Kaç Düşün, Kaçını Söyle?

 

İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilen, fakat dine ve insanların kutsalına yapılan hakaretlere her geçen gün yenisi ekleniyor. Özellikle dünya gündemini meşgul eden bazı karikatür, film ve konuşmaların ne kadarının düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor diye düşünmeden edemiyor insan.

TUĞBA KAPLAN – 18 Ekim 2012

İslâm âlemi ve Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) yönelik hakaretler içeren ‘Müslümanların Masumiyeti’ filminin fragmanı internete düştüğü andan itibaren tepkiyle karşılandı. Yapım bazı ülkelerde yasaklanırken birçok Müslüman ülkede provokasyonların da etkisiyle şiddet olayları yaşandı. Protestoların terör eylemlerine dönüşmesi ve masum insanlara zarar verilmesi ise hepimizi derinden üzdü. Oysa İslâmî söylem ve sembollerin istismar edildiği bu tür eylemlere imza atanlar en büyük zararı yine Müslümanlara veriyor. Filmi yapan Amerika’da yaşayan Mısırlı Hıristiyan yönetmen Nakoula Basseley Nakoula, geçtiğimiz hafta tutuklandı. Filmin gösterime girmesiyle alakalı tartışmalar sürerken din, peygamber, dil, ırk, aile, kültür, bayrak, vatan, millet gibi insanların kutsal değerlerine yönelik hakaretlerin ‘ifade özgürlüğü’ kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği merak konusu. Herkes dilediğini düşünme ve hissetmede tabii ki özgür. Günümüz teknolojisinde henüz fikir okuyan bir makine de üretilemediğine göre kimseyi açıklamadığı bir düşünce ya da projeden dolayı yargılayamayız. Fakat özgür düşüncemizi sözel/davranışsal olarak ifade ettiğimizde işin rengi biraz değişiyor. Çünkü burada üslup faktörü devreye giriyor. Hele kitap, film, karikatür, resim, şarkı ya da konuşmalarımızla başka kişi, kurum, din, toplum ya da milletlere haraket ediyorsak, durup yeniden düşünmemiz gerekiyor. Sanırız burada fiiliyata döktüğümüz düşünceler üzerinde kapsamlı bir fikir jimnastiğine ihtiyacımız var. Atalarımızın da dediği gibi özellikle çetrefilli ve hassas mevzularda, “Bin düşünüp bir söylemek” en doğrusu herhalde.

İslâmofobi’yi tetikleyen ırkçı tutum sahipleri eleştiri odağındaki filmi, fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirse de biz, hakaret içerikli bu yapımın özgür bir ifade biçimi olarak görülüp görülmeyeceğini uzmanlara sormak istedik. Aynı zamanda kişisel dünyamızda ifade özgürlüğü kavramını nasıl algılamalıyız merak ettik. Film üzerinde beyin fırtınası yaparken aklımıza takılan sorular çoğaldı: Acaba bizler, günlük hayatta düşüncelerimizi nasıl ifade etmemiz gerektiğini biliyor muyuz? Düşünce özgürlüğü adı altında her şeyi ifade etme ya da her konuda özgür davranabilmek mümkün mü? Başlangıcı ve sonu belli olan varlıklar olduğumuz halde sınırsız özgürlük isteğimizin doğru olup olmadığına ve bu talebin temelinde yatan sebeplere hiç kafa  yorduk mu? Bu bağlamda, düşüncenin bir namusu, sözün de bir vebali olduğu hiç aklımıza geldi mi?

