Dindar-muhafazakâr kesim zenginler ve yoksullar olarak ayrıldı

Dindar-muhafazakâr kesim zenginler ve yoksullar olarak ayrıldı

TUĞBA KAPLAN

20 Nisan 2014, Pazar

Okan Üniversitesi sosyoloji bölüm başkanı Prof. Dr. Tayfun Atay, dindar–muhafazakâr kesimin zenginler ve yoksullar olarak ayrıldığını düşünüyor. Atay ile AK Parti’nin ‘Yeni Türkiye’ söylemini, balkon konuşmalarını ve gündemi konuştuk.

Yerel seçimlerin yapıldığı akşam çekilen balkon fotoğrafını “Balkonda el ele tutuşup yükselen kollar ‘Beyaz Müslümanlar’ın kolları’dır” diye yorumluyorsunuz. Nedir Beyaz Müslümanlık?

Kabul etmem gerekir ki burada Beyaz Müslümanlığı her şeyden önce yerel seçim sürecinde dillere dolanmış ‘Beyaz Türkler’  kavramına tepkisel bir çağrışımla kullandım. Beyaz Müslümanlar, daha önce başkaları tarafından da telaffuz edilmişti. Bu, Türkiye’de 1980’lerden itibaren yaşanan sosyo- ekonomik dönüşümün sonucu olarak türetilmesi kaçınılmaz olmuş bir kavram. Bu kavramı karşılayan toplumsal bir gerçeklik, bir insan dinamiği var. Kastettiğimiz, bir Müslüman burjuvazinin ortaya çıkması. Türkiye’de Özal döneminden başlayarak kapitalizm Anadolu’ya yayıldı.  Girişimciliğin gelişmesiyle karşımıza laik burjuvaziden farklı olarak dindar – muhafazakâr alt yapıya sahip yeni bir girişimci sınıf ortaya çıktı. Müslüman burjuvazi bu.  ‘Anadolu Kaplanları’ tabir edilenlerin de önemli bir kısmını içerdiği söylenebilir. 2000’li yıllara gelindiğinde bu burjuva sınıf, iktisadi, toplumsal ve politik olarak daha güçlü ve iddialı hale geldi. Yani Türkiye’de Müslümanlar zenginleşti. Sermaye, İslâmileşti.

Türkiye zaten Müslüman bir toplum değil mi?

Kastettiğimiz dindar-muhafazakâr kesimin zenginleşmesi. Kırsal temelli bir yaşam biçiminden çıkıp girişimci endüstriyel bir atılım içine girildi.  Ve Türkiye’de iktisadi olarak hâkim sınıf, yani burjuvazi, kültürel temelli olarak ayrıştı. Seküler/laik bir burjuvazimiz vardı. Artık Müslüman burjuvazimiz de var.  Dindar- muhafazakâr kesimin içinde  bir tabakalaşma, sınıflaşma ortaya çıktı. Dindar- muhafazakâr zenginler ve yoksullar olarak…

Bugün ‘Beyaz Müslüman ‘lığın ortaya çıkışında AK Parti’nin payı nedir?

Türkiye’de dindar -muhafazakâr burjuvazinin siyasi temsilini tam anlamıyla AK parti oluşturdu. Ama burada bir ittifaka da değinmek gerekir, Gülen Hareketi ile Milli Görüş çizgisinden gelen AK Parti’nin ittifakı.  AK Parti daha çok ekonomi-politik dinamikten beslendi. Ancak AK Parti iktidarının toplumsal ve kültürel dinamiğinin Gülen Hareketi dolayısıyla olduğunu göz ardı edemeyiz. Fethullah Gülen’in Türkiye’de kültürel mobilizasyon sağlama açısından çok eskiye dayanan bir pratiği var. O pratik, 2000’lerden itibaren bir kitle desteği olarak AK Parti iktidarıyla buluştu. Ve bugün, bu iktidarın kitlesinin kendi içinde de sosyo -ekonomik temelli bir ayrışma  olduğu ortada. İşte zenginleşmiş Müslümanların ve Müslümanlığın siyasi hayattaki karşılıkları, 2014 yerel seçimleri sonrası balkonda gördüğümüz o tablo. Başbakan ve yakınlarının o görüntüsü, aynı zamanda bu zenginliği temsil eden bir tabloydu. Aşağıdaki kitle ise hareketi destekleyen ama bu zenginliğin dışında kalan insanlar.

