eden bir insanın zihninden ‘Bakın bizimle neler oluyor. Osmanlı devleti koskocaman bir cihan devleti olduğu hâlde bizim vardığımız yerlerin öşrüne bile varamamış!’ türünden düşünceler geçiyorsa, bu mülahazalar apaçık bir şekilde ruhun ve latîfe-i rabbaniyenin kirlendiğinin bir göstergesidir. Temkine tamamen aykırı düşüncelerdir. İnsanın aklına bu tür zararlı mülâhazalar geldiğinde hemen ‘Allah’ım ‘Değildir bu bana layık bu bende/Bana bu lütf ile ihsan nedendir?’ (M. Lütfî) Ben de anlamış değilim bütün bu lütuf ve mazhariyetleri. Fakat bazen büyükler küçüklere külah giydirebiliyor diyebilmelidir.”

Yapılan hizmetlerle övünmenin hizmet hayatı adına densizlik ve temkinsizlik olacağını ifade eden Hocaefendi, bu konuda temkinin, her şeyi Allah’tan bilmek olduğunu belirtiyor: “‘Her şey Senden, Sen ganîsin/ Rabbim Sana döndüm yüzüm!/Hem evvelsin hem âhirsin,/ Rabb’im Sana döndüm yüzüm!’ deyip insan şöyle düşünmelidir: ‘Ben tıpkı suyun üzerindeki, güneşe bakan kabarcıklar gibi ancak Sana yüzümü dönersem tenevvür eder, aydınlanırım. Ancak o zaman güneşin akislerini göz bebeğimde saklarım. Aksine ben karanlığa gömülünce ne güneş kalır ne de güneşin aksi.'” [email protected]
 
Kaynak: Ümit Kesmez, Fethin Müminleri/Işık Yayınları 

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>