Doktora tezini ‘İslâm’da Düşünce Özgürlüğü’ üzerine yapan ve aynı isimde bir kitabı olan ilahiyatçı-yazar Ahmet Kurucan, sorularımızı cevaplandırmaya öncelikle düşünceyi tanımlayarak başlıyor: “Düşünce, akla ait bir meleke olup sadece insana has bir özelliktir.” Kurucan’a göre birçok ayet ve hadiste düşünce, insanı hayvanlar başta olmak üzere sair varlıklar derekesine inmekten koruyacak yegane unsur. Kur’an aklını yerinde kullanmayan kişileri bazen sağır, dilsiz, kör, bazen atalar kültüne (kaynağını cehalet ve taassuptan alan inanç şekli) bağlı, cahil, inatçı, yer yer ise hayvanlara benzeyen varlıklar olarak niteliyor. Kurucan, İslâm’ın yeri, biçimi, metodu ve hedefi açısından düşünceyi, kulluk görevi ve dolayısıyla ibadet olarak nitelendirmesini oldukça manidar buluyor. Düşünce özgürlüğünü, hür mülahaza zemininin oluşturulması, neticeleriyle anlatılabilir ve yaşanabilir olmasına bağlıyor. Ona göre, bu unsurlardan birinin eksik olması, düşünceyi özgür olmaktan çıkarmaya yetiyor. Zira hür düşünce; insanın kimlik defosuna maruz kalmadan gerçek kimliğini kazanmasına, hayatın her alanında kabiliyetlerinin inkişafını sağlamasına, toplumsal açıdan da sorunların ortak akılla çözümünü kolaylaştırıp, toplumsal huzura zemin hazırlamasına yardımcı oluyor.

İnsan olmanın vasfı ve bir emaresi olan düşünce kadar onu ifade şekli de hayli önemli. Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamza Aktan, son günlerde Nebiler Serveri’ne yönelik hakaret içerikli filmini eleştiriyor öncelikle. Çünkü Aktan’a göre, toplumda ve fertler üzerinde olumsuz etkiler uyandıran, fitneye sebep olan fikir sahiplerinin tavırlarını, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmek mümkün değil. Bu tutuma karşılık, şiddet çağrısı yapılması ve eylemlerin çığırından çıkması da doğru değil. Böyle bir ortamda müminlere ortalığı iyice karıştırmaktan ziyade, olumsuz tavır ve ifadeleri, yapıcı görüş ve hareketlerle bertaraf etmek düşüyor. Zira Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), İslâm’a ve Müslümanlara karşı fiilî düşmanlık yapmadıkça ve saldırıda bulunmadıkça aykırı düşüncelerinden dolayı hiç kimseyle kavga etmemiş ve savaşmamış. Bizlerin ümmet olarak, her konuda olduğu gibi bu mevzuda da O’nun yolundan gitmemiz gerekiyor.

EFENDİMİZ’İN DÜŞÜNCE UFKU

Atatürk Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım ise düşünce özgürlüğü adı altında her şeyin düşünüleceğine inanılmasını doğru bulmuyor. Yıldırım’a göre düşünme özgürlüğü ilkesiz düşünme değil ve herhangi bir düşünceye baştan cephe alan, karalayan, yok sayan bir faaliyet olamaz. Bu noktada fikir özgürlüğü, hayatın anlamını kavramada gerekli olan bir araç, amaç değil. Yıldırım, düşünme özgürlüğünün her türlü bakış açısına kapalı, her tarafa nötr olmak gibi algılanmasını da doğru bulmuyor. O, böyle olduğunu iddia edenlerin bir toplumun en zararlı üyeleri olduğu kanaatini taşıyor. Diğer taraftan kuru kuruya ifade özgürlüğü de yeterli değil elbette. Zira bu özgürlük, insanlığı yücelten değerlerin yeşertilmesinde kullanıldığı ölçüde gelişip güzelleşecek. Müspet olandan yana tavrını koyan kişi, hangi düşünce, ırk, devlet ya da toplumsal statüden olursa olsun gerçek filozof, âlim, aydın nitelemesini hak edecek.