Beyaz Türkler demode oldu

Peki, Beyaz Müslümanlık Beyaz Türklüğün yerini mi alıyor?

Beyaz Türkler demode oldu. İktidardan düştü. Beyaz Türkler’de sorun, Batılılaşmış bir zengin ve elit-entelektüel tabakanın kendini aynı yaşam biçimini benimsemiş seküler-laik yoksul kesimlerden de ayrıştırmış olmasıydı. Burada sınıfsal/ekonomik çelişki kendini çok bariz gösteriyordu. Dindar muhafazakâr kesim içerisinde böyle bir çelişki henüz çok görünmüyor. On yılların vesayet rejimi,  mağduriyeti nedeniyle sınıflar-arası ayrışma dindar-muhafazakâr kesimde kendisini çok fazla dışa vurmuyor. Dindar yoksul ile Beyaz Müslüman arasındaki çatışma işaretleri kendini göstermiyor. Hiç yok değil tabii ve bunu sorunsallaştıranlar var.  Antikapitalist Müslümanlar gibi… Ama bunun henüz çok güçlü olmadığını, güdük olduğunu görüyoruz. 

Zengin Beyaz Müslüman ve yoksul Müslümanlar arasında bir çatışma olmamasının sebebi nedir?

Dinsel söylem ve pratikten çıkış bulan bir ortak kültür var. Seküler  burjuvazi ve Beyaz Türklerin yaşantısıyla, seküler yoksul kesimlerin  yaşantısı kültürel anlamda da birbirinden çok kopuktu. Ama burada bir takım ortak kültürel kodlar var, dini hayatın gereklerini yerine getirmek gibi. Bu kodlar sınıfsal ve iktisadi çelişkinin bir şekilde şimdilik üzerini örtüyor.

Ortaya çıktığında ne olur?

Ortaya çıkacak şüphesiz, böyle devam etmez. Bu gruplar arasında çatışma kendini gösterecek. Şimdilik seküler kesime karşı pozisyon alınıyor. Ana rakip seküler- laik kesim gibi görünüyor. Zaman içinde dindar- muhafazakâr kesimin kendi içinde birtakım iktisadi ayrışmalar daha da belirecek. O zaman ‘ Yapmayın din kardeşiyiz’ demek çok fazla karşılık bulmayacak. Çünkü kapitalizmin dini imanı yoktur. Yahut kapitalizmin dini imanı paradır.

Yolsuzluk toplumun önemli ve özellikle inançlı bir kesiminin neden umurunda değil?

Çünkü büyük bir kültürel kazanım var. Bu kesim açısından iktidar olma duygusu çok önemli. Bir de öncesi var. Askeri vesayet rejimi, onun 1990’larda yaşananlara dair  bıraktığı izler var. İkna odaları mesela… Ama şimdi iktidar duygusu ve tutkusu hâkim. Böylesi bir önceki dönemle farklılık halinin mevcudiyeti sebebiyle, bu kazanımları sunduğu düşünülen iktidarla ilgili ahlaki açıdan sorgulanabilecek iddiaları değerlendirmemeyi tercih etti insanlar. Bu, ‘Kazandığım zemini kaybetmek istemiyorum. Kazanımlarım elimden gitmesin. Bunu korumak uğruna da gözümü başka rahatsızlıklara kapayabilirim’ demek oluyor. Bir grubun, topluluğun kendi içinde söz konusu edilebilecek yolsuzluk ve rüşvet sorunu, bu grubun karşıtlık içinde olduğu, hasım sayılan bir ‘öteki’nin hâlâ var olduğu algısı karşısında görünmüyor, görmezden geliniyor.

