Amme hukuku ihlal edilirse toplumda huzursuzluk çıkar

Amme hukuku ihlal edilirse toplumda huzursuzluk çıkar

TUĞBA KAPLAN – İSTANBUL

3 Ocak 2014, Cuma

 İslâm hukukuna göre insanların hak ve hürriyetlerinin neler olduğu ve devletin bunları nasıl koruyacağı amme hukukunda bütün detaylarıyla ele alınıyor. Amme hukukuna göre, umumun hakkına tecavüz edilirse toplumda huzurun kaçacağı, temsilcilerin zayıflayacağı belirtiliyor.

İnsanların, doğuştan gelen vazgeçilmez hak ve hürriyetlere sahip olduğunu kabul eden, bunları devlete ve diğer insanlara karşı koruyan, bu ilişkiyi tanzim eden hukuk, amme (kamu) hukuku olarak adlandırılır. Kulların haklarına büyük önem veren İslâmiyet’te amme hukukunun da  özel bir yeri var.  İslâm hukuku konusunda çalışmalar yapan ilahiyatçı yazar Dr. Emine Gümüş Böke, İslâm hukuku açısından amme hukukunu (teşkilat, idare ve cezayı) ilgilendiren konuların genellikle ‘el-ahkâmu’s-sultanıyye, es-siyâsetu’ş-şer’iyye’ isimli eserlerde ele alındığını belirtiyor. Böke,  amme hukukunda özellikle ferdin hakları, halifenin vasıfları, vazifeleri, ülü’l-emre itâatin şartları, kitab ve sünnetteki nassların bağlayıcılığı gibi konuların ele alındığını belirtiyor. Amme hukuku, insanın hak ve hürriyetleri faydasına devletin yetkilerini sınırlandırırken, hak ve hürriyetlerin gerçekleşmesi için devlete yeni yeni vazifeler de yüklüyor.

İlahiyatçı-yazar Böke, İslâm amme hukuku açısından insanların temel hak ve hürriyetlere sahip olduğuna dikkat çekiyor. Bunları şahsi, manevi, iktisadi, sosyal ve siyasi haklar ve hürriyetler şeklinde sıralamak mümkün. Ferdin hakları hususu kendisinin, hürriyetinin ve mallarının korunması için belirleniyor. Hukukçular bu hakları iki büyük kısma ayırıyor: Eşitlik ve hürriyetler. İslâm dininin ilk olarak insanların eşitliği temelini kurduğu ve imtiyaz üstünlük olarak da sadece güzel davranış, hayır ve takvayı ölçü saydığı kaynaklarda belirtiliyor. Hatta Yüce Beyan’da “Ey insanlar, şüphesiz biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. (Sizi sırf) Birbirinizle tanışasınız diye büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır.” ayetiyle eşitlik konusuna değiniliyor. Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, Cenab-ı Hakk insanlar arasında üstünlük ölçüsü olarak iyi, güzel ve doğru davranışı, İslâm’a göre yaşamayı, kısaca takvayı kabul ediyor. İslâm hukukunda eşitlik temeli kanun ve mahkeme önünde eşitlik olarak iki ayrı şekilde inceleniyor. Eşitlik prensibinin tezahürlerinden biri olan kanun önünde eşitlik İslâm’ın getirdiği adaletin icaplarından. Kanun cins, renk, makam, zenginlik, akrabalık, dostluk ve hatta akide (inanç) gibi bir sebeple birini diğerine üstün tutup korumaksızın eşit olarak herkese tatbik edilir.  “Şüphesiz sizden öncekiler, içlerinden büyük biri hırsızlık yaptığı zaman bağışlamaları, zayıf biri çaldığı zaman hükmü tatbik etmiş olmaları helâk etmişti. Allah’a yemin ederim ki çalan Muhammed’in kızı Fatma dahi olsa elini keserim.” hadisi kanun önündeki eşitliği özetliyor.

Hz. Ömer’in Ebu Musa’ya mektubu

Mahkeme önünde eşitliğin İslâm hukukunda ve tatbikatında vardığı derece ise bugünün kanunlarının ulaşamadığı bir eşitlik anlayışının varlığına dikkat çekiyor. Ebu Musa el-Eş’ari’ye gönderdiği mektup, Hz. Ömer (ra)’in amme hukukuna ne derece riayet eden bir halife olduğunu gösteriyor: “Hangi mevkide bulunursan bulun, halk arasında o şekilde muamele et ki, ne büyükler sana kin bağlasın ne de aciz ve fakirler adaletinden ümitsizliğe düşsün.”