Efendimiz’in 23 yıllık peygamberlik hayatı, düşünce özgürlüğünü destekleyen teorik değerler ve pratik uygulamalarla dolu. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) hemen her meselede ashabı ile yaptığı istişareler bu konuda bizlere en güzel örnek. Öyle ki Resûlullah’ın iyiliği emretme, kötülükten men etme prensibi için özgür bir ortam sağlaması, herkesin hiçbir endişe taşımadan, rahatlıkla düşüncelerini ifade edebilmesi, bugün O’ndan daha değersiz insanların karşısında dahi sahip olamayacağımız kadar büyük bir nimet olsa gerek. Allah Resûlü’nün düşünce ufkunun genişliğini, önderlik ettiği harplerde de görüyoruz. İslam’ın dünyanın dört bir yanında yayılması için çeşitli seferlere çıkan Efendimiz, böylesine önemli bir konuda sahabe efendilerimizin yanı sıra savaşa katılan gençlerin de fikrini almış. Toplumsal hayatta ise birçok konuda eşleriyle istişare etmiş. Ezcümle Peygamberimiz, her zaman ashabının düşüncelerini sabırla dinler, uygunluğu nispetinde hayata geçirir, kendi görüşlerinde de hiçbir dayatmada bulunmazmış. Bunun en güzel örneğini O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) özellikle müşrik Hakem bin Keysan’ın Müslüman olmasına sebep olan tarihî tavrında görmek mümkün. Hakem bin Keysan, Taif’teki çatışmada esir alınarak Medine’ye getirilen Mekkeli bir müşriktir. Aleyhte konuşmalarıyla bilinen bu adama Efendimiz, yumuşak bir üslupla önce İslam’ı etraflıca anlatır, sonra muhatabından anlattıklarını değerlendirmesini bekler. Hakem, tebliği dinledikten sonra, “Ben bundan bir şey anlamadım.” diyerek çıkıp gider. Onun bu tavırdan rahatsız olan Hz. Ömer, “Ya Resûlullah izin ver de bu saygısız adama haddini bildireyim.” der. Ama karşılığında Efendimiz’in şu önemli uyarısına muhatap olur: “Ya Ömer, bize düşen, insanları düşündürecek kadar bilgi verip vicdan muhasebeleriyle karar vermelerini sağlamaktır. Yoksa hemen haddini bildirmek değil!..” Bu hadise birkaç kez tekrarlanır, Peygamberimiz her defasında şahsa aynı şekilde davranır. Sonunda Hakem, kendi isteğiyle Müslüman olur. Nebiler Serveri’nin bu tavrı, şiddetin tırmandığı şu günlerde, dünyaya en güzel mesajı veriyor aslında.

İnsanın imtihanlarla dolu yolculuğa çıktığı fani dünyada önündeki rehberi Nebiler Serveri’ne inen Yüce Beyan ve O’nun sünnet-i seniyyesi şüphesiz. Fakat bazı kişiler, kimi ilmî ve fıkhî konularda da ayet ve hadislerdeki ifadeleri kendine göre yorumlamayı ifade özgürlüğü olarak görebiliyor. İslâm Hukuku Profesörü Hamza Aktan, İslâmî birtakım bilgilerin ve Yüce Beyan’ın özgürlük adı altında rastgele yorumlanmasının kesinlikle düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini vurguluyor. Yani bir Müslümanın hiçbir usul, yol ve yöntem kullanmadan kendî kanaatlerine, heva ve hevesine göre Kur’an ve sünneti yorumlaması söz konusu olamaz. Aktan’a göre İslam tarihi boyunca Kur’an’a aykırı Bâtınî yorumlar hep yapılmış ve yapılmaya devam ediyor. Bu tarz durumlara karşı müminlerin dinlerine yeterince hakim olup karşı tarafa uygun bir üslupla cevap vermesi ve hatalı tezleri çürütmesi gerekiyor.

KALBE GELEN DÜŞÜNCELER

İnsan zaman zaman elinde olmadan farklı düşünceler içine girebiliyor. İslam âlimleri, kalbe gelen bu düşünceleri “Kalbe gelip giden, kalbe gelip kalan ama insanın yapmak istemediği, kalbe geleni yapıp yapmamakta tereddüt edilen, kalbe geleni yapmayı tercih eden, kalbe geleni yapmaya kendini zorlayan” şeklinde beş gruba ayırıyor. Kalbe gelen ilk üç düşünce, elde olmadığı için günah olmuyor. Diğer ikisinde ise sual ve azap  ihtimali olduğu hadislerde de belirtiliyor. “Allahu Teâlâ, kalbe gelip de söylenmeyen ve yapılmayan kötü şeyleri affeder.” ile “Haram işlemeyi düşünüp, Allah’tan korkarak yapmayana günah yazılmaz.” hadisleri, düşüncenin de vebali olduğunu gösteriyor. Prof. Dr. Hamza Aktan, buradan hareketle bireyin ürettiği fikir ve düşünceyi Kur’an süzgecinden geçirmesi gerektiğini ifade ediyor. Aktan’a göre kimsenin, Kur’an ve sahih sünnete aykırı olan fikir ve kanaatlere göre davranma hakkı yok. Eğer kişi, iyi niyetli olduğu halde araştırma ve bilgi noksanlığı sebebiyle yanlış bir düşünceye sahip olup bunu da açıklıyorsa, ona hatalarını gösterip düzeltmesine yardımcı olmak lazım. Aksine düşüncelere sınırlama/kısıtlama getirmeye çalışmak, daha çok tepki topluyor. Çünkü toplum üzerinde zehir etkisi yapan fikrin panzehiri yine bir fikirdir. Yani özgürlük kapsamında ifade edilen bir düşünce/eleştiri zarar veriyorsa, onu yok etmenin yolu da yine düşünceden geçiyor.