Bu, Türkiye’de insanların istikrara oy verdiği anlamına mı geliyor?  

Bir kesim, kendi ekonomik ve kültürel istikrarları sebebiyle, bazı ahlaki istikrarsızlıkları göz ardı etti diyelim.

‘Yeni Türkiye’ acaba tüm ülkeyi kapsıyor mu? 

Mağduriyet tezi ve kutuplaştırmadan AKP’nin hep kazançlı çıktığı yorumları yapılıyor. Mağduriyet ve kutuplaştırmanın seçmen nezdinde bir önemi var mı?

Var. Mağduriyet tezi, AK Parti’yle birlikte önümüze konulmuş ‘Yeni Türkiye’nin kendisine tarih inşa girişiminin bir parçası Mağduriyet tezini iktidar çevreleri, ‘Yeni Türkiye’nin kuruluş sürecinin öncesindeki bir takım olaylara referansla kendilerine tarih inşa etme yolunda işlevselleştiriyor. Yani ‘O günleri unutma. Bak nerden nereye geldin’ mesajı veriliyor halka.  Bugünkü durumda AK Parti’yle ortaya çıkan yeni bir statüko var. Bu statükoyu sürekli kılma yolunda daha önce yaşanmış mağduriyetlere sürekli vurgu yaparak, aslında ‘Yeni Türkiye’nin  tarihi inşa ediliyor. Geçmişteki mağduriyetleri insanlara hatırlattığınızda kendi sürekliliğinizi sağlama yolunda büyük bir imkân elde edersiniz.  Bunun yanı sıra mevcut sorunları, eşitsizlikleri, çıkar çatışmalarını, yolsuzluğu, rüşvet iddialarını  kamufle etme yolunda da büyük bir avantaj elde edersiniz. Pek çok ulusun tarihine baktığımızda hep bu türden mağduriyetlere ve bunların nasıl aşıldığına vurgu yapıldığını bol bol görürüz. ‘Yeni Türkiye’, aslında alttan alta bir yeni ulus inşası, o yüzden de kendi tarihini yazıyor bu mağduriyetler üzerinden…

10 yıllık AK Parti iktidarıyla bir Erdoğan Türkiye’si oluştuğu ve Başbakan’ın kendi ülkesini kurmaya çalıştığı yorumlarına katılıyor musunuz?

Bu bir otoriteryan,  hatta daha da öte totaliteryan gidiş belirtisi. Demokrasiyi araçsallaştırarak, otoriter,  ‘tek adam’ Türkiye’sine doğru bir gidiş. Çoğunluk desteğini vurgulayarak hatta onun arkasına sığınarak totaliter bir  rejime ilerleniyor. Demokratik bir iktidar,  bir çoğunluğa hâkimse demokratikliğini ancak azınlıkta kalanları gözeterek ispatlar. Demokratik olma sınavından geçiş, kendisine oy veren çoğunluğa değil, kendisine oy vermeyen azınlığa dönük uyguladıkları ve onlara yönelik politikalarına verilecek nottan çıkar.

Bahsedilen ‘Yeni Türkiye’  Başbakan’ın Türkiye’si mi?