İslâm amme hukukunda ele alınan hususlardan biri de halifenin ya da toplum liderinin özellikleri. Dr. Emine Gümüş Böke bunların, toplumu (ümmeti) temsilen kamu menfaatini korumak, vatanın müdafaasını, İslami hükümlerin uygulanmasını, adaletin tevzîini, vergilerin toplanıp mahalline sarf edilmesini, amme hizmetlerinin gerektirdiği vasıf ve sayıda görevliyi tayin ederek halka hizmet etmelerini sağlamak olduğunu anlatıyor. Böke, İslâm’da bir şahsın devlet başkanlığına seçilebilmesi için öncelikli şartlardan birinin adalet olduğunu hatırlatıyor. Burada adaletten maksat, devlet başkanının yalnızca yönetimde İlâhi kanuna tâbi ve bağlı olmasından ibaret değil. Bunu her şeyden önce bizzat kendi hayatında uygulamalı, bütün yasaklardan ve haramlardan uzak kalmalı. Devlet başkanı vazife verdiği, tayin ettiği kişi ile arasında akrabalık, dostluk, başkaca bir yakınlık, mezheb, tarikat, ırk birliği gibi bir ilişki olduğu için ya da lâyık olana karşı kin ve düşmanlık duyduğu için ehliyet ilkesinden sapar, görevi ehli olandan başkasına verirse Allah’a, Resûlü’ne ve müminlere hıyanet etmiş olur. Kur’an-ı Kerim bu durumu şöyle ifade eder: “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulü’ne hıyanet etmeyin, (sonra) size emânet edilen şeylere hıyanet etmiş olursunuz! (Enfâl, 27).  Bir huzur ve nizam dini olan İslâm’ın Allah ve Resûlü yanında ülü’l-emre de itaat edilmesini emrettiğini söyleyen Emine Gümüş Böke, “Ancak gerek ilgili ayet ve hadislerin ve gerekse uygulamanın ortaya koyduğu ilke, Allah’ın emri ve iradesi ile çatışan ve çelişen başka bir iradeye itaat edilemeyeceğidir. (Buhâri, Ahkâm 4, Cihad 108, Ebû Davud, Cihad)” diye de ekliyor.

İnsan haklarına yönelik ihmaller karşısında ne yapmalı?

İlahiyatçı Dr. Emine Gümüş Böke, kanunlar herkese eşit olarak tatbik edilirse vatandaşların haklarından emin ve durumdan memnun olacağını düşünüyor. Fakat eşitlik ilkesi, temel hak ve hürriyetler ihlal edilirse, tanınmışa değil de garibe tatbik edilmeye başlanırsa, o toplumda huzursuzluk meydana geleceğine dikkat çekiyor. Böke, böylesi bir durumda, temsilcilerin zayıflamasının, halkın devletin beka veya helâkine önem vermemesinin, toplumda keşmekeşlik ve zulüm sedalarının artmasının ise kaçınılmaz olacağı kanaatinde.

Emine Gümüş Böke, insan haklarına yönelik tecavüzler ve ihmaller karşısında İslâm’ın insana, topluma ve devlete vazifeler verdiğini hatırlatıyor. Ve amme hukukuna göre hakları çiğnenen bir ferdin, toplumun neler yapması gerektiğini ve devletin vazifelerini sıralıyor:

-Fert, haklarının çiğnenmesi karşısında susmamalı.

-Elinden gelen bütün imkânları kullanarak haklarını korumaya çalışmalı.

-Emaneti yerine getirme, adaleti ayakta tutma, hakkı sahibine ulaştırma, iyi ve doğru olanı gerçekleştirme, kötü ve yanlış olanı önleme vazifesi ile görevlendirilen toplum, bu görevin gerektirdiği eğitim, öğretim, kurumlaşma ve diğer faaliyetlerde ‘toplumun sorumluluğu’ içinde yer almalı.

-Devlet de insan haklarını ülke içinde ve dışında koruyarak, iyiliği ikameye, kötülüğü de ortadan kaldırmaya çalışmalı. Bu husus, Maide Suresi’nin 79. ayetine dayanır. “Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı.  Yapmakta oldukları (mani olmamaları) ne fena idi.”

Tuğba Kaplan

Gazeteci/ Aksiyon Dergisi Politika, Sosyoloji, uluslararası ilişkiler, medya ve kültür dünyasından ünlü isimlerle gündemle ilgili aktüel röportajlar yapmaktadır. Ayrıca gündeme dair konuları farklı yönleriyle ele alan dosyalar hazırlamaktadır.

You may also like...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>