İnsanoğlu çoğu konuda olduğu gibi düşünceyi açıklama meselesinde de ifrat ve tefrite düşüp aşırılık sergileyebiliyor. Son yıllarda bazı muhafazakâr gençler, “Biz de düşünüyoruz, bizim de verilecek bir cevabımız, yorumumuz var” kaygısıyla, İslamî çerçeveye çok da uymayan söylemlerde bulunabiliyor. Hamza Aktan, muhafazakâr gençlerin İslamî çerçeveye birebir uymayan söylemlerde bulunmasını, “Gençler biraz da gençliğin verdiği ataklık ve cesaretle dini konularda serbest yorumlar yapıyorlar.” diye değerlendiriyor. Ona göre, bu gençlerin çoğu olgunluk çağına geldiğinde itidal ve istikrara kavuşabilir. Tabii bunun için bilgi birikimlerini yeterli düzeye getirmeleri şart. Bu yüzden samimi ve iyi niyetli olarak düşüncelerini açıklayanlara, cesaretlerini kıracak sertlikle muamele etmeyip, aksine onları ilmen yönlendirerek çevrelerinde yol açabilecekleri menfilikleri engellemek büyük önem taşıyor.

Bazen de insan kendisi ve doğrularıyla çelişmemek için düşünmekten ve meseleleri sorgulamaktan kaçabiliyor. Yani kafasını kurcalayan soru işaretlerini giderip, konuyu idrak etmektense, aklına gelebilecek olası tuhaf fikirlerden sakınmak için düşünmeden hareket edebiliyor. Bu da bir süre sonra bireyi dünya ve ahiretle ilgili meselelere alakasız kalmaya itebiliyor. Prof. Dr. Aktan’a göre zaman zaman insan zihnini, tatminkâr bir cevap bulamadığı için bazı sorular meşgul edebilir. Bu gibi durumlarda meselenin uzmanlarına danışarak cevap aramak gerekiyor. Kur’an’da ihtiyaç hissedildiğinde meseleyi daha iyi bilenlere sormanın da bir öğrenme metodu olduğu, “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun” (Nahl, 43; Enbiya, 7) mealindeki ayetlerde belirtiliyor. Ayrıca Allah’a boyun eğmiş müminlerin sözlerinin dinlenebileceğine, “Onlar ki, sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar” (Zümer, 18) ayetinde işaret ediliyor. Aktan’a göre anlayarak, tefekkür ederek ulaşılan iman; düşünmeden, tefekkür etmeden sahip olunan taklidî imandan daha makbul. Dolayısıyla anlamadan inanmayı usûl edinmek ve kendini dışarıya kapatarak korunmaya çalışmak doğru değil. Düşünmeden ve tefekkür etmeden yaşamak, Cenâb-ı Hakk’ın Hakîm isminin üzerimizdeki tecellisini de engelleme anlamı taşıyor. Bilgilerini, düşünce ve kanaatlerini sorgulamamak, inananlara tefekkür, aklını kullanma ve ibret almayı salık veren ayetlerle de ters düşüyor.

Elhasıl, insana ait bir meleke olan düşünce elbette ki durdurulamaz. Nitekim kişiyi, yaratılmış diğer varlıklardan ayıran en büyük özellik fikir sahibi olması. Her şeyi düşünmekte özgür olabiliriz fakat fikirlerimizi ifade etme konusunda bu kadar hür değiliz. Bu noktada gerçek özgürlüğün, kişinin kendisine ya da başkasına zarar vermeyen düşüncelerini açıklamasında yattığını söyleyebiliriz. Sanırız burada da artık bir klişe haline gelen prensibi tekrar etmemiz gerekiyor: “Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bizimki biter.”

[email protected]

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>