Yeni bir Türkiye’den söz ediliyor. Bunun dindar-muhafazakâr yaşam biçimini homojenleştirmeye çalışmak olduğu açık.  Bunu ortaya atanlar, esas olarak askeri vesayetin olmadığı, özgürlüklerin rahatça kullanıldığı bir Türkiye’yi kastediyoruz diyecekler muhtemelen. Eski Türkiye, vesayetçi, laisist rejim olarak gösterilecektir. Fakat Türkiye toplumunda o kadar farklı segmentler var ki, Türkiye’yi yönetenlerin biraz da bu grupların gözünden bakması gerekiyor. Başka yerlerden bakıldığında ‘Yeni Türkiye’, dindar-muhafazakâr hayatın dışında olanlar için bir baskı, kendi yaşam biçimlerinin, özgürlüklerinin yok edilmesi, toplumu belli bir yönde homojenleştirme, türdeşleştirme girişimi olarak algılanıyor. Oysa bugün ‘Yeni Türkiye’ inşa edilirken onu kendileri için tehdit olarak algılayıp tedirgin olanların, demografik ve ekonomik olarak çok önemli bir ağırlık oluşturduğunu görmeliyiz. Yeni Türkiye içerisinde seküler yaşam biçimini sürdürmek isteyen milyonlarca insan, en mütevazı deyişle bu ülkenin yüzde 25’i… Peki ‘Yeni Türkiye’,  ülkenin yarısını mı, yüzde 45,5’ini mi, yoksa yüzde 100’ü mü kapsıyor? ‘Yeni Türkiye’ kavramını ortaya atanlar iç rahatlığıyla yüzde 100’ü kapsadığından söz edebilir mi?  ‘Yeni Türkiye’nin ne olduğunu anlatmaya çalışırken, kendi zaviyelerinin dışında, karşı zaviyelerden de görmeye, bakmaya, karşıda olanların dünyasıyla duygudaş biçimde değerlendirme yapmaya çalışmalılar. Yeni Türkiye acaba tüm ülke mi? Değilse çok ciddi bir birlik-beraberlik sorunumuz var demektir.

Bu birlik ve beraberliği etkileyen bir diğer unsur da sorunlu dil ve üslup…

Balkon konuşmasında ve birçok konuşmadaki ürküten, korkutan, ayrıştıran, kutuplaştıran, ötekileştiren dil. Başbakan kendisine yönelik şantaj-montaj ifadeleri üzerinden haşin bir retorik geliştirdi. Bir sevgi dili, dostluk dili, İslam’ın çok önemli bir kültürel koşulu olan rıfk  üzere olması  gereken bir konuşma beklenebilecek Müslüman Başbakan huşunet üzere bir konuşma yaptı. Ne Başbakan’a ne de dindar-muhafazakâr topluma dinin esaslarından söz etmek haddimiz değil, ama Peygamber’in “Rıfk ile muamele eden kazanmıştır” dediğini biliyoruz. Huşunet ise maksada ulaşmaktan men eder, kaybettirir. Balkon konuşması ‘rıfk’tan uzaktı.

Türkiye’nin 20 yıllık muhalefet krizi iktidarı tek-başınalaştırdı

Türkiye’de muhalefet de ciddi sorun. CHP şimdilerde yeni CHP söylemiyle hareket etmeye çalışıyor. CHP’nin daha iyi bir muhalefet olması için muhafazakârları kucaklaması yeterli mi?  

Yeterli değil. Muhafazakâr kesime kucak açma ifadesi çok duygusal geliyor kulağa. Daha rasyonel ifadeler kullanılmalı. Kimse kül yutmaz. Türkiye’de bir iktidar sorunu var ama Türkiye’de asıl bir muhalefet krizi var. Bu muhalefet krizi olmasaydı, böylesi bir hegemonik iktidar sorununu yaşamayacaktık. Muhalefet 2000’li yıllarda dünyayla ters bir gidişat içinde oldu. Dünyanın gidişine, liberalizme sırtını dönen, ulusalcılığa daralmış bir anlayışla, değişimi iyi okuyamayan, Cumhuriyet’in erken dönemlerindeki uygulamalara, Kemalist ideolojik pozisyona, devletçi anlayışa daralmış olarak yol aldı. Kürt meselesine karşı da demokratik bir politika üretmek yerine,  çatışmayı önceleyen resmi devlet ideolojisiyle bağdaşık bir yol aldı. Bu, 2000’li yıllarda muhalefete çok kan kaybettirdi. Dünyanın gidişatına ters bir noktaya oturttu onu. Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte Baykal dönemi kapandı. Baykal dönemi AK partinin bulamayacağı bir nimetti. Tabii ondan sonra da iktidar öyle kurumsallaştı ki, zaten muhalefetin hareket edebileceği bir alan da kalmadı. Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte bir yenileşme çabası oldu ama parti kendi içindeki çatışma ve sektlerden dolayı bunu genişletemedi. Hala dinamizmden yoksun ve kendi sorunlarıyla boğuşmaktan, iktidarı denetlemek, iktidarın yanlışları üzerine uyarıcı olmak gibi bir yola bir türlü tam gaz girilemiyor. CHP’nin kendi içinde bir iktidar ve muhalefet sorunu var. Bütün bunlar tabii sonuçta AK Parti’yi daha da büyüttü. Buna bağlı olarak iktidar ve güç yoğunluğu,  yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Türkiye’nin 20 yıllık muhalefet krizi iktidarı tek-başınalaştırdı. Tüm Türkiye’ye egemen hale getirdi. Bu tablo doğrultusunda aslında iktidara liderlik yapanların teklik, tek adamlık arzusuna yönelmemeleri için de hiçbir sebep yok.

Yani bugünkü krizin zeminini CHP mi hazırladı?

Elbette. Buna zemini muhalefet krizi hazırladı.

Türkiye’nin içinden geçtiği bu gergin atmosfer nerede, nasıl son bulur?

“Güzel günler göreceğiz çocuklar “ diyemiyorum Nazım gibi. 12 Eylül öncesini yaşadım. Sokakta her gün 20 gencin öldüğü sağ-sol çatışmasını yaşadım.  Yakınlarda kaybettiğimiz değerli şair Ahmet Erhan’ın  ‘Alacakaranlıktaki Ülke’ isimli bir şiir kitabı vardır. 12 Eylül tablosunu anlatır o kitaptaki şiirlerinde.  Ben Türkiye’nin şu anki halinin daha da alacakaranlık olduğunu düşünüyorum.   Muhafazakâr kesim kendi içinde gergin. Bunun seküler toplum kesimine yansıması var. Hem de seküler topluma karşı girişimlerin, gerilimi alevlendirecek işaretleri  var. Şimdi 1 Mayıs’ta ne olacak, Gezi’nin yıldönümünde ne olacak diye kara kara düşünüyoruz. İnsanlar birbirine öyle kinle bakıyor ki “Burası benim ülkem, sana bırakmayacağım” diyen kitleler var. Hiçbiri yabana atılacak gibi değil. Biz ortak bir alan üzerinde birlikte duramazsak, toplumu kutuplara itersek,  dengeyi kutuplarda ararsak, her an bir iç çatışma türeyebilir. Ve bunu değiştirecek bir dil kullanımı ufukta görünmüyor. İktidar bunu muhalefetten bekliyor. Ama iktidarın bu yolda adım atması gerekir.

Radikal gazetesinde medya ve TV eleştirileri yapıyorsunuz aynı zamanda. Bugün medyanın geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsmet Özel’in sözüydü yanılmıyorsam, “Türkiye’de medyanın gücü yoktur gücün medyası vardır.”   Kesinlikle bugün için de geçerli. Hala kendisini var etmeye çalışan bir muhalif medya da var tabii. Ama ana akım medya eksen kaymasına uğradı. İktidarla içli dışlı yeni bir ana akım medya oluştu, daha doğrusu oluşturuldu. Yeni Türkiye’nin yeni ana akım medyası. Orada da eski mağduriyetler üzerinden konsolidasyon artırılmaya çalışılıyor. 28 Şubat mağduriyeti çok kullanılıyor. Oysa o zamanki de gücün medyasıydı, şimdiki de gücün medyası. Sadece güç el değiştirdi. Baskının pratisyenleri değişti. Bugün o mağduriyetlere değinenler, o mağduriyetin benzerini oluşturduklarının farkında değiller.

 

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>